Neo-Feodal Toplumda Hayatta Kalma Rehberi - I
Feodal her rejim, yönettiği toplumu sıkı denetim altında tutabilmek için şiddeti kullanışlı bir aygıt olarak elinde bulundurur ve yeri geldiğinde işlevsel kılmak için yargı sisteminde bilinçli olarak bir dizi boşluk bırakır. Sadece görmezden gelinerek bile teşvik edilebildiği rejimlerde şiddetin yayılmacı özelliğinden faydalanan en küçük patriyarkal birimin çekirdek aile olduğunu varsaymamız, Türkiye’deki milyonlarca evden şiddet fışkırmasını açıklayabilir.
Boşanmalarda Artış Kaygısı Üzerine…
Birçok hemcinsim gibi, benim görüşüm de mutsuzluğun ve şiddetli geçimsizliğin olduğu (ya da olmadığı) evliliklerde boşanma hakkının hayati bir savunma olduğu yönündedir. Birinci ve ikinci dalga feminizm tarafından kazanılan haklar sayesinde bugün kadınların ücretli istihdama katılımında artış, kamusal alanda görünür oldukları koşulların sağlanmasında süreklilik gibi iyileştirilmiş koşullar elde edilmiş olsa da, hem resmi verilerde hem ampirik bulgularda kadına yönelik şiddet vakalarında ve kadın cinayetlerinde gerileme söz konusu değil. İşte feodal rejimlerin şiddeti maşa olarak kullandığı politik yöntem burada devreye girmekte…
Şiddetli geçimsizliğin olduğu bir evliliğin içinde kalmayı, boşandıktan sonra yüzleşeceği sosyoekonomik çıkmazlara, toplumsal açmazlara ve dahası, eski eş tarafından öldürülmesiyle sonuçlanması olasılığına mecburen ‘tercih eden’ kadın sayısı hala çok yüksek.
Mağdur Değiller
Sadece kadınları değil, erkekleri de mağdur edebilen bu sistemdeki hataları yapılandırmanın ilk adımlarından biri olan boşanma hakkını savunarak önlenebilecek şiddetin vardığı boyutlar, boşanmaların ahlaki erozyona yol açabileceği tahmininden endişelenen ve ‘endişesini’ manipülatif bir saikle topluma yansıtan, özellikle kadın figürlerin sayısından memnun olmadığımı belirteyim.
Cinsiyet eşitsizliğini merkezine alarak hem toplumsal hem hukuki yargılarını oluşturan, bunu da kadınların üzerine basarak yapan mevcut iktidardaki parti için uzun süre hizmet etmiş kimselerin kendileri adına yaptıkları destek çağrıları, mağduriyetle karıştırılmamalıdır. Bir örnekle, geçtiğimiz hafta yine bir yolsuzluğuyla gündeme gelen Hilal Kaplan veya hem bir kadının çıplak aramada taciz edildiğine ilişkin beyanını yoksayan, hem de bunu mizojinist sıfatlarla destekleyen Özlem Zengin, son zamanlarda gündeme geldikleri sorunlarında mağdur değillerdir. Bugün üçüncü dalga feminizm en önemli aşamasındayken yola taşlar dizmiş figürlerin, mağduriyet ambalajında sundukları yeni versiyonlarını yadsımak da bu koşullarda işten bile değil.
Endişe Verici…
Bir kısmımızın bu isimleri sorgusuzca mağdur ilan etmesini ve başta bunu diğerlerine kabul ettirme gayretini tepkisel bir savunma refleksi olarak görmeyi ve bugün aynı düşünmediklerini ummayı tercih ederim, zaten eminim ki hepimizin ortak değerlendirdiği bir gündem daha var: Binbir dalavereyle yıllarca örtbas edilen Şule Çet cinayetinde katillerin avukatı olarak tanıdığımız Paşa Büyükkayaer’in bu seçimde Zafer Partisi için milletvekili adayı olarak karşımıza çıkmasına, aday olduğu partiye rağmen, pek çoğumuz gibi tepki gösteriyorum. Önlenmediği sürece cinayete varan erkek şiddetine emsal oluşturan Şule Çet cinayeti kadar hassas bir davada avukatlık yaptığı esnada, adliyede çıkan silahlı kavgada havaya ateş açmasıyla şiddete bakış açısını pekiştirmiş gibi görünen birinin ve ne yazık ki toplumda güven ve samimiyet uyandırmayan nicelerinin mecliste temsiliyet hakkı elde edebilmeleri, tartışmasını yapacağımız önemli konulardan yalnızca biri.
Her Şeye Rağmen…
En nihayetinde patriyarka, kadınların oldukça zor koşullardan geçerek ve sayısız bedel ödeyerek elde ettikleri bireyselleşmeden önemli ölçüde etkilendi ve bu da kadın mücadelesine katkı sağladı. Fakat elde edilen bireyselleşme, ev içi şiddet vakalarında ve kadın cinayetlerinde azalma kaydedilmesini sağlayamadı.
Ataerkil bariyerlere takılmasına karşın ileriye giden kadın mücadelesi nispeten gelişirken, Türkiye’de de kadınlar oldukça zor koşullardan geçerek ve sayısız bedel ödeyerek elde ettikleri bir miktar özgürlüğe sahip oldular, ancak bu sınırlı kazanım mutlakiyet vaat etmediği gibi, Türkiye’deki ev içi şiddet suçlarının ve kadın cinayetlerinin önlenmesi için yeterli olmadı zira patriyarka durağan olmayan, şartlara göre kendi var olma yöntemlerini geliştirerek devinen ‘canlı’ bir sistemdir; kadınlar zafer elde ettikçe, patriyarkal çarklar aynı anda çalışıp kadınların ve dolaylı olarak toplumun üzerindeki sıkı denetimi elde tutar. Bir kadın yazar kılığında, kadın siyasetçi suretinde veya hukuk insanı imajıyla her köşede karşımıza çıkan; patriyarkanın en güçlü rakibi olan kadın savunmasını kapsayan İstanbul Sözleşmesi’nin karşısında yer almış/alan her isme karşı önyargılı olmaktan utanmadığımı vurgulayarak, şimdilik burada noktalıyorum.
Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.