
Yıkılmayan Kentler İçin Rant Düzenini Yıkmalıyız
Yıkılmayan Kentler İçin Rant Düzenini Yıkmalıyız
Türkiye’nin Deprem Gerçeği ve Gelecek Perspektifi
6.2 büyüklüğündeki Silivri depremi, Türkiye’nin bir deprem ülkesi olduğu gerçeğini bir kez daha acı bir şekilde hatırlattı. Ancak bu gerçeğin yalnızca bir felaketin ardından gündeme gelmesi, toplumsal olarak içine sıkıştığımız şizofrenik döngüyü gözler önüne seriyor. Deprem gibi yıkıcı bir felaketi, ancak yaşandıktan sonra konuşmak ve bu konuşmayı periyodik bir yas sürecine dönüştürmek, yalnızca acılarımızı katlamaya yarıyor.
Oysa mesele açıktır: Deprem, bir doğa olayıdır; felakete dönüşmesi ise siyasal tercihlerin ve toplumsal örgütsüzlüğün sonucudur. Toplum olarak, deprem gerçekleşmeden önce harekete geçmek; birlikte sağlam kentler kurmak, bu süreci halkın doğrudan denetimiyle örgütlemek zorundayız. Doğal afetlere karşı alınacak önlemlerin ve kent planlamasının, yerel halk meclislerinin günlük yaşamın bir parçası haline getirilmesi yaşamsal bir zorunluluktur.
Bugüne dek iktidarın rant merkezli kentleşme anlayışının, mevcut durumu iyileştirmek bir yana, daha da kırılgan hale getirdiği açıkça görülmüştür. Kapitalist düzenin kâr hırsı, insan hayatını hiçe sayan bir yapı üretmiş; her yeni deprem, bu sistemin bedelini halka ödetmiştir. Artık şu gerçeğin farkına varmak gerekiyor: Sonuçlarını acı bir şekilde yaşayacak olan halk, bu sürece iradi olarak müdahale etmediği sürece hiçbir şey değişmeyecektir.
Emekçi Hareket Partisi’nin 2023 Hatay depremlerinin ardından hazırladığı kapsamlı rapor, aradan geçen zamana rağmen hâlâ güncelliğini korumaktadır. Türkiye, dünyanın en aktif fay hatlarından biri üzerinde yer almasına rağmen, 2025 yılı itibarıyla hâlâ sistematik bir hazırlık içinde değildir. Bu yalnızca teknik bir eksiklik değil; aynı zamanda rant odaklı kapitalist kentleşmenin yapısal bir sonucudur.
Yıkılmayan kentler ancak halkın denetiminde, ortak akılla, bilimsel bilgiyle ve kamu yararını esas alan bir anlayışla inşa edilebilir. Bunun yolu da rant düzenini yıkmaktan geçiyor.
Deprem ve Rant Rejimi Türkiye’nin Hazırlıksızlığı
Türkiye’de kentleşme politikaları uzun süredir, kamusal ihtiyaçları değil, sermaye sınıfının çıkarlarını önceleyen bir rant rejimi üzerinden yürütülmektedir. Bu rejimin temelinde ise deprem gibi hayati bir gerçekliğin göz ardı edilmesi, kentleri güvenli yaşam alanları değil, kâr maksimizasyonu araçları olarak gören bir anlayış yatmaktadır. TÜİK verilerine göre, 2002-2023 arasında inşaat sektörüne kamu ve özel sektör eliyle aktarılan toplam kaynak 3 trilyon TL’yi aşmıştır. Ancak bu yatırımların büyük kısmı, bilimsel kent planlaması ya da deprem güvenliği temelinde değil, kısa vadeli ekonomik çıkarlar doğrultusunda yönlendirilmiştir.
Özellikle İstanbul gibi deprem riski yüksek kentlerde, kentsel dönüşüm adı altında yürütülen projeler, halkın güvenliğini ve kamusal yararı öncelemekten uzak kalmıştır. Bu projelerin asıl amacı, arsa değerlerini artırmak ve mülk sahiplerine değil yatırımcılara hizmet edecek yeni yapılaşma alanları yaratmaktır. İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin 2023 verilerine göre, şehrin %70’inde mevcut yapı stoku halen deprem yönetmeliğine uygun değildir. Bu tablo, yaşanacak büyük bir depremin, yalnızca fiziksel yıkımı değil, aynı zamanda sosyal felaketi de beraberinde getireceğini göstermektedir.
