Basın Özgürlüğünü Savunalım
Türkiye siyaset arenası etikten uzak sefil hallerin dışa vurduğu bir seçim sürecini daha geride bıraktı.
Her tarihsel dönemde resmi ve egemen ideolojiye karşı eleştirel bir fikre veya düşünceye sahip olmak, düşündüğünü açıklamak yargısal bir tehditin içinde olmak anlamına gelmekte. "Devletin bekası"na halel getirecek tüm düşünme biçimleri yasal pratik engellemelerle ve ceza hukukunun devreye girmesiyle devletçe bertaraf edilmek üzere kurgulanmıştır. Bu durum kritik zamanlarda da çoğunlukla öldürerek yok etmek şeklinde vuku bulmuştur.
Günümüz dünyasında ifade özgürlüğü tüm otoriter faşizan ve liberal demokrasilerde tehdit altında. Bu alanlardaki tehdit biçimi sınıfsaldır.Türkiye'de bu durumu en iyi yandaş basın ifade etmektedir. Buralarda çalışanların hiç biri toplumsal meselede ezilenleri ve onların hak ve özgürlük mücadelelerinin görünür olmasını arzulamaz. Sermayenin ağzıyla konuşan etikten uzak bir yayıncılık devreye girer. Toplumsal meseleler paspas altı edilir..Yaşamın gerçeklerini kendine dert edinmiş olanlar, ezilenlerin bağımsızlık ve özgürlük kavgalarını kılavuz edinenler ise devletin “şefkatiyle” her tarihsel kesitte tanışmıştır.
Bu tanışmada "Devletin bekası" söz konusu olunca içte ve dışta o kadar çok "düşman" beliriverir ki… Bunlar genelde hak arayışında olan kesimlerdir. Mevcut sistemin dışındaki her toplumsal dinamiğin resmi ideolojik çerçevesinde kırılması, sistemin resmi veya gayri resmi tutumu olarak mevcut tehditin ortadan kaldırılması öncelikli görev olarak uygulanmaya konur.
"Kamu barışına karşı suçlar" arasındaki "Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik", ceza ve insan hakları hukukunun ilgi alanına giren gizemli bir sözcük. Bu maddenin hassasiyet noktası genelde Türkiye'de hak ve özgürlük arayışında olan kimseler için. Bundan da en çok nasibini Kürt basın emekçileri almaktadır.
21. yüzyılda hala gecenin bir yarısında İstanbul, Ankara ve Belçika’da OHAL kurallarının işletildiği hukuksuz operasyonlara tanıklık ediyoruz. Aslında bu tanıklığın tarihi öyle eskilere dayanıyor ki. Şimdilerde sadece gazete binalarını basıp, kırıp dağıtıp talan ederek gazetecileri tutukluyorlar. Çeyrek yüzyıl geriye gittiğimizde Kürt gazetecilerin genelde sokak ortasında beyaz Torosların kullanıldığı kontra suikastlerle infaz edildikleri haberlerini bile, belli basın yayın organlarında okuyarak haberdar olunabilirdi. Hukukun ne olduğu, ne olması gerektiği sorusu o gün içinde bugün bugün içinde aynı önemi arz etmeye devam ediyor.
Kürt halkı tüm bunların bir tesadüf olarak gerçekleştiğini düşünmeyecek kadar deneyime sahip. Bu saldırıların ise daha kapsamlı imha operasyonlarının ön hazırlığı olduğunun bilincinde.
Yerel seçimlerde güçlü bir aparkat almış olan AKP-MHP iktidarının başı yıllar sonra soluğu Irak hükümetiyle yaptığı görüşmede aldı. Bu görüşmelerde masanın pazarlık konusunu yapılacak saldırılar oluşturmakta. Söz konusu Kürtler olunca her şey pazarlık konusu edilebiliyor. İnsan hakları ve özgürlükleri, basın özgürlüğü gibi kavramlar bile Avrupa’nın nalıncı keseri hukukuna göre işliyor.
Kürt gazeteciliği tüm bu saldırılara sansüre karşı asla boyun eğmedi, eğmeyecektir. Anayasaya göre "basın hürdür sansür edilemez" cümlesinin muhalif basına karşı boş bir laftan ibaret olduğu defalarca deneyimlenmiştir.
Türkiye'de siyasal İslamcı iktidarın amacı korku ortamını diri tutmak için toplumun haber alma hakkının önüne geçmek ve ilk hedefteki gazetecileri tutuklamak, makalelerini yasaklayarak halkın haber alma özgürlüğüne ket vurmaktır.
Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de ifade özgürlüğü temel hakların omurgasını ifade etmektedir. Hangi etnik köken, ırk ve milliyetten olursan ol gerçekleri öğrenme hakkını kimse engelleyemez. Şayet bu engelleniyorsa orda demokrasiden bahsedilemez
Türkiye’nin değişmeyen tek gerçeği gazeteciliğin her zaman büyük bir tehlike ve tehdit altında olarak yapılıyor olması. Bunu Kürt gazeteciliğinin çok daha fazlasıyla ödüyor olması da ayrı bir tarihsel gerçeklik.
Basın özgürlüğünün olmadığı ülkelerde düşünce yoksulluğu baş gösterir. Bunu sağlamak için uğraşan devletler insanların ve toplumun kör, sağır, dilsiz kalmalarını istemektedir. Bununla sadece gazetecilerin cezalandırılmak istenmediğini, toplumun da cezalandırıldığı bir sisteme doğru gidildiğini görürüz.
Sansür toplumsal hayata hakim kılınarak oluşturulacak normlar ifade özgürlüğüyle, evrensel insan haklarıyla ve ifade özgürlükleriyle bağdaşmaz.
Yaşamakta olduğumuz bu yüzyılda sistemin basın organlarını, iletişim araçlarını, "uzmanlarını" dinleyerek sistemin gerçekleriyle yüzleşemeyiz. Yaşamın sınıfsal gerçekliği radikal bir kopuşu zorunlu kılmakta. Bunun tarihsel bir içerik kazanması ise kesintisiz bir mücadeleyle olacaktır.
Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.