
Kriz Rejimi ve Direnişin Toplumsal Zemini
Fiziksel dünyamızda kapitalist üretim ilişkilerinin krizlerle şekillenen tarihsel evrimi, yalnızca ekonomik göstergelerdeki dalgalanmalardan ibaret değildir; bu krizler, siyasal iktidar biçimlerinin ve toplumsal direnişlerin dönüşümüne de yol açmaktadır. Türkiye’de 2016 sonrası inşa edilen rejim, neoliberal sermaye birikiminin çöküşüne verilen otoriter ve sınıfsal bir yanıttır. Olağanüstü hâl düzenlemeleriyle sermaye lehine tesis edilen bu kriz rejimi, halk sınıflarını ekonomik yıkıma sürüklemiş; siyasal temsil mekanizmalarını işlemez hâle getirerek toplumsal meşruiyetini büyük ölçüde yitirmiştir. Bu nedenle, çürümüş bir sistemle yaşamaya devam ediyoruz.
Bu tarihsel momentte Emekçi Hareket Partisi’nin sınıf eksenli perspektifle süreci farklı okuyarak oluşturduğu politik pratik ve çalışma biçimleri, yalnızca mevcut yıkım koşullarını teşhir etmekle kalmamakta; aynı zamanda krize devrimci bir çözüm hattı öneren müdahale biçimleriyle oluşturulan politik-programatik önerilerle öne çıkmaktadır. Kent meydanlarında kurulan ekonomi çadırları, milli gelire göre ücret ve demokrasi için erken seçim kampanyaları gibi pratikler, mevcut rejimin sınıfsal niteliğini doğrudan hedef alan devrimci muhalefetin toplumun içinden inşası için büyük bir çabanın öznesi olmaktadır.
Direnişin Hatları Gezi’den 19 Mart’a
2013 Gezi Direnişi, halkın neoliberal otoriter tahakküme karşı ilk büyük toplumsal itirazı olarak hafızalara kazındı. Bu itiraz, sonraki yıllarda farklı biçimlerde kendini yeniden üretti. 2022 yılında öğrencilerin, kadınların, işçilerin ve Kürt halkının lokal direnişlerinde; 2023 seçimleri sonrasında artan toplumsal hoşnutsuzlukta; 2024’te derinleşen ekonomik krizle birlikte gelişen işyeri mücadelelerinde bu sürekliliğin izleri görüldü. Ancak bu dalga en net ifadesini 19 Mart 2025 Direnişi ile buldu.
19 Mart’ta gençliğin öncülüğünde başlayan ve hızla ülke geneline yayılan eylemler, yalnızca zamları ve yoksulluğu değil, tüm rejim biçimini hedef almıştır. Barınamayan öğrenciler, işsiz mühendisler, güvencesiz çalışanlar ve geleceksizliğe mahkûm edilen milyonlar, kriz düzenine karşı sesini yükseltmiştir. Bu direniş, doğasındaki sürekliliği ve yatay yayılım kapasitesiyle önemli bir eşiğe işaret etmektedir. Ancak açık olan şudur: Sokağın enerjisini politik sürece devrimci müdahaleye dönüştürecek bir sosyalist öncü güç henüz kurulamamıştır.
Birlik Denilen Masada Kimin Yeri Yok?
Birliği Neden Kuramıyoruz?
Türkiye sosyalist hareketi on yıllardır aynı sorunun etrafında dönüp duruyor: Neden birleşemiyoruz? Her tarihsel kırılma anında, her direniş kıvılcımında yeniden parlayan bu tartışma, çoğu zaman soyut çağrılarla geçiştiriliyor. Oysa bu sorunun yanıtı karmaşık ideolojik formüllerde ya da tarihsel bilinmezliklerde değil. Sorunun özü açıktır: Cesaretsizlik, konformizm ve halk gerçekliğinden kopmuş politik pozisyonlar, sosyalist hareketin ortak bir mücadele zemini kuramamasının başlıca nedenleridir.
Tarihle Yüzleşmek Değil, Ona Takılı Kalmak
Bugün sosyalist solun önündeki temel engel, geçmişin tortularını bugünün siyasal görevlerinin önüne koyan tarihsel inatlaşmadır. Eski polemikler, fraksiyon çatışmaları ve kimliksel öncelikler, bugünkü sınıfsal ve ulusal krizlerin kavranmasını engelleyen bir zihinsel sis perdesi haline gelmiştir. “Geçmişte onlar şöyle demişti”, “biz zamanında şunu yapmıştık” gibi öykünmelerin, halkın bugünkü yoksulluğu ve baskı koşulları karşısında hiçbir karşılığı yoktur. Oysa esas soru basittir: Neden İstanbul’un varoşlarında işsiz bir gençle Diyarbakır’ın kuşatma altındaki sokaklarında yürüyen bir genç, aynı rejime karşı omuz omuza gelemiyor?
