Halkların Mücadelesi
Cumhuriyet’in kuruluşundan beri sürekli olarak sayısız isyanla güncelliğini koruyan Kürt sorunu, Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında, ulusal kimlik ve sürdürülen politik-pratik kurtuluş mücadelesini uluslararası boyutlara taşıyarak, bu yüzyılın baş döndürücü dinamik gelişmelerinin öznesi olarak mücadelesini sürdürmeye devam etmektedir. Ulusal kurtuluş mücadelesini başka bir evreye taşıyan Kürt hareketi, uluslararası jeopolitikte hesaba katılması gereken bir güç olarak varlığını çok denklemli bir coğrafyada, sergilediği toplumsal pratiklerle geliştirmektedir. Kurgulanan tüm hesaplara rağmen dinamik ve gerçek bir şekilde direnişini sürdürmektedir.
ABD emperyalizminin uzun süredir İsrail’le birlikte Ortadoğu’yu dizayn etmek amacıyla uyguladığı “böl-yönet-yok et” stratejisiyle devam eden kaos, bölgede güvenilir bir liman olarak gördüğü Türkiye’nin mevcut yapısal sorunlarıyla beraber yeniden yapılanma sürecine verdiği desteği sürdürmektedir. Bu durum, karmaşıklığını koruyan bir strateji olarak devam etmektedir. Emperyalizmin Ortadoğu’daki “Pax Americana” projesinin Filistin’den sonraki ikinci aktörü olarak gördüğü Kürt sorunundaki çözümün ilk adımı, Abdullah Öcalan’ın “şartlı” olarak Türkiye’ye verilmesiyle atılmıştı. Aradan geçen yıllar içerisinde Kürt sorunu, kendi dinamik kriz biçimini bütünlüklü şekilde yansıtarak, emperyalizmin ve oligarşinin “çözme” stratejisinin “geri nokta” ile sınırlı kalmasından dolayı, mevcut sorunun bir ilerleme sağlanamadan devam etmesine neden olmuştur.
Parçası olduğumuz coğrafyanın sorunsuz bir toprak parçası olmadığını biliyoruz. Emperyalistler arası çelişkilerin derinleştiği bölgede temel problemi, egemenlik ilişkisini bir adım ileriye taşıyıp, tahakküm biçimlerini güçlendirmek üzere geliştirilen stratejiler oluşturmaktadır. Bu nedenle, Ortadoğu’daki politik manevralar “barış süreçleri”nin asıl nedeni olarak ifade edilmektedir. Bugün, bölgesel savaşların yoğunluk kazandığı Ortadoğu'da, yeni düzende tüm “denetim dışı” ülke ve politik örgütlerin mutlak suretle imha edilerek “ehlileştirilmesi” amaçlanmaktadır. İsrail’in politik, askeri ve ekonomik olarak sürdürdüğü bölgesel soykırım siyaseti yalnızca Filistin ve Lübnan ile sınırlı değildir; bölgede sürdürülen gerilimle geniş bir süreci kapsamaktadır. Hedef ülke olarak radara alınan İran, bölgenin “domino teorisi”ne uygun ülke olarak seçilmiştir.
Ortadoğu’daki gelişmelerin seyri, Kürt sorununun Türkiye’nin özel ilgi alanı hâline getirmesinin nedeni Suriye’deki gelişmelerden bağımsız değildir. Emperyalistlerin bölgedeki müdahale politikaları, Türkiye’nin “büyüklük” söylemlerinin altının ne kadar boş olduğunu defalarca göstermiştir. Ortadoğu denkleminde “devletsiz” en kalabalık ulus olarak, her şeye rağmen binlerce yıllık tarihsel birikiminin farkındalığıyla Kürt halkı, emperyalistlerin dizayn ettiği coğrafyada çözüm bekleyen sorunların temel dinamik güçlerinden birini temsil etmektedir. Bu coğrafyanın emperyalistlerce dizayn edilmesinde, Kürt halkının tarihi birikimiyle kazanmış olduğu deneyimin farkında olarak, stratejik konumunun fazlasıyla bilincindedir. Uluslararası ilişkiler denkleminde, bölgesel savaş stratejilerinde Kürtler ve “Kürt sorunu”, ABD açısından oldukça önemli bir yer tutmaktadır. Kürtlerin yaşadıkları bölgelerin fiziksel yapısının çetrefilli olması, sorunları daha karmaşık hale getirse de, bu durum, bölge egemenlerinin Kürtleri birer koz olarak kullanmaya çalışmalarına engel olmamaktadır.
Kürt ulusunun mücadelesinde, feodal yapının sınırlarını zorlayarak geleneksel aşiret yapılarının oluşturduğu feodal sistemi sarsan dinamik bir hareket olarak güçlü politik ve askeri ilişkilerle özel bir örgütlenme oluşturulmuş durumda. Bu hareket kendi coğrafyasında varlığını yaygınlaştırarak stratejik bir güç olarak önem kazandığını kabul ettirmiştir. Emperyalistler açısından, denetim dışı bir güç olarak görülen Kürt ulusal hareketi, bölgenin düşük yoğunluklu savaş stratejilerinde askeri yardımlarla desteklense de, dört parçaya bölünmüş olan Kürtlerin meselesi 21. yüzyılın temel sorunlarından biri olarak devamlılığını Kürt özgürlük hareketiyle sürdürmektedir.
