
Sosyalist Bir Alternatif İçin
Tarih boyunca yaşadığımız topraklar, sınıfsal mücadelelerin, ulusal kurtuluş direnişlerinin ve toplumsal dönüşümlerin yaşandığı pratiklere sıklıkla sahne olmuştur. Halkların, emekçilerin ve ezilen kesimlerin tarihi, sömürü düzenine karşı verdiği mücadelelerle şekillenmiştir. Bugün ise neoliberal politikaların yarattığı ekonomik krizler, otoriter yönetim anlayışları ve toplumsal kutuplaşma, emekçilerin ve yoksul halk kesimlerinin yaşam koşullarını daha da zorlaştırmaktadır. Bu süreçte, örgütsüzlük ve dayanışma eksikliği, halkın yaşadığı adaletsizlikler karşısında savunmasız kalmasına neden olmaktadır. Gerçek bir toplumsal dönüşüm, ancak bilinçli, radikal bir sınıfsal bakış açısı ve örgütlü bir halk mücadelesi ile mümkündür. Bu mücadelenin temelinde, halkın doğrudan söz ve karar sahibi olduğu demokratik örgütlenmeleri, meclislerin yaygınlığının inşasıyla mümkün hale getirilebilir.
AKP ve MHP iktidarı, “Yeni Türkiye” söylemiyle inşa ettiği ekonomik ve siyasi düzenin temellerini, halkın haklarını gasp etmek üzerine kurmuş, kamu kaynaklarını sermayeye peşkeş çekerek toplumun geniş kesimlerini yoksulluğun mirasçılığına mahkûm etmiştir. Üretim yerine borç ve tüketim ekonomisini esas alan bu sistem, yerli ve bağımsız bir ekonomik yapı oluşturmak yerine dışa bağımlılığı artırmış, işsizliği ve güvencesizliği derinleştirmiştir. İşçilerin ve emekçilerin hakları sistematik olarak budanmış, doğa talan edilmiş, eğitim ve sağlık gibi temel kamu hizmetleri ticarileştirilerek halkın erişimine kapatılmıştır. Ancak bu düzeni değiştirmek için yalnızca ekonomik yapıyı sorgulamak yetmez; aynı zamanda bu düzeni ayakta tutan baskıcı ve faşist politikalara karşı güçlü ve örgütlü bir mücadelenin geliştirilmesi bir zorunluluk olmuştur.
Mevcut iktidar, gerilim siyasetiyle toplumu kutuplaştırarak kendi otoriter gücünü tahkim etmeye çalışmaktadır. İnançlar, yaşam tarzları ve kimlikler üzerinden yürütülen politikalar, halkın ortak mücadele dinamiklerini kırmayı hedeflemektedir. İçki yasağı gibi uygulamalar, yalnızca belirli bir yaşam biçimini dayatmanın ötesinde, halkın özgürlüğüne yönelik daha geniş kapsamlı bir tehdidin parçasıdır. Ancak bu baskılara karşı durmanın yolu, sadece hukuki haklar ve bireysel özgürlükler üzerinden değil, aynı zamanda toplumsal ve örgütlü bir halk mücadelesi ile mümkündür.
Kapitalist sistemin yapısal krizleri, neoliberal politikaların tıkanmasıyla daha da derinleşmiştir. Bugün yoksulluk, işsizlik ve güvencesizlik küresel ölçekte milyarlarca insanı etkilerken, servet birkaç tekelleşmiş sermaye grubunun elinde toplanmaktadır. Doğanın talanı ve ekolojik krizler, kapitalizmin sürdürülemez bir sistem olduğunu gözler önüne sermektedir. Bu düzenin sınırları içinde bir çözüm aramak beyhudedir; ancak sosyalist bir perspektifle radikal bir alternatif inşa etmek mümkündür. Kapitalizmin aşılması, yalnızca ekonomik bir gereklilik değil, aynı zamanda toplumsal adaletin sağlanması için bir zorunluluktur. Emekçiler, ezilenler ve yoksul halk kesimleri bu dönüşümün öznesi olmazsa, kapitalist sistem sömürü düzenini daha da derinleştirecektir.
Bu noktada, halkın kendi kaderini tayin etmesi ve siyasette doğrudan söz sahibi olması kritik bir mesele haline gelmiştir. Siyasal partiler, mevcut düzen içinde sıkışıp kalarak, toplumsal talepleri gerçek anlamda karşılamaktan uzaklaşmıştır. Gerçek bir toplumsal dönüşüm, halkın doğrudan söz ve karar sahibi olduğu demokratik meclisler, konseyler ve taban örgütlenmeleri etrafında şekillenmelidir. Burjuva parlamenter sistemin sınırları içinde çözüm aramak, bu çürümüş düzenin ömrünü uzatmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Halkın örgütlenmesi ve doğrudan siyasal süreçlere katılması, yalnızca bir tercih değil, aynı zamanda bir zorunluluktur.
Kürt meselesi, Türkiye’nin en derin yapısal ve tarihsel problemlerinden biridir. Yüzyılı aşkın bir süredir inkâr, asimilasyon ve baskı politikalarıyla üstü betonlanarak çözümsüzlüğe mahkûm edilen bu sorun, ancak halkların eşitliği temelinde demokratik bir fikrin esası üzerinden geliştirilecek bir çözümle aşılabilir. Kürt halkının özgürlüğü ve eşitliği, sadece bir etnik sorunun değil, aynı zamanda emekçilerin, ezilenlerin ve yoksul halk kesimlerinin ortak mücadelesinin bir parçasıdır. Kayyım uygulamaları, seçme ve seçilme hakkını gasp eden bir yönetim anlayışının ürünüdür ve halk iradesinin yok sayılmasının en açık göstergelerinden biridir. Kürt halkının demokratik haklarını kazanması, tüm halklar için gerçek bir demokrasi mücadelesinin parçası olmalıdır. Barış ve çözüm süreçlerinin daha geniş bir kabul görmesi için toplumsal mücadelenin büyütülmesi hepimizin ortak sorumluluğudur.
Bugün halkın sahaya çıkmasıyla birlikte, mevcut düzenin ne kadar kırılgan olduğu da açıkça görülecektir. İktidarın en büyük gücü, sermaye ve baskı araçlarını manipüle etme yeteneğidir. Ancak tarih göstermiştir ki, baskıcı rejimler ancak halkın örgütlü mücadelesiyle yıkılabilir. İşçilerin, kadınların, gençlerin, ekolojistlerin ve tüm ezilen kesimlerin ortak mücadele içinde yer alması, özgür ve eşit bir toplumun inşası için gereklidir. Örgütlü bir halk mücadelesi karşısında, sermaye ve otoriter iktidar araçları etkisizleşmeye mahkûmdur.
Bugün önemli olan, umutsuzluğa kapılmadan, bu mücadeleyi daha etkin ve kararlı bir şekilde örgütlemektir. İnsanlık tarihine baktığımızda, umutsuzluk bir istisna, umut ve mücadele ise bir kuraldır. Şimdi kapitalizme ve onun yarattığı sömürü düzenine karşı birleşme, radikal bir şekilde örgütlenme ve yeni bir toplumsal düzeni inşa etme zamanıdır!
Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.