Boş alanlar, afet toplanma bölgeleri olarak korunması gerekirken, rant beklentisiyle lüks konutlara ve AVM’lere açılmakta; böylece halkın güvenliği sistematik biçimde tehlikeye atılmaktadır. Toplumsal olarak karşı karşıya olduğumuz bu tablo, teknik eksikliklerin ötesinde, açıkça bir siyasal tercihin ve sınıfsal çıkarın ürünüdür. Bugün Türkiye’nin depreme karşı hazırlıksız olması bir tesadüf değil, iktidarın halkın değil sermayenin ihtiyaçlarını esas alan politikalarının doğrudan sonucudur.
Fay Hatları Sınıfsaldır Rant Düzenini Yıkmadan Dönüşüm Mümkün Değil
Depremler sadece yerin altındaki fay hatlarını değil, sınıfsal fayları da açığa çıkarır. Depremin sonuçları, hangi sınıftan olduğunuzu da gösterir. 2023 Kahramanmaraş merkezli depremlerde yıkılan yapıların %85’i yoksul halkın yaşadığı bölgelerdeydi. Fay hatlarının geçtiği yerler, aynı zamanda sermaye ile yoksulluk arasındaki çarpışmanın en açık yaşandığı coğrafyalardır.
Depremlerden sonra yaşananlar da bu eşitsizliği derinleştirir: Servet sahibi sınıflar yeni lüks sitelere taşınırken, yoksul halk geçici barınma alanlarına, çoğu zaman da belirsizliğe mahkûm edilir. Kimi yaşar, kimi gömülür; kimi yeniden inşa eder, kimi ise yok sayılır. Çünkü fay hatları kadar, düzenin yarattığı sınıfsal fay kırıkları da yıkımı belirler.
Kapitalist kentleşme mantığıyla, halkın barınma hakkı sürekli ötelenirken; müteahhitlerin, yatırımcıların ve iktidarın ortak çıkarına göre yeni inşaat alanları belirlenmektedir. Belediyeler ve merkezi yönetim, bu sistemin uygulayıcısı ve sürdürücüsü konumundadır. Oysa gerçek bir dönüşüm, bu rant düzeninin dışına çıkmış, planlı ve halkçı nefes alan kentlerin planlandığı yapı anlayışıyla mümkündür.
Kamu Seferberliği ve Kolektif Hazırlık Başka Bir Model Mümkün
Depreme hazırlık, sadece teknik uzmanların değil tüm toplumun seferberliğini gerektirir. Japonya’da her yıl düzenli olarak yapılan ulusal afet tatbikatlarına halkın %80’inden fazlası katılmaktadır. Meksika’da ise mahalle bazlı tahliye ve ilk yardım eğitimleri yaygınlaştırılmıştır.
Türkiye’de ise halktan habersiz, yukarıdan dayatılan ve çoğunlukla rantı önceleyen kentsel planlamalar yapılmaktadır. Oysa dayanıklı kentler için:
- Mahalle meclisleri ve yerel afet dayanışma ağları kurulmalı,
- Barınma kamusal bir hak olarak tanınmalı,
- Kentsel planlama süreçleri halkın doğrudan katılımıyla yürütülmelidir.
Bu, yalnızca teknik değil, aynı zamanda politik ve sınıfsal bir meseledir.
Depremle Mücadele = Kapitalizme Karşı Mücadele
Depremler, kapitalist sistemin eşitsizliklerini en çıplak haliyle ortaya çıkarır. Beton kulelerin altında kalanlar, işçiler, göçmenler ve yoksullardır.
Türkiye’de son 30 yılda yaşanan büyük depremlerde (1999, 2011, 2020, 2023), toplamda 60.000’den fazla kişi hayatını kaybetti. Bu ölümler, yalnızca “doğal afet” değil; doğrudan ihmalin, yolsuzluğun ve rant odaklı yönetim anlayışının ürünüdür.
Bu nedenle, depreme karşı gerçek bir mücadele, mevcut ekonomik ve siyasal düzenle mücadeleden ayrı düşünülemez. Yıkılmayan kentler, ancak kapitalizmin yıkımıyla mümkündür.
Sonuç Deprem Gerçeği ve Radikal Bir Gelecek Perspektifi
Silivri depremi, bir uyarıdır. Fakat bu uyarılar her seferinde aynı çürük sistemin duvarlarına çarpıp geri dönmektedir. Türkiye’deki deprem tablosu, teknik değil siyasal bir sorundur.
Rant düzeni yıkılmadan, güvenli şehirler kurulamaz. Halkın kolektif iradesi olmadan, toplumsal seferberlik sağlanamaz. Kapitalist kentleşme devam ettikçe, her yeni deprem yeni bir felaket olacaktır.
Bugün ihtiyaç duyulan şey, halkın öznesi olduğu bir yeniden inşa sürecidir. Bu; kolektif, kamucu, planlı ve toplumsal ihtiyaçlara göre örgütlenmiş bir düzeni gerektirir. Yıkılmayan kentler, yıkılması gereken bir düzenin küllerinden yükselecektir.
Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.