Post

Halkın Kendi Kendini Yönetmesi

Geçtiğimiz gün Cumhuriyet’in ilanının 101. yıl dönümü kutlandı. Devlet kademesinin rutin törenlerinin ötesinde ülke çapında çok sayıda yurttaş kutlamalara katıldı. AKP-MHP’nin tahribatından sonra Cumhuriyet’in pek sağlam temellere dayanmadığını söyleyebiliriz. Ancak yine de, çoğunlukla ‘şeklen’ bile olsa toplumumuzda ve siyasi alanda Cumhuriyete dair kaygıyı olumlu bir taraftan değerlendirmeliyiz.

Ancak bu yeterli gelmez. Nitekim Cumhuriyet esasta sadece ikonografisi ve aydınlanmacılığı üzerinden hedefte değil. Yargısıyla, anayasa mahkemesiyle, kurumları, işleyişi ve en önemlisi halkın seçme seçilme hakkı üzerinden de hedefte. AKP-MHP iktidarı işler bulunan tüm devlet mekanizmalarını kendi siyasi hesaplarına göre eğip bükebiliyor. Bu eğip bükme gerçekleşirken bir yandan TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş da “Yeni Anayasa” üzerine sessiz sakin açıklamalar yapıyor.

Şimdi 29 Ekim’in ardından Cumhuriyet’in temel felsefesine tezat oluşturan çok önemli bir dizi olay daha oldu. Herkes biliyor zaten, ama geçelim. CHP ve DEM Parti arasında kurulan kent uzlaşısıyla göreve gelen İstanbul Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer, “terörle iltisaklı” olduğu iddia edilerek görevden alındı ve tutuklandı. Özer’in yerine kayyum da atandı. Ardından Mardin, Batman ve Halfeti belediyelerinin eşbaşkanları da görevden alınarak kayyum atandı.

Mardin’de, Batman’da ve Halfeti’de Kürt halkı ve Dem Parti tam teşekkül iradesinin başında. Esenyurt’ta da eksiklerine rağmen kitlesel bir tavır ortaya konulabildi. Ancak görüyoruz ki CHP içerisindeki, özellikle İmamoğlu ve Yavaş çizgisinin, bu meseleyi 29 Ekim’in ruhuyla bağdaştırma yönelimi ve becerisi düşük.

Oysa MEB’in kendi yayınladığı ders kitaplarında on yıllarca “Cumhuriyet halkın kendi kendisini yönetmesidir.” cümlesini parola gibi aklımıza kazımıştık. Veya Cumhuriyet Halk Partililer, her fırsatta ülkenin “kurucu” partisi olmalarıyla övünürler. Ama halkın seçme seçilme hakkına saldırı olması kadar “kurucu” bir meselede yeterince kurucu bir yaklaşım ortaya koyamadılar.

“Çizemedi çünkü CHP düzen partisidir!! O yüzden yapmaz!!” demek isteyenler olabilir. Kendimize göre tutarlı veya radikal bulabiliriz ama aslında bu yorumlama biçimi vasat ve apolitiktir. Çünkü böyle olunca seçme ve seçilme hakkıyla oyun oynanan alan görünmez kalıyor. O alan görünmez kaldıkça AKP-MHP kendi meşrebine göre siyasi hamlelerini yaparken, muhalif kesimler ancak “sine-i millet” gibi, “hemen erken seçim” gibi ezbere sloganların ardında birleşme eğilimi gösteriyor.

O görünmezlikte kalan alan ise 100 yıldır çözümü konusunda nitelikli bir adım atılmamış olan Kürt sorunudur.

Aslında herkes Kürt halkının var olduğundan haberdar. Tüm siyasetler Kürtlerin oyunu onayını istiyor. AKP’nin çözüm süreci bu tür bir atılımdı. 2015 sonrasında şekillenen siyasi dizilimde CHP ile HDP kısmi ortaklıklar kurdu. AKP-MHP’nin baskı ve savaş siyasetinin en büyük yükünü çeken Kürtler, 2023’te düşmanını kendi kurduğu masada bulan Kemal Kılıçdaroğlu’na %60-%80 oranında oy verdi. Kürt halkının Cumhuriyete, demokrasiye tutumu belli. 

