
Kayyum Siyaseti ve Solun Sessizliği
“Kayyum, sandığın iptali değil; halkın varlığının inkârıdır.”
Halk İradesinin Gaspı
Türkiye’de kayyum siyaseti yalnızca bir belediye yönetim meselesi değildir; bu, halkın söz hakkının doğrudan gasp edilmesi, demokratik mekanizmaların devre dışı bırakılması ve toplumsal mücadele alanlarının sistematik biçimde tasfiye edilmesidir. Gerçeğin çıplak yüzüyle bakıldığında, bunun basit bir idari uygulama değil, doğrudan halkın iradesinin iptali olduğu daha net anlaşılır.
Özellikle Kürt illeriyle başlayıp süren kayyum uygulamaları, seçilmiş belediye başkanlarının görevden alınmasının ötesinde, halkın toplumsal, kültürel ve ekonomik karar alma kapasitesini hedef almıştır. Diyarbakır, Van ve Mardin’de yaşananlar; yerel demokrasinin işlevsizleştirilmesi, dayanışma ağlarının dağıtılması ve kültürel projelerin devlet denetimine geçirilmesiyle bunun en açık örnekleridir.
Ancak iktidar burada durmamıştır. Kayyum siyaseti artık yalnızca Kürt illeriyle sınırlı değildir; baskı batıya taşınmış, CHP’li belediyeler doğrudan hedef alınmıştır. Seçimli işleyişin anlamsızlaştırılması süreci belediyelerle sınırlı kalmamış, siyasi partilere de yönelmiştir. İstanbul İl Kongresi’nin yargı eliyle iptal edilerek kayyum atanması, yalnızca CHP’ye değil, tüm demokrasi güçlerine verilmiş açık bir gözdağıdır. Halkın oyuyla belirlenen temsilcilerin birer birer tasfiye edilmesi, iktidarın kendi “sandık meşruiyetini” de ortadan kaldırdığını ilan etmektedir.
Bu noktada kritik olan, muhalefetin eylemlerinin kime hitap ettiğidir. CHP’nin mitingleri ve yerel örgütlenmeleri, yalnızca iktidarın bakışına veya uluslararası gözlere mi sahneleniyor, yoksa halkın kendi örgütlü bakışını görünür kılacak şekilde mi konumlanıyor? Eğer hareketin mesajı esas olarak halkın bakışı için üretilirse, mitingler ve toplumsal direnişler sadece tepki değil, aynı zamanda halkın özneleşmesinin sahnesi haline gelir.
Yargının Siyasallaşması
Erdoğan-Bahçeli ittifakının rejimi diktatoryal bir başkanlık sistemine dönüştürme süreci, yargının iktidarın müdahale aracına dönüştürülmesiyle kritik bir eşik kazanmıştır. CHP İstanbul İl Kongresi’ne yapılan mahkeme müdahalesi, parti içi bir çekişme gibi görünse de, aslında muhalefetin örgütsel kapasitesini kırarak iktidarı kalıcılaştırma stratejisinin parçasıdır.
Yargının siyasallaşması, Anayasa ve YSK gibi kurumların fiilen etkisizleştirilmesiyle desteklenmiş; yargı, partilerin iç işleyişine kadar nüfuz eden bir siyasi mühendislik aracına dönüşmüştür. Bu yöntemler yeni değildir: Geçmişte Kürt hareketine uygulanan kayyum, parti kapatma ve mühendislik taktikleri bugün ana muhalefete yönelmiştir. Böylece muhalefet hem örgütsel olarak zayıflatılmakta hem de demokratik direnç kapasitesi törpülenmektedir.
Burada CHP’nin ve genel olarak muhalefetin meydan okuma kapasitesi, yalnızca iktidara karşı değil, aynı zamanda halkın kendi bakışını merkeze alacak biçimde örgütlenmesiyle ölçülür. Eğer mesajın öncelikli muhatabı halk olursa, bu yalnızca bir protesto değil, halkın kendi iradesini görünür kılmasının pratiğine dönüşür.
Solun Sessizliği
Halk, bu hukuksuzluğa karşı sokakta seçilmiş temsilcilerini savunurken aslında kendi demokratik varlığını da korumaktadır. Buna karşın solun bir kesiminin sessizliği, bu refleksi hiçe saymakta; mücadele azmini zayıflatmakta ve halkın sabrını sınamaktadır. Bu sessizlik, kısa vadeli taktik kaygılarla açıklanamayacak kadar derin tarihsel alışkanlıkların sonucudur.
Türkiye sosyalist hareketinde uzun süredir egemen olan “renk körü eşitlik” anlayışı, çoğunluğun taleplerini merkezileştirirken azınlıkların, özellikle de Kürt halkının özgürlük taleplerini görmezden gelmektedir. Bu anlayış, kayyum siyaseti gibi doğrudan halk iradesini hedef alan saldırılar karşısında suskunluğun ideolojik kılıfı haline gelmiştir. Bugün karşımızda yalnızca bir belediye gaspı değil, halkın iradesini temsil eden tüm örgütlülüklerin tasfiyesi vardır.
