Emperyalizmin Göçmen Planı
Köle ticareti ve sanayi devrimiyle ve 18. yüzyıldan sonraki dünya savaşlarıyla emperyalizmin oluşturduğu sistem, günümüzde yeniden paylaşım savaşları sonrasında göç ve mültecilik olgusunu tekrar ortaya çıkardı. Bu durumun dünyanın her köşesinde yükselen ırkçılığın temel dinamiği olması temel meselelerimizden birisi.
Emperyalist sömürgeciliğin neden olduğu sorunlar sonrasında ortaya çıkmış olan göç sosyolojisine karşı başlatılan politik sertleşme hamlesiyle, hayata geçirmeye çalıştıkları yeni siyaset biçiminin çerçevesi de netleşmeye başladı.
AB ortak mültecilik politikasını oluşturmayı hedefleyen 27 Avrupa ülkesinin İçişleri bakanları, 8 Haziran’da 2023’te Lüksemburg’da bir araya geldi. Böylece, AB ülkelerinin sınır ülkesi pozisyonunda olan ülkelerde geliştirilecek olan büyük toplama kampları ve yeni mülteci cezaevleri oluşturarak sorunu çözme yoluna gitmeyi düşündüklerini beyan ettiler.
Kendi birlik üyesi ülkelerden bazılarına ön karakol olma misyonu biçtikleri zaten biliniyor. Yunanistan, İtalya, İspanya ve kimi Balkan ülkelerinin de bu planın bir parçası olması düşünülüyor. Ön karakol görevi verilen ülkelerden istenen tek şey, büyük göçmen akınlarının durdurularak diğer ülkelere geçmesini engellemek.
Birleşmiş Milletler’in hazırladığı bir rapora göre, yer kürede 281 milyonun üstünde insan göç ederek dünyanın farklı ülkelerinde kendilerine bir yaşam kurmuştur. Bunlardan hala hareket halinde olan 90 milyon ise henüz bir yerleşik yaşama sahip olmadan hayatta kalma mücadelesi vermektedir. Bu insanların büyük bir bölümünün 21. yüzyılda kapitalist sermaye için modern köle olarak görüldüğünü söyleyebiliriz.
Yerinden edilmiş insanların oluşturduğu göç sosyolojisi kavramı, hayatımızın her alanında o kadar iç içe olduğumuz bir olgu ki bunun bir parçası olarak var olan sorunların yakınında dolaşıp durduğumuzu unutmamalıyız.
Bu göç hikayelerinin, emperyalistlerin “kurala dayalı düzenini” sarstığından, sorunun çözümü ve yeni önlemleri hayata geçirmek amacıyla yapılan anlaşmalar sonrasındaki politik pratik hamlelerin ciddi sertlikler içerdiğini tahmin etmek zor değil.
Bu duruma karşı uzun zamandır yaptıkları şeylerin başında, sınır bölgelerine çekilen yüzlerce kilometre uzunluğundaki tel örgüler ve beton duvarlarla oluşturulan kıta kaleleri geliyor. Bu önleyici önlemlerin(!) çok kutuplu dünyada bir karşılığının olup olamayacağını hep birlikte göreceğiz.
Emperyalist kapitalist sistemin savaş-talan-sömürge siyasetinin sonucu olarak ülke ve şehirleri insansızlaştırması toplumsal “mühendislik” fikrinin bir sonucudur. Göç ve mülteciliğin esas nedeni, dünyanın yaşanılır bir yer olmaktan çıkarılmış olmasıdır.
ABD ve AB ülkelerinin yarattığı yıkım siyasetinin sonucunda, Akdeniz ve Ege, Avrupa ile Afrika ve Asya denizleri ve karasal bölgeleri mülteci mezarlıklarına dönmüş durumda.
Engelleri aşıp daha güvenlikli olduğunu düşündükleri emperyalist ülkelere gelmeyi başaranlar ise olayın farklı gerçekleriyle karşı karşıya kaldıklarını çok geçmeden öğrenmiş oluyorlar.
Zorbalar, kimseye gül bahçesi vadetmiyor.
Amerika, Avrupa ve İngiliz zorbalarının, fikir olarak Nazilerden örnek aldıkları toplama kamplarını, kendi kutsal toprakları dışında, deniz aşırı ülkelerde kurmak için bir sürü uluslararası düzenlemeyi hızlıca imzalayarak bir anlaşma yoluna gitmiş olması da durumun vahametini gözler önünde seriyor.
Önümüzdeki yılın baharında hayata geçirmek istedikleri yeni göçmenlik sistemi projesine karşı duramaz ve geriletemezsek, kaybedeceğimiz yalnızca “demokrasi” olmayacaktır. Dünyanın göçmenlere karşı bu acımasız savaşının, burjuvazinin tüm işçi sınıfını hedef alan sağcı saldırısının adımlarından biri olduğu bilinmeli.
Göçmenleri savunmak, tüm dünyada işçi ve emekçilerin temel sınıfsal sorumluluğudur. Emekçiler, sınıfsal geleceklerinin buna bağlı olduğunu unutmamalılar.
Emperyalist - kapitalist sistemin, küresel ölçekte başlattığı saldırının esasını oluşturan toplama kampları fikriyle amaçladıkları şey, ötekileştirilmiş tüm toplumsal renklerin taşıyıcısı olan kültürel politik çeşitliliğin psiko-kültürel bir soykırımla yok edilmesidir.
21. yüzyıldaki bu soruna karşı, sosyalistlerin ve devrimcilerin, işçi ve emekçilerin, insan olan herkesin bu meseleye karşı mücadelesi de programatik bir muhtevaya sahip olarak büyütülmelidir.
Ortaklaşa bir gelecek ve hayat ufkunun yoldaşça oluşturulmasına ihtiyacımız var.
Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.