Dar Cemaatçiliğin Politik İflası
Yanıt nettir: Sosyalist hareket, halk kesimlerini özne değil, nesne olarak gören bir siyasal gelenekten çıkamamaktadır. Dar örgütsel refleksler, ideolojik safiyet fetişi ve sekterlik, birleşik mücadele perspektifini her seferinde boşa düşürmektedir. Oysa sosyalist hareketin varoluş koşulu, kendisini aşarak halkın çok katmanlı direniş dinamikleriyle bütünleşmektir. Bu yalnızca teorik değil, aynı zamanda pratik ve etik bir zorunluluktur.
Birlik Cesaret İşidir
Bugün sosyalist hareketin en büyük zaafı, kendisini sürekli “birlik tartışması” içinde tutarak, aslında hareketsizliğini meşrulaştırmasıdır. Herkes birleşmenin gerekliliğini dillendiriyor, ama kimse kendi sınıfsal konumunu, ideolojik konforunu ya da örgütsel dokunulmazlığını sorgulamıyor. Birlik, aynı masaya oturmak değil, aynı bedeli ödemeye razı olmaktır. Devrimcilik, halkın acısını “anlamak” değil; bu acılar karşısında pozisyon almaktır.
Gerçek birlik, barikatta yan yana durmak, linç tehdidine rağmen direnenlerin yanında saf tutmak, grevdeki işçiye omuz vermekle mümkündür. Konfor alanlarından çıkmak, risk almak ve en önemlisi, örgütsel aidiyetleri halkın acılarının önüne koymamaktır. Bugünün Türkiye’sinde birleşik mücadele bir tercihten öte tarihsel bir zorunluluktur. Derinleşen kriz, yükselen faşizm ve kurumsallaşan otoriterlik, tekil mücadele dinamiklerinin başarı şansını sıfırlamıştır. Bu tablo karşısında birleşik mücadeleyi hayata geçirmek, yalnızca stratejik bir adım değil, devrimci sorumluluğun asgari koşuludur.
Sermaye İçin Kurtuluş, Halk İçin Yıkım
2018’den bu yana kriz kesintisiz biçimde derinleşmiştir. 2021 sonrası Kur Korumalı Mevduat gibi uygulamalarla halktan sermayeye devasa servet transferleri yapılmış; emekçilerin gelirden aldığı pay tarihsel olarak en düşük seviyelere gerilemiştir. 2024’te üç haneli enflasyon, yüksek işsizlik ve reel ücret kaybı, halk sınıflarını çıplak bir yoksulluğa mahkûm etmiştir.
Bu tabloyu meşrulaştıracak ideolojik ve siyasal aygıtların çökmesiyle birlikte Türkiye, bir hegemonya krizinin tam ortasındadır. Devlet aygıtı artık yalnızca sermayeyi kurtaran bir zor aygıtı olarak işlemektedir. Toplumun bu düzene güveni kalmamıştır. 2023 seçimleri, sistem içi çözümün bittiğini; 2025 direnişi ise yeni bir dönemin başladığını ilan etmiştir.
Öncü Dinamikler Gençlik, Kadınlar, Kürt Halkı
Kriz sürecinde toplumsal muhalefetin en güçlü dinamikleri gençlik, kadınlar ve Kürt halkı olmuştur. Gençlik, geleceksizliğe karşı doğrudan politize olmakta; barınma, eğitim ve geçim gibi temel sorunlar üzerinden radikal bir gelecek talebi üretmektedir. Kadınlar, yoksulluğun kadınlaşmasına, şiddete ve patriyarkal düzene karşı sokaklarda ısrar etmektedir. Kürt halkı ise kayyum rejimine, kültürel baskılara ve siyasal yasaklara karşı direnişini kararlılıkla sürdürmektedir.
Bu mücadeleler yalnızca “kimlik” ya da “mağduriyet” değil; rejimin sınıfsal tahakküm biçimlerini hedef alan direnişlerdir. Bu nedenle bu dinamiklerin bir araya geldiği her zemin, toplumsal direnişin devrimci potansiyelini büyütmektedir.
Kurucu Eşik Yeni Bir Toplumsal Düzen
Bugün Türkiye’de yalnızca bir kriz yaşanmıyor; aynı zamanda bir kuruluş süreci başlamaktadır. Bu süreci, halkın örgütlü iradesi ve sınıf eksenli bir devrimci programla kurmak zorundayız. Ekonomi çadırları, halk kürsüleri, mahalle forumları ve işçi inisiyatifleri yalnızca direniş alanları değil; aynı zamanda yeni bir toplumun tohumlarıdır.
Bu tohumlar dört temel taleple büyümektedir:
Emek için adil ücret
Sosyal haklar için kamuculuk
Yönetim için halk egemenliği
Gelecek için eşitlik ve özgürlük
Bu taleplerin sahibi yalnızca bir siyasal parti ya da örgüt değil; krizin yükünü sırtlayan, ülkeyi ayakta tutan milyonlardır. Bu nedenle bugünü yalnızca bir kriz dönemi değil; yeni bir toplumsal düzenin inşası için devrimci bir eşik olarak kavramak zorundayız. Mücadele, bu eşiği aşma iradesinde ve örgütlü kararlılığımızda saklıdır.
Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.