Krizi Ancak Mücadele Aşabilir
Her şeyin çabuk sönümlendiği ve unutulduğu bir coğrafyada yaşıyor olmanın mutsuzluğunu sıkça yaşayan bir toplumuz. Büyük deprem felaketinin üzerinden geçen bir yılın ardından depremde yapılamayanları, üçüncü gün gelip basına poz verip ellerini ovuşturup gülerek uzaklaşan iktidardaki anonim şirket çalışanlarının basına yansımış fotoğraflarını, depremin yarattığı felaketin görüntülerini hemen unuttuk. Bu da yetmezmiş gibi T.C. anonim şirketi başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bir yıl sonra yaklaşmakta olan yerel seçiler için Hatay’daki göreve aday "müteahhit" tanıtım toplantısındaki konuşmasının itiraf içeriyor olmasını da unutabilir miyiz? Şirketimizin "Merkezi yönetimi ile yerel yönetimi el ele vermezse, dayanışma halinde olmazsa şehre herhangi bir şey gelmez. Hatay’a geldi mi? Şu anda Hatay garip kaldı, mahsun kaldı" demesini de unutacak mıyız?
Cumhuriyetin yüzüncü yıl tartışmalarının içinden sıyrılıp 2024 yılında tırmanışı hızlı bir şekilde devam eden uluslararası sermayenin, krizin bütün yükünü işçi ve emekçiler üzerinden çözme fikrinin yarattığı adaletsizliğin toplumsal hayattaki karşılığı daha fazla açlık, işsizlik, umutsuzluk olarak devam etmekte. Kapitalistlerin radarındaki Türkiye’de de neoliberalizmin tüm barbarlık kuralları işliyor. Küresel yoksulluğun buradaki karşılığı "değersiz" insan hayatları.
Tüm bu gerilimin sürmekte olduğu alanlarda işçi ve emekçi halk katmanları ellerinde var olan tüm mevzileri koruyarak mücadeleyi geliştirme eğilimini büyütmeli. Kapitalist üretim şeklinin daha fazla yoksulluk ve işsizlik ve açlık uygulamalarını reddecek politik pratikle kendi öz örgütlenmelerine yönelmeli. Toplumsallaşmış krizin bedelini işçi sınıfı ve emekçi halklar ödemek zorunda değiller. Bu bedeli krizi yaratanlara ödetebiliriz. Kapitalizm çürümenin son evresine gelmiş durumda, burdan başka bir biçime dönüşmeden müdahale edilmesi insanlık tarihi için hayırlı olacaktır.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde işçi sınıfı tarihsel olarak tehlikeli bir sınıf olarak görüldüğünden her dönem bu mücadelenin sönümlendirilmesi icin özel stratejik çabalar harcandı, bu nedenle sınıf mücadelesi kesintiye uğramış bir coğrafya olmuştur.
Kapitalist sistemin son çeyrek asırlık planlamasında hayatımıza dahil olmuş olan AKP, anonim şirket olarak yürüttüğü siyasi iktisadi politikalarla işçi ve emekçi halkın hayatını cehenneme çevirmiş oldu. Ülke küresel kapitalizmin çöplüğü ve tedarikçi atölyesi haline dönüştürülmüştür.
Bugun siyasal İslam’ın "şükürüyle" abluka altına alınmış bir toplumdan bahsedebiliriz. Tüm despotik uygulamalar eşliğinde sürdürülen "rıza gösterme” felsefesi modern kölelikten başka bir anlam ifade etmemektedir.
İşte tam da bu nedenden ötürü Türkiye'de laiklik gerçek anlamda bir varlık gösterememiştir. Türkiye oligarşisi ve uluslararası sermaye sahipleri Türkiye gibi toplumları daha rahat yönetmek için yedeklerinde tuttukları dini ihtiyaçları halinde her alanda kullanmaktan geri kalmazlar. Zira son çeyrek asırlık zaman dilimi bize bunu fazlasıyla göstermiştir.
Aslında Türkiye'de din hep seçimlerin kazanılması için kullanılan temel araçlarının başında gelmiştir. Bugün bu durum halen günceldir, hatta daha da güçlü hale gelmiştir. Tek nedenin bu olmadığı da bilinmeli. Din aynı oranda sosyal uyanışların, demokratikleşme hareketlerinin ve en temelinde sosyalist mücadelenin önünün kesilmesindeki koç başı olarak kullanılmaktadır.
Son genel seçimlerin ardından yeni bir yerel yönetimler seçim sürecine tüm hızıyla girmiş bulunmaktayız. Tüm seçimlerde olduğu gibi bu seçim süreci de kendi içinde de bir takım toplumsal sorunları büyüterek yoluna devam ediyor. Tüm seçimlerde olduğu gibi bu seçimlerde de "seçmen davranışları" üzerinden yeni şaşkınlık halleri yaşayacağımız kesin. Açlığın, yoksulluğun, işsizliğin toplumsal yaşam biçimi haline döndüğü milenyum yılında halen bu şaşkınlık hallerini tekil kişiler davranışları üzerinden açıklamak, sorunun başka bir paradoksal yönünü oluşturmaktadır. Toplumsallaşmış her sorunu kendi sosyolojisi içinde ele almadığımız sürece sorunun gerçekliğini perdelemekten geri durmamış oluruz.
Oysa sorunu tekil olmayan kitlesel davranış kalıpları oluşturmakta. Devletin gadrine en çok uğramış olan emeklilerin, yoksulların sandıkta tercihini mevcut iktidardan yöne kullanmalarının bir nedeni olmalı? Çünkü itiraz edenlerin radikal politik bir programı yok. Kitlelerle bağ kurmuş radikal bir fikrin ve bu fikir etrafında cisimleşmiş bir programın eşliğinde yürüyen politik bir çalışma hattının öznesi değilsen, bu fikrin yaşamda etkili olma şansı olmaz. Bir radikal fikre sahip olmadığın sürece, su soruyu sormaya devam edersin. “Aç ama gidip oyunu iktidar partisine veriyor”... Çünkü Türkiye toplumunda işsizlik, açlık, yoksulluk ve adaletsizlik zamana yayılmış bir davranış kalıbı haline dönüştürülmekte. Bu tarihsel olarak bizim toplumsal normalimiz olamaz. Kapitalizmin yapısal krizlerinin siyasal sistemleri parçaladığı bu yüzyılda istikrarın zayıflıyor, egemenlerin otoriterliği kendi içinde kabuk değiştirerek faşizme yöneldikçe çelişki paradigmalarda artıyor. Sistemin temsilcilerinin suç işlemeye devam ettikleri bu yüzyılda her türlü devrimci isyan gelecekteki insanlık erdemini besleyen özgürlük meşalesi olarak iz bırakacaktır.
Erzincan İliç’te "ölüm vurdu damgasını alınlarına” kardeşlerimizin...
Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.