Kapitalizmin İçinden Bir Olgu: Faşizm
Bugün Avrupa kıtasında ardarda ortaya çıkmış olan emperyalist sistem için kullanışlı neofaşist ve aşırı sağ hareketlerin yükselişine tanıklık ediyoruz. Bu sonuçların tesadüfen veya rastlantısal olarak ortaya çıkmakta olan olgular olmadığını bilmeliyiz. Hortladığı düşünülen faşizmin aslında bir sorunsalı örtbas etmek ve tarihsel rolünü oynamak için yeniden tarih sahnesine çıkartılmış durumda. Kapitalizmin ideologları, popülist faşist hareketlerin örgütlenmesiyle içkin krizleri atlatabilmeyi ummakta.
Avrupa kıtasından başlayarak, dünyanın farklı coğrafyalarında güç kazanarak yükselişe geçmiş olan faşist hareketlerin iktidarlarına ve neofaşist liderlerin popülistliğine tanıklık ettiğimiz bu sürecin gelişmiş kapitalist ülkelerde baş gösteriyor olması tesadüf olamaz. Faşizmin kapitalizmin kriz zamanlarındaki popülist siyasetin bu merkezlerden yükselmesinin bir nedeni olmalı.
Klasik faşizmin Avrupa kıtasında doğuşu ve yükselişi kapitalizmin büyük bunalım yıllarına tekabül eder. İnsanlığın tarihsel olarak yaşadığı iki büyük faşizm dalgasının sonuçları hiç kuşkusuz büyük acıların yaşandığı tarihin karanlık yılları olarak yaşanmıştı. Faşizmin Hitler ve Mussolini ile simgeleşmiştir. Sorumlu tutulan bu kişiler, o dönemin tarihsel sosyoekonomik koşullarının bir sonucu olarak ortaya çıkmış olmasından ötürü yeryüzünde lanetlenmiş figürler olarak anılmakta.
Tüm bu gelişmeler ve 21. yüzyılın Avrupa’sından başlayarak dünyanın farklı coğrafyalarında karşı devrimci hareketlerle faşistlerin iktidara gelmeleri hiç kuşkusuz kapitalizmin küresel ölçekte yaşamakta olduğu krizlerin bir sonucudur.
Geçmiş ve bugün arasındaki benzerlikler bazı farklar içeriyor olsa da klasik faşizm yıllarından en temel fark sosyalist bir blokun olmamasıdır. Emperyalizmin çok kutuplu dünyasında hiç bir şeyin güvende olmadığı kesin. Kriz ve işsizlik kapitalizmin temel bunalımını yansıtmaktadır. Tam da burada faşizmi kendine düstur edinmiş olan neofaşist, aşırı sağ ve dinsel gerici akımların baskıcı insan hakları ihlalleriyle; toplumsal cinsiyet eşitsizliği, homofobi, kadın düşmanlığı, LGBTİQ+ ve yabancı düşmanlığı adına ne kadar popülist argüman varsa onların ateşli savunucuları olarak 21. yüzyılda yeniden tarih sahnesine çıkmayı başarmış olmaları düşünmeye değer bir olgu olarak önümüzde.
Emperyalist kapitalist sistemin çok kutuplu dünyasında yapısal krizlerin süreklilik içeriyor olmasından ötürü, faşizmin kapitalist sistemin öz çocuğu olmasından ötürü tüm kriz zamanlarında ortaya çıkması olağandır. 21. yüzyılın ilk çeyreğinde Trump (ABD), Le Pen (Fransa), Hofer (Avusturya), Gauland (Almanya), Meloni (İtalya), Wilders (Hollanda), Milei (Arjantin) gibi iktidar olan bu karakterlerin kullanışlı figür olarak tarih sahnesine çıkmış olmaları emperyalist kapitalist sömürü sisteminden bağımsız değil.
Faşizm belli sosyoekonomik koşullardan kaynaklanan özel bir tarihsel kategori olarak vücut buluyor. Ciddi ekonomik sarsıntılar ve büyük toplumsal altüst oluşların yaşandığı koşullarda ortaya çıkıyor. Zira krizin yoğunlaştığı tüm dönemlerde işçi sınıfının, sol sosyalist hareketlerin radikal talepleri ekseninde gelişen toplumsal muhalefet gösterilerinin bastırılması ve egemenlerin devrimci durumların önüne barikat oluşturmak için devreye soktuğu karşı devrimci bir strateji hamlesidir faşizmin yükseltilmesi.
21. yüzyılın çok kutuplu dünyasında, kapitalizm için işlerin pek yolunda gitmediği aşikar. Artık kapitalizmin neoliberal politikalarının yarattığı yıkımların “refah“ devletlerinin ekonomik yapılarını eritmesi başta ABD olmak üzere tüm emperyalist merkezlerde histerik korkuları büyüterek toplumsal korkuları sosyal krizlere dönüştürmekte. İklim değişikliklerinin yarattığı doğal felaketlerle birlikte bunun kadar önemli olan başka bir konu başta Amerika olmak üzere Batı dünyasında da yapay zekanın yarattığı robot teknolojilerinin insanin yerini alacağı korkusu gelecek kaygısını büyütüyor.
Tüm bu kaygılar merkez kapitalist ülkelerdeki reel gelişmelerin yarattığı sonuçlar üzerinden yükseliyor. Maddi temelleri asalak finans kapitalin üretken olmayan halinin yarattığı sonuçlar üretken ekonomileri zayıflatıp kronik durgunluk ve işsizliğin kalıcı niteliğe bürünmesini sağlıyor.
Bu nedenle dünyanın birçok ülkesinde eşitsizlik, yoksulluk ve işsizlik emekçi toplumların vasfı haline getirilmiştir. Bu kaygılar işçi sınıfının ve emekçi halkların militan sınıf tavırlarının yükseldiği her kesitte faşist dışavurumlarda kendini hissettirmeye devam edecektir. Emperyalist kapitalist sistemin içinde asalakça yaşamakta olan finans kapitalin hüküm sürdüğü tüm zamanlarda krizlerin yapısal halde devam etmesinin sonuçları savaşlar, ölçüsüz militarizm tehditleri ve muhalefet dinamiğinin gelişmekte olduğu yerlerde de kolluk gücü şiddetinin olağanlaşmasıdır.
Türkiye’de de gelişmekte olan durum yaşadığımız dünyadaki gelişmelerden bağımsız ele alınabilecek bir durum değil. Ağa babalarının ülkelerinde yaşanmakta olan tüm bu durumların Türkiye'de her yönüyle diplerde yaşanıyor olması bağımlılık ilişkilerinden ayrı ele alabileceğimiz bir durum değil.
Tek adamla başlayan çağdışılıkla devam eden bu iktidarın karanlığı içinde kalmak, çürüme ve yok olmak anlamına gelecektir. Bu durumun bir takım fırsatları sunduğunu, aynı oranda bazı tehlikeli durumları içerdiğini bilerek hareket etmeliyiz. Rosa Luxemburg’un dediği gibi “Ya sosyalizm ya barbarlık“.
Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.