Türkiye parçasındaki Kürt sorunu, günümüzde aktüel bir demokrasi sorunu olarak varlığını sürdürmektedir. Sorunun geldiği aşama ve günlük yaşamdaki yansımaları göz önüne alındığında, Kürt sorununun çözümünden anlaşılması gerekenin bugün sergilenen pratik olmadığı açıktır. Türkiye topraklarında tüm toplumsal meselelerin ana başlıklarını oluşturan Kürt sorunu, hala bir “devrim sorunu” olarak görülmektedir. Kürt özgürlük mücadelesine karşı kayıtsızlık, dışarıdan bir gerçeklikmiş gibi görülebilir, ancak bu durum oldukça yanıltıcıdır. Aynı şekilde, bazı sol çevrelerin Türkiye toplumunun diğer sorunlarını göz ardı edip, bu meseleleri yalnızca kimlik üzerinden tartışmaları başka bir sorunu gündeme getirmektedir.
Bugün, Kürt halkının gelişmiş özgürlük mücadelesine karşı takınılan politik tavır, bizim ne kadar “tutarlı demokratlar” olduğumuzun ayırt edici özelliğini oluşturacaktır. On yıllara varan kirli savaşın sona ermesi, adil ve onurlu bir barışın sağlanması, tutarlı bir politik pratiğin sonucunda mümkün olacaktır. Günümüzün temel çelişkisi olan oligarşi ile emekçi halk arasındaki sınıf mücadelesi, Kürt halkının aynı rejime karşı verdiği özgürlük mücadelesiyle doğrudan orantılıdır. Sistemi tüm sonuçlarıyla değiştiren devrimci bir mücadele olmadan bu sonuca ulaşmak mümkün değildir. Günümüzün oligarşik devlet yapısı, Türkiye halklarının eşit ve özgür bir şekilde bir arada yaşamasının önündeki temel engeli oluşturmaktadır. Bu durumun ortadan kaldırılması ancak halkların birleşik devrimci mücadelesiyle mümkün olabilir.
Günümüz devlet yapısının Kürt sorununa ilişkin sunduğu “çözüm” önerileri, köklü bir değişimin önündeki engelin temel eksenini oluşturmaktadır. Bu nedenle, Türkiyeli sosyalistler, Kürt sorununu oligarşik yönetim ve burjuva aydın kesimin bakış açısıyla ele alanlara karşı, aralarına kalın çizgiler çekmek zorundadırlar. Bugün Bahçeli'nin önerdiği Kürt sorununa dair “çözüm” kartının ABD’nin sorunun çözümüne dair hamlenin boşa çıkartılmasını amaçladığını düşünmeleri oldukça komik bir durum oluşturmakta. Devletin elinin gideceği nokta ancak “kültürel özerklik” tartışmaları, meselenin “folklorik” bir çerçevede ele alınması arzusunun ötesinde bir fikri yansıtmamaktadır. Çünkü mevcut sistemin siyasi, ekonomik ve sosyal yapısının, böylesine “radikal” bir değişime hazır olmadığına dair çok fazla politik pratik veri bulunmaktadır.
Ancak, yüzyılların sorunu haline gelmiş ve görmezden gelinerek üstü betonlanmak istenen Kürt ulusal mücadelesi, 21. yüzyılın bu çeyreğinde gelişim dinamiğiyle demokratik çözümün sınırlarına gelip dayanmıştır. Kürt sorununun çözümü, nesnel olarak, ülkemizdeki demokratikleşme mücadelesiyle doğrudan ilişkilidir. Ülkenin siyasal pratiği ve devletin toplumda yarattığı kamplaşmalar, siyasal İslamcı ve sivil faşist hareketlerin güçlenmesine neden olmakta ve Kürt hareketiyle karşı karşıya getirilmesi, aktüel olarak yürütülen siyasette zor bir durum içermemektedir.
Sivil faşist hareketin, Kürt sorununda “meşruiyet” siyaseti olarak yürüttüğü tutum, toplumun geniş kesimlerinde şaşkınlık yaratmış olsa da geçmişteki “vatan-millet” ve “anti-kürt” siyaseti üzerinden şekillenen siyasetin meyvelerini toplamayı planladığını unutmamalıyız. Geçmişin “vatan-millet” siyasetini güçlendirerek, tüm devlet kurumlarına kadrolaşma sağlayan bu hareket, bugün iktidar ortağı olarak imtiyazlı bir şekilde örgütlenmesini riskler alarak sürdürmektedir.
Bugün, toplumun faşistleştirilerek şeriatçı bir yaşam biçiminin dayatılmasına karşı mücadele etmek, geleceğimiz için büyük önem arz etmektedir. Kürt halkının yıllarca yaşamak zorunda kaldığı baskı siyaseti ve yılların kirli savaş siyasetine karşı, mücadeleyi diğer demokratik sınıfsal taleplerle birleştirerek, faşizm karşısında toplumsal birleşik bir mücadeleyle önderlik edilmesi gereken bir dönemeçte bulunmaktayız. Bu esasa göre yürütülecek, devrimci mücadele faşizmden kurtulmanın yolu olacaktır.
Sonuç olarak, aktüel olarak yaşanmakta olan bütün sorunları, kayyumlar da dahil çözümlerini belirsiz bir geleceğe ertelemeden, halka karşı başlatılmış olan bu savaş siyasetini sisteme karşı uzun erimli bir direniş biçimine dönüştürerek mücadele etmeyi temel siyasi görev olarak görerek değiştirip geliştirebiliriz.
Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.