Ancak Cumhuriyet kurum ve işleyişine saldırı Kürt halkı üzerinden olduğu zaman ayak sürümeler başlıyor. Milli bayramlarda içilen andlar yerini beylik laflara, hamasetlere veya sessizliklere bırakıyor. Esenyurt Belediyesi’ne kayyım atanması sürecinde takipteydik. Bahçeli’nin “süreci” ve sonrası siyasi bir analiz için epey malzeme sağlıyordu zaten. Kayyum protestoları da iktidarın olası bir hücumunda CHP ve DEM ortaklaşmasının güç ve zayıflıklarını sergiliyor.

CHP’de öne çıkan isimlerin tutumları birbirinden kolaylıkla ayrıştırılabilir. Sürecin inisiyatifi İmamoğlu ekibinin elindeydi zira olay İstanbul’da geçiyor. Ama Çağlayan’daki tepkiden Esenyurt’taki mitinge değin, kayyum olgusunun derinliğine tezat bir tepki söz konusuydu. Çağlayan Adliyesi’nde parti heyetimizin yanından geçen yaşlı bir CHP’linin “koca Beylikdüzü’nden tek otobüs gelmiş!” serzenişini de hatırlıyor ve haklı buluyorum. CHP içerisinde genel olarak süreçleri İmamoğlu’nun adaylığı temelli bir düzleme yönlendirmek isteyenlerin de olduğunu not etmeliyiz.

Genel Başkan Özgür Özel ve ekibi, tutuk kalabiliyor olsa bile CHP’de meseleyi Kürt sorununun çözümsüzlüğüyle ilişkilendirebilen kesim olarak öne çıkıyor. Hem de Bahçeli’nin başlattığı “sürecin” başından beri. Ayrıca Özel’in “sine-i millet”in ne anlama geldiğini teknik işleyişiyle alanda açıklıyor olması da sorumlu bir davranıştı. 

Mansur Yavaş’ı ise Ankara il örgütüyle birlikte yaptığı mitingde asık suratıyla yıldızları seyrederken görüyoruz. Ardından yaptığı açıklamalarla da görüşünü söyledi. Kayyıma karşı imiş ama siyasi partiler de meydan okur gibi aday göstermemelilermiş. Devletin kurumlarında yıllarca akademisyenlik yapan belediye başkan adayının nesi meydan okuma? Kaba milliyetçilik rahatlıkla cumhuriyetin temelleri için bile olsa tutum gösterememenin bahanesi olabiliyor.

Bunları neden söylüyorum? “CHP düzen partisidir!!!” üzerinden giden bir analiz bu ayrıştırmayı yapamaz. Öncelikle bunu ifade etmek için. Siyaset, burjuva kesimleri de dahil olmak üzere tüm güç dengelerine göre ve onlara dair bir okumayla proleterya devrimi yolunda kullanacağımız bir fonksiyondur. İkinci olarak da bu. “Bunlar bizi ilgilendirmez, biz bunları istemezük, biz katıksız kılçıksız sosyalizm isterük” yaklaşımı çiğ kalmaya mahkumdur. Bu yaklaşımla siyasi durumu tayin edemez, çözüme yönelik hamleler kurgulayamayız.

Peki neyi kurgulayacağız? Yıllardır “elden giden” bir Cumhuriyetten konuşuyoruz. Ancak bu konuşmaların ayakları çoğunlukla yere basmıyor. Cumhuriyetin kuruluş efsaneleri ve ne büyük yenilikler getirdiği teyit edilip duruluyor. Ancak AKP-MHP, Cumhuriyete en büyük saldırıyı efsaneleri veya ikonografisi üzerinden yahut sadece laiklik ilkesini ayaklar altına almak üzerinden yapmıyor. Onun toplum yaşamında aktüel olarak varlığını sürdüren en temel direklerine saldırarak yapıyor. Meclisi işlevsizleştirerek, AYM kararlarını dikkate almayarak, kamu mülklerini gasp ederek, işçilerin Anayasal haklarının gasp edilmesine göz yumarak, kadınların ve hayvanların yaşam hakkını korumayarak.

