Avrupa’da Faşizm Hayaleti mi Dolaşıyor?
Kapitalizmin yüzyıl önce Avrupa ve dünya halklarının başına musallat ettiği faşizm virüsünün bulaşıcı hastalıklı hali, 21. yüzyılda Avrupa kıtasındaki etki alanını genişletmeye devam ediyor. Son olarak Fransa’daki seçimlerden güç kazanarak çıkan, insanlığın zihnini yeniden meşgul eden, hayatın sabiti haline dönme eğilimini güçlendirerek varoluşsal tehdit olma eğilimini dipten oluşturduğu dalgayla sürdüren faşizmin beslendiği umutsuzluk ağacını, hayatın tüm renkleriyle meyveye dönüştürmek olmazsa olmazımız olmalı.
Potansiyel olarak yeryüzündeki tüm ölümcül virüslerden daha tehlikeli bir tür olan faşizmin, 2. Dünya Savaşı’ndan sonraki fiziki yenilgisi üzerinden geçen 83 yıllık zaman diliminde; Avrupa toplumunun bünyesinde sakince yaşayarak varlığını sinsice sürdüren bu virüsün aniden dünyanın dört bir yanında milyonlarca insanin bünyesinde kendini göstermesinin bir nedeni olmalı?
Potansiyel olarak bu virüsü kendi bünyesinde besleyen kapitalizm, uzun zamandır yaşadığı kronik hastalıklı durumun yarattığı toplumsallaşmış yapısal krizlerin radikal değişimlere, sosyal patlamalara evrilmemesi için kendi bünyesinde uyutarak büyüttüğü öz çocuğunu viral olarak Avrupa kıtasında hayatin sabiti haline getirmek için burjuvazinin pazarlıklarla sahneye çıkardığı faşizmin gelecek için oluşturduğu endişeler giderilmiş degil.
21 yüzyılda Avrupa kıtasındaki birçok insana bu virüsle ilgili sorular sorduğunuzda, faşizmin mikrobik hastalıklı bulaşıcı ve geçmişte büyük trajediler yaşatmış bir tür olarak tarih sahnesinden silindiğine dair beyanlarda bulunabilirler. Yakın zamana kadar bu fikrin hayattaki karşılığının böyle olduğuna dair emareler oldukça fazlaydı. Ancak bugün yapılan bir çok analiz faşizmin dünya genelinde hızla başka bünyelerde toplumsallaşmakta olduğu gerçeğiyle karşı karşıya olduğumuzu ifade ediyor.Bu durumun pratikte de varlığını bir tehdit haline dönüşerek göstermesi üstünden atlayacağımız bir konu olmaktan çıkmıştır.
Bu durum bize faşizmin Avrupa Parlamentosu’ndaki çoğunluğu almasının ardından üzerinden atlanılacak bir olgu olmadığını gösteriyor.Sorunun sadece Avrupa Parlamentosu ile sınırlı olmadığını söylemek gerekiyor. Değişimin yüzyıllar arasındaki geçişkenlik rutininde, faşizmin hangi rasyonalite üzerinden yeniden sosyalistlerin gündemine girmiş olduğu önemli bir tartışma konusu olarak orta yerde durmaya devam edecektir.
Ancak tartışmanın yalnızca faşizmin şiddet retoriği üzerinden yürütülmesinin bizi doğru sonuçlara götürmeyeceğinin altının çizilmesi gereken bir konu olduğunu ifade etmek gerekir. Yapısal olarak fiziki dünyanın her parçasında kapitalizmle birlikte yaşayan bir norm olduğunu bilmek, buna karşı yürütülecek mücadele bicimlerini şadeleştirecektir.
Günümüzde faşist hareketin tekelci kapitalist toplumlarda gelişiyor olması önümüzdeki zamanlarda gerçek anlamda bir karar aşamasına varması kuvvetle muhtemellik ifade edecektir. Siyasetin ağırlık merkezinin hızla faşizme evrilmesi küresel sermayenin yapısal krizleri için bir şans olabilir mi? Bu sorunun egemen sermayenin faşist harekete güvenip, deneme eğilimini güçlendiriyor gibi görünsede bazı tereddütleri yaşadıklarını kestirmek zor olmasa gerek. Olası bir devletleşme durumunda tamamen kendi programlarını uygulamaya sokarak kontrol edilmesi imkansız bir güç haline dönmesi bu gerilimin temelini oluşturmakta.
Küresel kapitalizmin neoliberal uygulamalarının yarattığı kriz biçimlerinin yükünün her daim yerküredeki işçi emekçi sınıflarının üzerine yıkılarak uygulanan siyasal iktisadi politikaların iflasının bir sonucu olarak "özgürlükçü" Avrupa kıtasını cehenneme çevirmiş olan faşizmin popülist siyaset biçimiyle gençler arasında hızlıca yer buluyor olması sosyalistlerin, demokratların, çevrecilerin genel olarak yaşamda itirazı olanların seçimlerle kurdukları ilgisizlik halinin bir sonucu olarak popüler hale geliyor olmasına sunmuş oldukları katkıyı bir kez daha hatırlatmak önemli olacaktır.
Sosyalist solun bir tür "radikallik" olarak tanımladığı sandığa gitmeme, sözünü söylememe halinin dünyanın genelinde benzer kareler yaratmakta oldugunu her secim sonrasındaki tartışmalarda deneyimleyerek yaşıyor olmak bir tür arsızlık hali olarak ele alınabilir. Devrimcilerin seçim zamanlarında oluşturmaya çalıştıkları siyaset tarzının stratejik, politik, psikolojimizin ortaya çıkardığı hatalı eğilimlerin yıllardır güçlendirdiği sağla nasıl bir radikallikle mücadele ettiğimizde günümüzün tartışmalı konularından birini oluşturmakta.
Ortada radikallik olarak tarif ettiğimiz bir nedensizlik dolaşıyor. Şimdiye kadar gözlemlediğim şey tamda böyle bir olguya dayanıyor. Lenin'in kitabının hakkını vermek lazım ortada hep bir "Sol Komünizm, Bir Çocukluk Hastalığı" olarak dolaşmakta. Avrupada nedensiz asiliğin başını alıp gittiği zamanlardayız. İtirazlar kuramsal değil, duygusal tercihler olarak yapılıyor. Dolayısıyla faşizmin güçlenip tarih sahnesine çıkması bir sürpriz sayılmaz.
Avrupa Parlamentosu seçimlerinde faşizmin ayak seslerinin bu denli net duyulmaya başlamasıyla birlikte, ilk adim Fransa’da oluşan sol cephenin "Yeni Halk Cephesi" adıyla 30 Haziran’ın ardından 7 Temmuz’daki ikinci tur seçimlerine geniş katılımlı bir örgütlülükle adım atmış olmaları dengeleri değiştirecek gibi görünüyor.
Şayet faşizmin bu yükselişine bu aşamalarda müdahale edilemezse, yarın çok daha büyük sorunların yaşandığı risk merkezinde gerceklerle yüzleşmiş oluruz.
Evet umut hayat ağacının evrenselliğini oluşturan halkta ve Bizde.
Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.