Yıkıma Karşı Birlikte Mücadele
Türkiye sosyalist hareketi, günümüze diyalektiğin bütün yasalarını doğrulayan tartışmalardan ve mücadelenin getirdiği tüm politik yıkımların içinden geçerek geldi. Güncel toplumsal enkazların üstesinden hangi politik ve pratik fikirlerle geleceği ise günümüzün konjonktürel konusu olarak orta yerde durmakta.
Zor zamanlardan geçerek geldiği günümüzde sanırım devrimci siyaset eskisi kadar acillikler ve görevler içermiyor. Ya da devrimci görevlerin ülkenin seçim sath-ı mailine girdiği zamanlarda hatırlanıyor olması meselenin esasını oluşturmakta.
Oysa yaşadığımız yüzyılın acillikler içeren ölümcül derecede konuları var. Kapitalizmin neoliberal politikalarla, dijital teknolojik gelişmelerle kurduğu bu yüzyıla ait niteliklere sahip baskı şekillerinin getirdiği felaketler yeryüzünde yaşayan tüm canlıları etkilemekte.
Bu neden dolayı bu günün tüm yıkım siyaseti ve sonuçlarına bir dur demek önemli bir devrimci görev olarak görülmeli.
Yakın tarihin en büyük yıkım ve bunalımlarının yaşandığı ülkede hangi nitelikli fikir tartismaları ve mücadele birliktelikleriyle bunun üstesinden gelebileceğimizi, yapacağımız politik ve pratik işler ortaya çıkaracaktır. Buradaki tartışmaların içeriğinin bunun ilerletilmesine bir etki edip etmeyeceğini şimdilik kestirmek zor.
Bu sürecin kendi içkin sorunsalının temel hareket noktası, herkesin kendini ana akım ve en devrimci veya sosyalist görmesinin yarattığı güven olabilir. Ancak pratikte tam tersi yönünde emarenin çok olduğu gerçeğiyle yüz yüzeyiz. Oysa bazı "kusurlu" yönlerimizin farkına varabilmek belki de bu sürecin azaltılmasındaki temel devrimci adımlardan biri olabilir.
Artık bir gerçeği kabul etmemiz gerekiyor. Farklı bir çağın içinde olduğumuz için iyi ve kötü olanların arasındaki uzlaşmaz sınıfsal çelişkilerin daha da sertleştiği bir durum söz konusu. Şayet toplumsal değişimleri hedefleyen fikirlere sahipsek öncelikli olarak bir sistematiğe ve tutarlılığı sahip olmalıyız. Buradaki tutarlılık politik konjonktüre programatik fikirlerle yürüyerek umutsuz olan toplumsal katmanlara umut ve kazanma duygusunu vermek için mücadele etmektir. En "devrimci" yönlerimizin pragmatizmle ön plana çıkartıldığı yerel yönetimler üzerine oluşturulmuş ittifak fikirleri her zamanki paramparça haliyle orta yerde duruyor.
Her şeyin en sert sınıfsal ayrımlar üzerinden bir saflaşmayı zorunlu hale getirdiği bir dönemde bugünü ve yarını ıskalamadan, solun tarihsel birikim ve deneyimlerini popülizme feda etmeden kurulacak genel bir birlik bu yerel seçimlerde de sağlanamadı. Bu durumun toplumda yarattığı duygunun güvensizlik olduğunu ‘biz şöyle aslanız kaplanız’ yanılsamasından çıktığımızda görmüş olacağız.
Sonra da yaratılmış açlığın, adaletsizliğin ve işsizliğin Erdoğan’ı kendiliğinden devirme ihtimalini beklemekten vazgeçmemeye devam ediyoruz.
Her seferinde hiçbir deneyim kazanmadan sıfırdan başlamayı göze alıyorsan, sınıflar mücadelesinin bir oyun alanı olmadığını bilinmelisin. Bu oyunun utangaç ruh haliyle seçmen davranışları üzerinden halkı beğenmeyip, onları aşağılayacak tüm kavramlarla konuşma özgürlüğüne sahip olmayı kendinde görmekten vazgeçmelisin. Her seçim sonrasında halkı lağvedip sonra da bilinmeyen ütopik bir yerlerden daha militan halk ithali ile özlediğimiz devrimi yapabilme ihtimalini düşünmeyi bırakmalıyız. Olmayacak ihtimallerin peşinden kültürel bir formla mücadeleye devam kararları almaktan, kendi güvenli alanlarımızda geçmişin aslanlıklarıyla mutlu olmaktan vazgeçmediğimiz sürece geleceğe bakan bir devrimci hareketin yaratılmasını sağlamış olmayacağız.
Yıllardır tüm toplumsal meselelere süper ultra fikirler ve analizlerle bakıp toplumun seçimlerdeki tercihlerini bir paket makarna, bir miktar kömür veya çayla açıklamak gibi fikirlerdense şimdilerde çok yakınlaşılan milliyetçilik bir neden olabilir
Oysa durumun farklı olduğunu biliyoruz. Ekonomi dediğin şeyin çok basit açlık tokluk denklemi üzerinden açıklanabilir bir olgu olmadığı gerçeği iliklerimize kadar işlemiş durumda. İnsanların yaşamlarını idame ettirebilme kaygısıyla yaşadığı her şey iç içe geçmiştir. Bu sorunun içinde debelenen bir halkı sandıktaki "seçmen davranışı" ile aşağılamak onun yaşadığı kaygının üstündeki gerçekliği anlamamışız demektir.
“Hayat karşısında benzer tavırları alanlar birbirlerini anlamakta zorlanmazlardı.” diyordu Mario Levy.
Bu sözden yola çıkarsak Türkiye sosyalist hareketinde bu durumun oldukça farklı olduğunu hep birlikte görüyoruz. Kuvvetle muhtemel bu yerel seçimler için sayısız toplantılar yapılıp sonrasında bilindik beraber olamama fikri, daha iyi “birlikler” için gelecekte bir zaman dilimine havale edildi. Herkesin kendi yağında kavrulma arzusu, siyasetsizlik olarak aslına rücu etti.
Sorunun bu kadar basit ele alınması bizi daha iyi sosyalistler yapmıyor. Yaşadığın coğrafyadaki meselelere karışmaktan ve Kürt halkıyla ittifak ve mücadele arkadaşlığından imtina ediyorsan burada büyük bir sorun olduğunu bilmelisin. Tüm bu mücadele pratikleri yaşadığımız yüzyılın en radikal mi yoksa en gerici mi olacağının turnusol kağıdı da olacaktır. Yaşadığın coğrafyada bir halkın politik mücadelesiyle ilişki kurmamak için kendi güvenli kültürel formunda kalarak büyük laflar etmek kimseye bir şey kazandırmıyor. Kendi devrimci tarihinin zengin birikiminden öğrenerek devrimci bir programla konjonktürel siyasetin dışında kalma ihtimalini sevmekten vazgeç.
Şayet vazgeçmezsen bir süre sonra vatan ve yurt sevgisinden başın döner ve kendini "utangaç" bir milliyetçilikte bulursun.
Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.