Emperyalizmin Savaştan Başka Planı Yok
Emperyalistlerin kaosa olan ihtiyaçlarının bir sonu gelmiyor. Bu siyasetin en çabuk hayat bulacağı coğrafya ise hiç kuşkusuz Ortadoğu’dur. Çok bilinmeyenli bir denklem gibi, sürekli değişkenlik gösteren Ortadoğu, üzerinde rahat at koşturmak isteyen emperyalistler arası rekabette bir arena işlevine sahip. Bundan dolayı Ortadoğu’da hegemonya mücadelesi önemli gelişmelerin ve politik pratik manevraların asıl gerekçesini oluşturmakta.
ABD’nin “kurala dayalı dünya düzeni” yerini kaosa bırakıyor. Artık ezberlendiği gibi Ortadoğu’da sorunsuz bir karış toprağa rastlamak nerdeyse imkânsız. Her zaman olduğu gibi savaş söz konusu olduğunda, hiçbir kuralın işlemediği katliamlara da tanıklık ediyoruz. Savaşın yaşandığı coğrafyalardaki kaos siyasetine rasyonel açıklamalarda bulunmak oldukça zor bir durum.
Ucuz yollu analizlere sapmadan, komplo teorilerine bulaşmadan yol almak durumundayız.
Etki ve toprak bütünlüğünü daha da genişletme arzusunda olan İsrail hükümetinin planlarına karşı, Filistinli direnişçilerin tarihsel olarak organize etmiş oldukları büyük bir saldırıyla dünyanın dikkati yeniden Filistin’e çevrildi. Filistin direnişinin Hamas’la özdeşleştirilerek bölgedeki müttefiklerine açık bir çağrı niteliği taşıması, bölgesel savaş olasılıklarının tartışılması birilerinin iştahını kabartmış görünüyor. Yıllardır aranılan kaos olanağı nihayet yakalandı ve İsrail’in “mağduriyeti” üzerine özenli haberler servis edildi. Müzik festivaline yapılan saldırının öne çıkartılması ve dezenformasyon siyasetine ABD başkanının da destek vermesiyle bu durum devam etti.
Fırsatı yakalamış olan İsrail savunma kuvvetleri, abluka altındaki Gazze’de ayrım gözetmeksizin bir katliam ve soykırıma girişerek Hamas’ı, insansızlaştırılmak istenen Filistin için kullanılabilir bir figür haline dönüştürmüş oldu.
Yılların sempatisini kazanmış Filistin direnişi Hamas’la ilişkilendirilerek boğulmak istenmekte. Yüz yıllardır orada yaşayan insanların topraklarından sürgün edilmesi, katledilmesi, tarihleri ve topraklarının çalınması, küresel emperyalist güçlerin temel stratejilerinden biriydi.
Mağdur edebiyatıyla hareket eden işgalci Siyonistlerin, “meşru müdafaa” ile kendilerini savundukları açıklaması kulağa elbette gerçekçi gelmeyecektir.
21. yüzyılın şizofrenik karakterinden biri olan Netanyahu’nun Filistin topraklarına el konulmasını meşrulaştırmak için yaptığı tüm açıklamalar ağa babalarından büyük övgüler alarak gerilimin tırmanmasında etkili bir durum oluşturdu. Bu savaşlarda sivil halkın rahatça öldürüldüğü, hastanelerin, şehirlerin hiçbir savaş hukuku ve kuralına uyulmadan bombalandığı, bu gerçekliği sanki bir bilgisayar oyunu gibi aktaran sistemin dalkavukları, ayıkladıkları bilgileri servis ederek olayın başka yönlerinin konuşulmasını sağlamakta başarılı olabiliyor.
Tüm bu savaşlarda acıları yarıştırmak anlamsız. Yeryüzündeki tüm toplumları eşitleyen tek şeyin yaşadığı acılar olduğu gerçeğinden hareketle. Filistin ve İsrailli sivillerin zarar görmesi kabul edilemez.
Gözü kapalı şekilde bir uçuruma doğru sürüklenmekte olduğumuzu fark ettiğimizde her şey için geç kalmış olmamak adına, insanlık için doğru adımlar atmamız gerekiyor.
Hamas’ın, İsrail’e yönelik “beklenmedik” düzeydeki kanlı saldırısı ve İsrail’in daha sert ve kanlı cevabı, Ortadoğu’daki karşılıklı “cezalandırma” operasyonları, bir kaleydoskop merceğinden bakıldığında görülen hızlı ve karmaşık bir oyuna benziyor.
7 Ekim günü Hamas’ın saldırıları, yılların sorunu olan Filistin meselesine daha fazla meşruluk kazandırmıyor.
Kapitalist-emperyalist sistem, savaşsız ve düşmansız yapamaz. ABD’nin ve AB’nin tarihi bu tür hikayelerle dolu. Gelişmiş teknolojik savaş araçlarıyla ABD’nin günümüze kadar başlatıp, uzun yıllar sürdürerek yaptığı katliamların tümünden madara olarak evine dönmüştür; Vietnam, Afganistan, Irak bunlardan bazılarıdır.
ABD’nin uzunca bir süredir Ortadoğu’da radara aldığı Filistin ve Kürt mücadelesinin dinamik karakterlerinden ötürü birtakım hesapları, bu güçleri de hesaba katarak yapmasının nedenleri var. Dönem dönem üstü betonlanarak kapatılmaya çalışılmış olsa da bu dinamik güçler 21. yüzyılda halen emperyalist güçler için baş ağrısı olmaya devam ediyorlar.
Bu yüzyılda emperyalist bloğun sanıldığı kadar güçlü olmadığı, sistemin yapısal krizler eşliğinde tel tel dökülmekte olduğu görülmekte. Bir sıçrama gerçekleştirebilmek açısından, son derece köklü, kapsamlı, derinliği olan bir yönelime girildi. Bu yönelim, krizin bütünlüklü bir tarzda istenen yoğunluk düzeyinde aşılmasını içermektedir.
Bu çerçeve, yeni düzende, bölgedeki tüm denetim dışı ülke ve politik örgütlenmelerin mutlak suretle imha edilmesi veya “ehlileştirilmesini” koşullamaktadır. Ulusal hareketler bundan istisna değildir. Siyasal süreçteki zorlayıcılık, bölge güçlerinin yeniden harmanlanması ve yeni tarz ilişkilerin kurulması anlamına gelmektedir.
İsrail, Filistin meselesinin yanı sıra Türkiye, Suriye meselesi, bölgede yıllardır güç olarak kalmış İran yeni denklemde ön hedeflerden biri haline dönüşecektir.
Kısacası; bölgedeki her bir aktörün “hizaya” girmeye zorlanması başka direnişleri örgütleyecektir.
Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.