Eğitimde Uçurumun Kıyısında
Tehlike büyük, AKP’nin eğitim politikasının ekseni belli oldu. İslamileş(tir)me ve piyasalaştırma.
Eğitimin dini esaslara göre yapılmasının “dindar ve kindar nesiller” yetiştirilmesinde tercih edilen yolun toplumsal çoraklığı ve insan çölünün yaratılmasındaki ilk adımları kız okullarıyla atılmak isteniyor. Batıcı modernleşmeden kopuş ve eğitimin “sosyal devlet görevi” olmaktan çıkartılıp çağdışı tarikat sermayesinin cirit atacağı “kârhane” haline getirilerek biatçı, köle bir toplumun adımlarının atıldığı bir zaman dilimindeyiz.
AKP’nin yirmi ikinci yılındaki ilk pespaye hamlesi kız okullarının konusunu toplum gündemine dahil etmek oldu. Eğitim sisteminin gözler önüne serilen gerçeğini bundan böyle başka türlü okumak durumundayız.
Eğitimin İslamileştirilmesi konusunun günümüzde bu kadar korkusuzca konuşuluyor olmasının nedenleri var elbette. Sapkın ve tecavüzcü tarikatlar eliyle, çağdışı bir eğitim anlayışının resmileştirilmesi fikrinin hayata geçirilmesi için beklenen zamanın geldiğini bilerek, bunun verdiği güvenle çok rahat davranıyorlar. İnsanın düşünsel sömürüsünün çocuklarla başlaması, geleceksiz bir toplumu ifade ediyor. Diğer opsiyon, tarikatların okullar aracılığıyla paralanmasına olanak sağlayacak ve bu her iki ihtimalde de bir toplumun geleceği yerle bir edilecek.
Çok değil, bir süre sonra üniversiteleri de üniversite yapan tüm özellikleri; düşünce, bilim ve ifade özgürlüğü, kamusallık, liyakat, özerklik gibi özelliklerinden arındırılmış olarak bulacağız. Bunun da ilk adımları kız okullarıyla atılacak.
Toplumun “Talibanlaşması” hamlesi elbette gelecek nesillerle yapılabilir ve bunun için en iyi yol da savunmasız halkadan başlamak, yani anaokulu çağındaki çocukların, bu yüzyıla ait olmayan tuhaf tiplerin insafına terkedilmesi olacaktır. Sözde eğitmenlerden görevlerini layığıyla yerine getirmelerini beklemek de zaten büyük bir saflık örneğidir.
Durum gayet anlaşılır; çok bilinmeyenli bir denklem değil: “Ağacı yaşken eğmek.”
Çocukların düşünme, hayal etme yeteneklerini köreltmeyi başarmalarına olanak verirsek, bundan böyle geriye dönmenin asla olanağı olmadığı gibi, zengin değerlerin harmanlandığı bu coğrafyanın da her şeyiyle çoraklaşmasına izin vermiş olacağız.
Yaşadığımız ülke, tarihinin hiçbir döneminde laik olmadı. Anayasa’da “demokratik laik ve sosyal bir hukuk devletidir” yazıyor olması tam bir komedi aslında. Laiklik, din ve devlet işlerinin birbirleriyle hiçbir bağının olmaması halidir. O halde Diyanet İşleri Bakanlığı örneğini ele alırsak, ne tarz bir laiklikten söz edeceğiz? Mevcut haliyle tanımladığımız ülke için ‘laiktir, laik kalacaktır’ sloganının atılmasından daha ironik bir durum söz konusu olamaz.
Sınırlı laiklik alanlarının yavaşça tasfiye edilerek, şeriat pratiklerinin başta eğitim sistemindeki değişikliklerle daha belirleyici hale getirilmesi ve tüm devlet kurum, kuruluşların, dinci cemaatler ve bünyesindeki vakıflara ihale edilmiş olması, sorunun ana kaynağını oluşturuyor.
Esas olarak laiklik, tüm yaşam, inanç ve yönelim esaslarına eşit mesafede olmayı gerektirir. Türkiye, bunların hiçbirine hiçbir zaman hoşgörüyle yaklaşmış bir ülke olmamıştır.
Dönem dönem Diyanet ve kimi din tüccarlarının fetvalarıyla yönetilen ülke, yakın zamanda tamamen fetvalarla yönetilme tehlikesiyle karşı karşıya.
Gericiliğin, 1945 yılları sonrasında adım adım örgütlendiği 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 askeri darbeleriyle hızlandırıldığı ve en nihayetinde, 22 yıllık AKP iktidarıyla da tüm devlet aygıtını ve toplumun yarısından fazlasının kuşatan karanlık bir gelecekten söz ediyoruz.
Burada öncelikle anne ve babalara çok ciddi görevler düşüyor. Çocuklarının çağdışı tiplerin eline verilmesine karşı çıkılması, buna karşın ne pahasına olursa olsun mücadele edilmesi gerekiyor. Ülkenin geleceğinin, çocuk evliliklerini savunan bu sapkın tecavüzcülerin eline bırakmamak için ne gerekiyorsa yapılmalı.
Aslında kimsenin dokunmaya cüret edemeyeceğini sandığımız, geleceğin sahibi çocukların çevrelerine örülen örümcek ağları temizlenmez, onlara uzanan kirli eller kırılmazsa daha iyi bir dünya için mücadele alanının kalmayacağı gibi aydın fikirlerle mücadeleye değer katacak tertemiz, parlak bilinçlerden mahrum olacağız demektir.
Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.