Ve hepsinden önemlisi, başta Kürt halkı olmak üzere tüm Türkiye halklarının seçme ve seçilme hakkını kayyum politikalarıyla ihlal ederek.

Bu ihlal politikasına karşı duruş geliştirmekte sol problem yaşıyor. Cumhuriyetin kazanımları için yeri göğü inletenler 29 Ekim kutlamaları için verdikleri emeğin yarısını kayyuma karşı vermiyor. Herkes illa ki bir tutum açıklıyor tabii. Ancak yapılan açıklamalar seçme ve seçilme hakkının gasp edilmesinin Kürt sorunuyla ne kadar iç içe olduğunu ya görmezden geliyor ya da bunu bu eksende temellendirmiyor. Çünkü Kürt sorunu tepesinde Damokles’in üzerinde “terör” yazan kılıcı sallanıyor. Bu tehlike sebebiyle kimse bu sorunu çözmeye ilişkin güncel ve kurucu bir çözüm önermeye girişmiyor.
 

Ancak girişilmiş olsaydı ve en azından sosyalistler arasında bu konuda net bir tutum ortaya koyulabilseydi biz CHP’yi değil, CHP bizi analiz etmek ve gücümüze göre konum belirlemek durumunda kalırdı. Çekinmeden, sağ veya sol sapmalara prim vermeden Kürt sorununun bir Cumhuriyet meselesi olduğunu kitlelere özgüvenle anlatabilirdik. Ayrıca meclise yürüyen maden işçilerini, devletin koruyamadığı kadınları, okul okuyamayan ama okusa da binbir çileyle okuyan gençleri, açlık ücretleriyle kenara atılmış olan emeklileri konuşabilirdik. “Cumhuriyet bunlar için değilse kimler içindir?” diye sorabilirdik.

Numan Kurtulmuş da “Yeni Anayasa” konuşacağı zaman da karşısına haklarının farkında olan bu kitlelerle çıkabilirdik.

Bu durumda siyasi kurucu öğe olarak AKP-MHP iktidarıyla göz hizasında karşı karşıya gelmek gündeme gelebilirdi. İşte o zaman solun kendi arasında sürekli olarak çok affedersiniz “sidik yarışı” yapması değil argümanlara ve pratiklere dayalı olan “devrimci rekabeti” söz konusu olurdu.

Bu düzlemde değiliz. Ancak bu düzlemde olmayı düşünmeye şimdiden başlamak gerekir. Çünkü ulaşmak için bize onlarca yıl bahşedilmeyecek. Seçme ve seçilme hakkına şu anda el uzatılabiliyorsa, şu anda “o eli oradan çek!” diyebilecek bir toplumsal bilinci ve gücü inşa etmek bizim görevimizdir.

Yoksa bunları mesele etmeyip kitlelere “bakın ne güzel bir ütopyamız var” dediğimizde, aklı olanlar bize sadece gülecektir.

Cumhuriyetin kazanımlarını ikona siyaseti yaparak değil tarihsel ve aktüel olarak savunacağız. Eşitlik ve özgürlüğün Cumhuriyetini bu bilinç, bu güç ve bu beceriyle kuracağız. Seçme, seçilme hakkından bir adım geri atmak yok!

Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.

İlgili Yazılar

Post

Halkın Kendi Kendini Yönetmesi

Post

Aksa Tufanı’na Dair - II

Post

Aksa Tufanı’na Dair - I

Post

İki Tür Kimlikçilik ve ‘Bağımsız Devrimci Siyasal Hat’

Post

Kapitalist Yağmacıların Enkazını Kaldıracağız

Post

Devrimin Emarelerini Nerede Aramalı?

Post

İşçi Sınıfının Çıkarı Savaşlarda Değil Kardeşlikte

Post

Seçimlerle Sınırlı Kalmamak Üzerine

Post

“Sol Değerler” ve Devrimimizin Güncelliği

Post

Tarih Hala Sınıf Mücadeleleri Tarihinden İbaret