
Eğitimde Gericileşme ve Patriyarkanın Yeni Formları
Türkiye’de eğitim sistemi uzun süredir iktidarın ideolojik mühendislik alanına dönmüş durumda. AKP, eğitimi yalnızca bilgi aktaran bir alan olarak değil, toplumsal rıza ve itaat üreten bir mekanizma olarak örgütlüyor. Bunun en güncel adımlarından biri Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in yönlendirmesiyle açılan yalnızca kız öğrencilerin kabul edildiği ortaokullar oldu. “Sadece kızlar” okulları, pedagojik bir tercih değil; toplumsal cinsiyet rollerinin devlet eliyle yeniden üretiminin kurumsallaşmış bir ifadesidir.
Bu adım, AKP’nin yıllardır inşa etmeye çalıştığı toplumsal modelin bir parçasıdır: kadınları aileye, dini kurallara ve erkek egemen otoriteye bağlayan bir düzen. Eğitim yoluyla kurumsallaştırılan cinsiyet ayrımı, yalnızca kız çocuklarını hedef almıyor; bütün topluma patriyarkal tahakkümün “doğal” ve “meşru” olduğu mesajını veriyor. Buradaki mesele basitçe eğitim modeli tartışması değil; toplumun geleceğine dair siyasal bir tercihtir. Sorulması gereken soru açıktır: Devlet eğitimi gerçekten çocukların özgürleşmesi için mi kullanıyor, yoksa itaati içselleştiren kuşaklar yetiştirmenin aracı haline mi getiriyor? Bugünkü politikalar bu sorunun cevabını net biçimde veriyor: iktidarın derdi bilgi değil, itaattir.
Tarihsel Çizgi ve Güncel Politika
Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana eğitim, devletin hegemonya kurma sürecinde merkezi bir rol oynadı. 1920’lerde eğitim, modernleşme projesinin taşıyıcısı olarak “makbul yurttaş” üretmenin aracına dönüştü. Ancak bu modernleşme eşitlikçi değil; homojenleştirici ve hiyerarşikti. Farklı etnik, kültürel ve dini gruplar yok sayıldı, kadınların kamusal rolü sınırlı bırakıldı.
Bugün AKP’nin politikaları bu mantığın yeni versiyonudur. Kemalist modernleşme ulus-devlet yurttaşı üretirken, AKP islamcı-milliyetçi öznellikleri genç kuşaklara aktarıyor. Louis Althusser’in kavramıyla okul, yalnızca bilgi aktaran değil, aynı zamanda “devletin ideolojik aygıtı”dır. Karma eğitimin parçalanması, bu aygıtın toplumsal cinsiyet üzerinden yeniden örgütlenmesidir: kız ve erkek çocukları farklı sosyo-kültürel “habitus”lar içinde şekillendirilmektedir.
Birleşmiş Milletler’in 2023 Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Endeksi’nde Türkiye 146 ülke arasında 129. sırada. OECD’nin 2022 verilerine göre kız çocuklarının eğitimden erken kopma riski ortalamanın iki katından fazladır. UNICEF raporlarına göre ise her beş kız çocuğundan biri lise eğitimini tamamlamadan okuldan ayrılıyor. Yalnızca kızlara yönelik okullar, Pierre Bourdieu’nün “habitus” kavramıyla açıklanırsa, çocuklara aileye bağlı, itaatkâr ve sınırlı roller öğretir. Bu “gizli müfredat”, ders kitaplarında yazmayan ama okulun her hücresine sinmiş ideolojik mesajlarla işler. Böylece cinsiyet eşitsizliği doğal ve kaçınılmaz gösterilir.
Dünya ise tam tersine farklı bir yönelim içinde. Finlandiya çocuk refahını merkeze alan, sınav odaklı değil öğrenme odaklı sistemiyle PISA’da en üst sıralarda. Küba’da ücretsiz, toplumsal üretimle entegre eğitim sistemi UNESCO tarafından örnek gösteriliyor; bilim ve toplumsal eşitlik birlikte ilerliyor. Latin Amerika’daki halkçı deneyimler anadilde eğitimi hak olarak tanıyor, yerel kültürel çeşitliliği müfredata dahil ediyor. Türkiye ise tersine, dinselleşme ve cinsiyetçi ayrıştırma politikalarıyla eğitim hakkını kırılgan hale getiriyor ve toplumsal eşitsizlikleri derinleştiriyor.
Muhalefetin Dar Koridoru
Buna rağmen muhalefetin tepkisi çoğunlukla laik-anti laik tartışmasına sıkışıyor. Oysa mesele yalnızca laiklik değil; kız çocuklarının eşit yurttaşlık hakkının gasp edilmesidir. Eğitimde dinselleşme politikaları, yoksulluk ve sınıfsal eşitsizliklerle birleştiğinde iktidarın toplumsal rıza üretimini kolaylaştırıyor. Muhalefet ise bu gerçeği çoğu zaman göz ardı ederek meseleyi yalnızca “laikliğe saldırı” başlığı altında değerlendiriyor. Bu yaklaşım, patriyarkal tahakkümün ve toplumsal eşitsizliğin üzerini örten bir işlev görüyor.
Oysa sorun çok daha köklü: devletin ideolojik aygıtı olarak eğitim, hem sınıfsal hem cinsiyetçi tahakkümün yeniden üretiminde merkezî bir rol oynuyor. Muhalefetin bu sınıfsal ve toplumsal boyutu görmezden gelmesi, iktidarın elini güçlendiriyor. Sosyalistler için bu tablo, yalnızca iktidarın değil, muhalefetin de sınırlarını aşan bir perspektife ihtiyaç olduğunu ortaya koyuyor.
Sosyalist Alternatif ve Geleceğin Kavşağı
Özgür ve eşit bir geleceğin yolu, eğitimde köklü dönüşümden geçiyor. Kamusal eğitim ücretsiz olmalı; beslenme, barınma, ulaşım ve materyaller devletin sorumluluğunda olmalı. Anadilde eğitim temel hak olarak tanınmalı. Cinsiyet eşitliği müfredatın merkezine yerleştirilmeli; çocuklara itaat değil özgürlük bilinci kazandırılmalı. Bilimsel ve eleştirel düşünce merkeze alınmalı; dinsel dogmalar yerine çağın bilgisi öğretilmeli. Katılımcı pedagojiler, öğrenciyi öğrenme sürecinin öznesi yapmalı.
Bu adımlar, yalnızca eğitimde değil, toplumun genelinde eşitlik ve özgürlük perspektifini güçlendirir. Eğitim, sınıf ve cinsiyet eşitsizliklerini yeniden üretmenin değil, ortadan kaldırmanın aracı olmalıdır.
Bugün açılan yalnızca kız öğrencilerin kabul edildiği ortaokullar, Türkiye’nin geleceğine dair iki ihtimali gösteriyor: Kadınların aileye hapsedildiği, cinsiyet eşitsizliğinin kurumsallaştığı bir gelecek veya eşitlikçi, özgürlükçü, bilimsel ve çoğulcu bir toplum. Eğitim politikası yalnızca pedagojik bir mesele değil; toplumsal geleceğin hangi temeller üzerine inşa edileceğini belirleyen kritik bir alan. Sosyalistler için görev, tahakkümcü modele karşı özgürleştirici eğitim tahayyülünü cesaretle topluma sunmaktır. 21. yüzyılda asıl kavşak şudur: Çocuklarımız itaati içselleştiren özneler mi olacak, yoksa kendi geleceğini kuran özgür bireyler mi?
Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.