Solun sessizliği, iktidarın stratejisini kolaylaştıran bir meşrulaştırma işlevi görmektedir. Dahası, bazı sosyalist yapıların kendilerini “radikal” ilan ederek toplumsal muhalefetten kopuk biçimde kendi steril alanlarında birbirlerine “birlik” çağrıları yapması, sahici bir mücadele hattı kurmak yerine yalnızca gurur okşayan retorik üretmektedir. Halkın özneleşmesini göz ardı eden bu yaklaşım, CHP’nin ve muhalefetin sahadaki mesajının gücünü de sınırlamaktadır. Halkın iradesi gasp edilirken, kitleler sokaklarda direnç gösterirken, bu yapıların “biz gündelik siyasetin üstündeyiz” tavrı tarihe siyasal ciddiyetsizlik olarak geçecektir.
Şunu açıkça söylemek gerekir: Bu halkın gerçekliğini yok sayarak toplumsal sorunlara müdahale edemezsiniz. Halkı lağvetme fikri ve eski politik mutfağın reçeteleriyle siyasal mücadeleyi örgütleyemezsiniz. Geçmişin totolojisi yarın için hiçbir şey ifade etmeyecektir.
Direniş ve Dayanışma
Toplumsal muhalefet kayyum siyasetine ve iktidarın hukuksuz saldırılarına karşı güçlü refleksler üretmektedir. Van ve Mardin’de belediye hizmetlerinin engellenmesi dayanışma ağlarını harekete geçirmiş; Diyarbakır’da belediye binaları önünde protestolar sürmüş; Van’da kadın örgütleri sosyal dayanışma projeleri yürütmüş; Mardin’de gençlik platformları kültürel etkinlikler örgütlemiştir. Bu pratikler, kayyum siyasetine karşı sahada yükselen güçlü itiraz örnekleridir ve yalnızca yerelde değil, ulusal ve uluslararası düzeyde de dayanışma hattını güçlendirmektedir.
Kayyum siyasetine karşı etkili bir direniş yalnızca hukuk alanıyla sınırlı kalamaz. Toplumsal örgütlenme ve stratejik eylem bir arada yürütülmelidir. Yerel dayanışma ağları, kültürel ve sosyal inisiyatifler kayyumların boşalttığı alanları doldurmalı; halkın bakışını merkeze alan bir sahneye dönüşmelidir. Kadın, gençlik ve kültürel hareketler, yalnızca hizmetlerdeki boşlukları kapatmakla kalmamalı; halkın kendi güç kaynaklarını yeniden keşfetmesine katkı sunmalıdır.
Kayyum siyaseti aynı zamanda uluslararası bir hak ihlali olarak teşhir edilmelidir. Avrupa Parlamentosu kararları, insan hakları raporları ve demokratik platformların dayanışma çağrıları, Türkiye’deki muhalefet için önemli referanslardır. Gösteriler, imza kampanyaları, bilinçlendirme faaliyetleri ve medya aracılığıyla yürütülecek mücadele, halkın demokratik iradesini savunmada kritik önemdedir.
Tarihsel Sorumluluk
Solun rolü bu noktada merkezi önemdedir. Sol, yalnızca kendi ideolojik perspektifini savunmakla yetinemez; tüm toplumsal muhalefeti kapsayan birleşik bir hat kurmak zorundadır. Devletin otoriter politikalarına karşı tutarlı bir duruş sergilemek, reformist pragmatizme kapılmamak ve halkın iradesini savunmak tarihsel bir zorunluluktur.
Sosyalist hareketlerin kayyum siyaseti karşısında alacağı tavır, yalnızca ideolojik bir tercih değil, aynı zamanda tarihsel bir sorumluluk meselesidir. Bu sorumluluk, “renk körü eşitlik” anlayışının ötesine geçerek Kürt halkının, azınlıkların ve toplumsal olarak marjinalleştirilmiş kesimlerin taleplerini sahiplenmeyi de kapsamalıdır. CHP’nin toplumsal tabanı ile kurduğu ilişki, halkın bakışını merkeze alan stratejik bir hareket olarak görülmeli ve bu perspektif solun müdahalesinde yol gösterici olmalıdır.
Türkiye’nin bugünkü politik konjonktürü, kayyum siyaseti ve otoriter uygulamalar etrafında şekillenirken, solun sessizliği artık kabul edilemez. Halkın demokratik iradesini savunmak yalnızca siyasi bir görev değil, toplumsal bir sorumluluk ve tarihsel bir zorunluluktur. Kayyum siyasetine karşı birleşik, görünür ve stratejik bir mücadele hattı oluşturmak; bugünün krizine yanıt vermenin ve yarının özgürlük mücadelesini kurmanın tek yoludur. Sessizliği parçalayan, halkın yanında omuz omuza duran bir sol, ancak o zaman sahici bir güç haline gelir.
Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.