
Kilitlenme
Türkiye’deki toplumsal direnişlerin ardından oluşan politik atmosfer, döngüsel bir biçimde aynı sonuçsuzluğa evrilmektedir. Gezi Direnişi gibi tarihsel bir eşik yaratan halk hareketlerinden, 19 Mart’ta devletin çıplak şiddetine karşı patlayan öfke dalgasına kadar, her dönemde tekrar eden durum sadece güçsüzlük değil, aynı zamanda yönsüzlük ve tarihsel sorumluluktan kaçıştır. Bu tekrar, devrimci hareketin duraksadığı noktayı işaret eder.
Devrimci mücadele, yaşanan her deneyimi dönüştüren bir politik bilinçle ilerler. Eğer alan tartışmaları bile bu zihinsel körelmeyle sürdürülüyorsa, bu bir tercihin sonucudur. Çünkü devrimci pratikte “alan” sadece bir mekân değil; halkın belleğiyle kurulan bağın ve politik iradenin toplumsallaştığı yerdir. Taksim, bu yüzden vazgeçilmezdir. Ancak bu belleği yeniden üretmek yerine, devrimci görünümlü edilgenlik biçimleriyle aynı teslimiyet yeniden üretilmektedir. Bu döngüyü kırmak için mücadeleye dair kavrayışın kökten değişmesi gerekmektedir.
19 Mart’tan 1 Mayıs’a Devrimci Olanak ve Kaçırılmış Fırsat
19 Mart isyanı, sadece anlık bir öfke değil, toplumsal bir kırılmanın dışavurumuydu. Bu an, devrimci hareket açısından tarihsel bir fırsattı: Sokağa taşan halk enerjisini örgütlemek, yönlendirmek ve büyütmek mümkündü. Ancak yine aynı körelmiş alışkanlıklar devreye girdi. Halk direnirken, devrimci yapılar yalnızca “temsil” etmekle yetindi; selamladı ama büyütmedi, sahip çıktı ama örgütlemedi.
Bu tutum, 1 Mayıs’a giden süreçte de kendini tekrar etti. Oysa 1 Mayıs, sınıfsal taleplerle halkın öfkesini birleştirmek için eşsiz bir olanaktı. Ancak dar grupçu çağrılar, etkisiz açıklamalar ve sahte radikalizmle süreç politikasızlaştırıldı. Böylece, 19 Mart’ın sunduğu devrimci potansiyel, sistemin sınırları içinde bırakılarak eritilmeye çalışıldı.
Taksim Sembol Değil, Mücadele Alanıdır
Taksim, Türkiye işçi sınıfının hafızasıdır. 1977’den bu yana direnişin, yasakların ve mücadelelerin mekânıdır. Ancak devrimci çevreler, bu hafızayı yaşatmak yerine, onu yılda bir kez tekrar edilen bir slogana indirgedi. Yasaklara göre pozisyon almak devrimci bir yaklaşım değildir. Devrimcilik, yasaklara karşı halkın taleplerini esas alarak hareket etmeyi gerektirir.
Bugün, Taksim, devrimci iradenin turnusol kâğıdıdır. Ortak çağrılardan kaçmak, yalnızca kendi çevresine konuşan ajitasyonlarla sınırlı kalmak, Taksim’i bir içi boş simgeye dönüştürür. Oysa Taksim’i kazanmak, fiziksel bir işgal değil; toplumsal bir odak haline getirecek direnişi örgütlemektir.
Kadıköy Birleşik Mücadelenin Fiili Zeminidir
2025 1 Mayıs’ında Kadıköy, yalnızca bir toplanma noktası değil, politik müdahalenin fiilen gerçekleştiği bir alan haline geldi. Yıllardır baskılarla daraltılan siyasal alanda halkın iradesi yeniden görünür oldu. “Milli Gelire Göre Ücret, Demokrasi İçin Erken Seçim!” talebi, yalnızca ekonomik bir düzenleme çağrısı değildi. Bu slogan, yoksullaşmanın kaynağının yalnızca iktisadi tercihlerde değil, aynı zamanda faşistleşmiş rejim biçiminde olduğunu da ortaya koydu.
Kadıköy’de yankılanan bu talep, işçilerin sefalet ücretlerine karşı haykırışıyla; gençliğin geleceksizliğe isyanıyla; kadınların ve emeklilerin hayata tutunma çabasıyla birleşti. Böylece hem ekonomik hem de politik bir hesaplaşma çağrısı haline geldi. Bu taleplerin ortaklaştırılması, Türkiye halklarının içinde bulunduğu çok yönlü krizin sınıfsal ve siyasal bir yanıtla aşılabileceğinin işaretiydi.
Birleşik mücadele deneyiminin 2025 1 Mayıs’ında Kadıköy’de yeniden ete kemiğe bürünmesi, Türkiye solunun da önüne önemli bir sorumluluk koymaktadır. Zira halk, yoksulluğa ve baskıya karşı sesini sokağa taşımışken, solun buna uygun politik ve örgütsel karşılıklar üretmesi kaçınılmazdır. Temsili siyasetin kilitlendiği, parlamenter sistemin işlevsizleştiği bu dönemde, sokağın talepleri giderek daha doğrudan bir politik yönelim çağrısı haline gelmektedir.
Politik Yenilenme ve İradesini Kuran Hareket İhtiyacı
Gezi’den bu yana yaşanan her büyük kırılma, devrimci hareketin kendini yenileme zorunluluğunu gözler önüne serdi. Ancak bu yenilenme, biçimsel değil; stratejik, teorik ve örgütsel düzeyde köklü bir kavrayış değişimini zorunlu kılar. İçe kapalı yapılardan, dar grup reflekslerinden çıkılmadan halkın hareketine karşılık üretilemez.
Taksim’i savunmak, geçmişin hatırasını değil, geleceğin mücadele alanını sahiplenmektir. Yeni bir yönelim, sınıfın taleplerini güncel mücadelelerle buluşturan, halkın fiili direnişine örgütlü karşılıklar sunan bir stratejik hatta ihtiyaç duyar. Aksi halde isyanların ardından gelen ajitasyon, onu izleyen körelmiş sessizliğe dönüşmeye devam eder.
Aynı Döngüye Hapsolmayı Reddetmek
Hayat, hataları hep aynı insanlara tekrar ettirmez; yeter ki bu hataların farkına varılsın. Devrimci hareket, körelmiş zihinlerin döngüsünü kırmalı; halkın potansiyelini gören, ona uygun politik hatlar inşa edebilmelidir. Taksim’i savunmak, bir alanı değil, bir iradeyi; 1 Mayıs’ı anmak değil, geleceği örgütlemektir.
Bugün görev, bu geleceği devrimci bir cüretle kurmaktır. Bu, halkın doğrudan müdahalesini ve örgütlü gücünü görünür kılacak stratejik araçlarla mümkün olacaktır. Bu strateji, yalnızca mevcut devrimci yapıları değil, halkın her kesimini kapsayacak şekilde genişlemelidir. Sosyal hareketlerin sınırlarını aşan bir birleşik mücadele, ancak ortak taleplerin örgütlü bir güçle sokağa taşınmasıyla hayat bulacaktır
Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.