İktidarın Krizi, Milliyetçilerin Saldırıları
Türkiye’de linç kavramının tarihsel izini takip etmek zor değil. Devletin desteği ve tahrikiyle etnik kimlik ve inanç gruplarına karşı yapılmış çok sayıda örnek toplumsal bir hafıza oluşturmuştur. Belli “simge” ve “işaretlerin” izini sürdüğünde, siyasal mühendislik hesaplarıyla, politik hayatin gerçekliğinde birer figüran haline getirilmiş “Türk” şovenizminin Pentagon patentli trajı komik milliyetçilik ideolojisinin histerik zavallı haline tüm toplumsal katliamlar ve linç kültürüyle işlenmiş cinayetlerde rastlamak mümkün.
Anadolu topraklarında mülksüzleştirme ve "Türkleştirme" linci ilk olarak azınlıklara karşı 1934 yıllarında başlıyor. Anadolu’nun zengin mozaiğinin birer parçasını oluşturan renklerin sahibi halklardan bazıları artık bu coğrafyada yaşamıyorlar. Devletin teşvik ederek gadre uğrattığı bu coğrafyanın bazı renkleri artık mozaiğin birer parçası değiller. Yahudiler, Rumlar, Ermeniler, Kürtler ve farklı inanç sistemine sahip Alevilere tarihin utanç yüklü zamanlarındaki büyük katliamlarına tanıklık etmiş bu coğrafya, 21. yüzyılda yenilerini yaşamaya devam ediyor.
"Ne mutlu Türk’üm diyene" ile başlayıp Yahudilere, Ermenilere, Rumlara, Kürtlere, Alevilere, şimdilerde de Suriyelilere "ölümle" biten, üç hilalli, kurt sembollü güruhlaşmış kalabalıklar yeni "avlarının" izini ağzı salyalı, boyunları it kolyeli yırtıcılar olarak meydanlarda infial yaratarak varlıklarını sürdürmeye devam ediyorlar.
Yakın tarihinin en büyük katliamlarından birinin yıl dönümüne denk gelen Kayseri’deki katliam girişiminin bir tesadüfle açıklanabilir olmaktan hayli uzak bir yerde durduğunu bilmek gerekir.
Çok "milliyetçi" olan ülkem faşistleri başka ellerin ritmik hareketleriyle kuklalık görevlerine oldukça sadık durumdalar.
Yaşananları 22 yıllık AKP ve küçük ortağı MHP’nin yönettiği ülkedeki siyasi iktisadi kriz biçimlerinin dışında ele alamayız.
İktidarın ülke içinde her türlü gayrimeşru ilişki biçimini meşrulaştırıp, devlet güvencesine alarak inşa ettiği yeni mafyatik devlet yönetimini kendi kadro yapılarıyla güçlendirerek, tüm anti demokratik uygulamaları devletin normali haline getirmiş oldular.
Babalarından aldıkları destekle yaşadıkları coğrafyayı ve çevresini cehenneme çevirme görevini savaşlar, talanlar, rantlarla sürdürmede oldukça gayretli davranan iktidarın Suriye’de ve İsrail’de Filistinlilere yönelik katliamdaki rollerinin artık sır olmadığı aşikar.
Ülke içindeki ekonomik krizin büyütmekte olduğu sınıfsal çelişkileri, yabancı düşmanlığıyla harmanlayarak bölgesel huzuru bozma rolündeki koç başı görevine dört elle sarılmış olarak devam eden iktidar ortakları şimdilik birbirlerinin tüm ayıplarını örtmekte anlaşmış görünüyorlar.
Hedef tahtasına oturttukları Suriyelilere yönelik linç programını toplumsal meşruiyette kimsenin itiraz edemeyeceği çocuk tacizi gibi argümanlarla ifadelendirme çabalarının kendi bünyelerine oldukça bol geldiğini bilmeliler.
Kayseri’nin Melikgazi ilçesinde ateşi fitillenmiş olan faşist linç güruhunun Suriyelilere yönelik başlattıkları katliam denemesiyle eş zamanlı olarak başka şehirlerde de benzer şekillerde devreye sokularak faşizmin kullanılabilir bir figür olduğunu bir kez daha görmüş olduk. Sosyolojik olarak lümpen alt kültürün sürü halindeki davranış biçimi olarak varlığını sürdüren faşist güruhlar bir ideale sahip olarak yaşamazlar.
Düne kadar kardeşleri olarak görüp misafir olarak konuk ettikleri Suriyelilerle Suriye'nin belli bölgelerinde ortak işler yapan milliyetçilik şimdi konuklarının canına şuursuz sürüler halinde kast edip, mallarını yağmalayıp çökmek için yarışır durumda. Bu duruma toplumsal meşruiyet kazandırmak içinde olmayan beyinleriyle kimsenin itiraz edemeyecekleri çocuk tacizi gibi bir meselenin arkasına saklanırken tüm çirkinlikleriyle orta yerde durduklarının farkında değiller.
Oysa beslendikleri kaynak ve "yücelik" olarak tariflemeye çalıştıkları ırk ve mezhep çocuk taciz ve tecavüzlerine o kadar teşneki, devletin denetimindeki birçok kurumda yakın zamanda kamuoyuna mal olmuş o kadar çok çocuk istismarı meydana gelmişti ki bu "yüceliği" kendilerine atfetmiş olanlar kafaları önünde gezmeyi tercih etmiştiler.
Biz bir kez daha kronolojik tarihlerle buraya not düşelim.
2008: Ensar Vakfı Çorum.
2015: Gençlik, İlim ve Hikmet derneği Sinop.
2016: Ensar Vakfı Karaman şubesi.
2017: Süleymancılar tarikatı Adıyaman Besni.
2018: Faruki Tarikatı Konya.
2018: Suffa Eğitim Vakfı Erzurum Oltu.
2019: Miyase çocuk Yurdu İzmir Dikili.
2020: Fıkıh Araştırma Derneği İstanbul Ümraniye.
2020: Uşşaki Tarikatı İstanbul.
2022: 2022 İsmailağa Cemaati Hiranur Vakfı İstanbul.
Devletinizin "yüceliğindeki" tüm bu merkezlerde yüzlerce erkek ve kız çocuğuna taciz istismar ve tecavüz edilmiştir.Büyük ülkü sahibi kurtçuklar. Linç ve katliamlarınıza, taciz ve istismar gibi kavramları katarak toplumsal bir hassasiyet oluşturamazsınız.
Yönettiğiniz ülkede kaosun büyümekte oldugunu bildiğinizden toplumsal huzursuzlukların büyütülmesinde devreye soktuğunuz her şey düzeniniz gibi yerle bir olacaktır.
Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.