Kanunsuzluk Üreten Kanun Katillerinin Katillik Yaratan Kanunsuzlukları
Sapık nekrofilinin teki, güpegündüz işlek bir kentte 19 yaşında genç bir kızı katledip kesilmiş uzuvlarını sokak ortasına atabiliyorken; cinsel saldırı, kasten yaralama, gasp, mukavemet ve otomobil hırsızlığı suçlarını işlemiş ve başka suçlara aç iki sapık, genç bir kıza tecavüz etmeye yeltenip vatandaş sayesinde polislerce gözaltına alınmasına rağmen serbest bırakılabiliyor iken, ne yapacağız? Nasıl davranmalıyız?
Öfke duyacağız, sinirleneceğiz, insan olmaktan utanacağız. Bunlar sadece görebildiklerimiz; göremediğimiz binlerce, kansızca yaşatılan ve utanacağımız olay var çünkü adalet yok, eşitlik yok, insanlık yok diyeceğiz ve umutsuzluk içinde stres dolu hayatlarımızdan ve olaylardan kaçmak için telaşlı, öfkeli ve üzüntülü bir biçimde telefonlara sarılacağız. Kaçmaya çalışacağız hayattan. Çocuğumuz, ailemiz, arkadaşlarımız birkaç dakika gecikince korkacağız, endişeleneceğiz. Başına gelebilecek ya da gelmiş olabilecek ihtimalleri düşüneceğiz. Ya geldiyse deyip alelacele telefona sarılıp cevap verilinceye kadar ellerimiz titreyecek, ne yapacağımızı bilemeyeceğiz. Tek başımıza yürürken sürekli arkamızı kollayacağız, öldürülmemek, tacize veya tecavüze uğramamak için. İnsanlarla göz temasından, iletişim kurmaktan kaçınacağız sapık veya katil olabileceği için. Metroya, otobüslere, taksilere binerken korkacağız tacize uğrayabileceğimiz için. Ve kendimizi korumak amacıyla daha çok evlere kapanıp, çocuklarımızı evlere kapatacağız.
Gece uyumaya yeltenirken düşüncelerimiz durmayacak, canice katledilen Ayşenur Halil’in, İkbal Uzuner’in çığlıklarını, o caninin İkbal’in annesini arayıp kızın artık huzur içinde demesini ve o annenin kızının uzuvlarını sokak ortasında kanlar içinde görüşünü düşüneceğiz. Katilin bir sene önce, işleyeceği cinayeti rahatça itiraf edebildiğini, öz babasının bile şikayetçi olmasına rağmen devlet tarafından bir yaptırım uygulanmayışını ve cinayeti planlarken açık açık bunu dile getirecek rahatlığa sahip olduğunu aklımıza getireceğiz. Göz göre göre işlenmiş bir cinayet olduğunu ve devletin buna müsaade ettiğini düşüneceğiz. En işlek kentlerden birinde iki sapığın ulu orta genç bir kıza tecavüze yeltenebildiğini ve devletin daha öncesinde olduğu gibi müsaade edercesine bu sapıkları serbest bıraktığını düşüneceğiz. Daha sonra çocuğumuz aklımıza gelecek, daha da çok endişeleneceğiz. Ona iyi bir yaşam sunmak için daha çok çalışmak gerektiğini fakat daha çok çalışınca bile iyi bir yaşam bir kenara; bir yaşam sunmak için dahi 10 saat çalışmanın yetersiz kaldığını fark edip kendimize kızacağız. Utanacağız kendimizden ve ardı arkası kesilmeyen düşüncelerin ardından uykusuzca, nefret ederek işe gideceğiz yine; yas tutmaya vaktimiz bile olmadan.
Bu böyle devam ettikçe sağlıklı düşünemediğimizi, uyku uyuyamadığımızı, bir şeylerin yolunda gitmeyip sürekli artan bir stres döngüsü içinde çaresiz hissettiğimizi fark edeceğiz. Umutsuzca bir şeylerin düzelmesi amacıyla yardım almak için imkanımız varsa psikolojik destek alacağız belki de. Fakat psikoloğun veya psikiyatristin de görevi toplum normlarına uymayan insanları ve hissiyatları topluma adapte etmek olduğu için kaygı ve stres bozukluğu, depresyon, anksiyete gibi tanılar koyacak, düşünüşü uyuşturan ilaçlar verecekler belki de. Sonra da suçun yine bizde, bizim düşünüş tarzımızda olduğunu düşünüp daha da afallayacağız belki.
Fakat toplumun normları sağlıksız ve insaniyet dışıdır. İnsanın yürürken sürekli arkasını kollamasını gerektiren; ölmemek, tacize veya tecavüze uğramamak için korkarak başkalarıyla göz temasından bile kaçınıp kendisini ve ailesini dört duvar arasında büyütüp aç kalma korkusuyla yaşamasına sebebiyet veren bu sistemdir. Asıl hasta olan da, yine bu durumun sebebinin bireyin kendisi olduğu düşüncesini kendi çıkarları doğrultusunda kullanıp sorunun bireyin düşünüş tarzında olduğunu söyleyerek düşünüşü uyuşturan ilaçlar verip sistemi oluşturan devlettir.
İnsan iletişim kurar, konuşur, sosyalleşir. Çocuk başka çocuklarla oyun oynar, enerjisini atar, soru sorar, tartışır, üzülür. Bunları, sosyal hayatı, empati yeteneğini oyunla öğrenir ve geliştirir. Bakış açısı felsefi, insanca bir temelde şekillenir ve kendini soyut ve yalıtılmış hissetmez, bir birlik vardır çünkü. Bu birliktelik yapıcı, üretken ve insanca bireyler yetiştirir. İnsan kendini ne kadar doğadan, diğer hayvanlardan, yaşamdan soyutlarsa soyutlasın insan toplumsal bir hayvan olarak birlik içinde insanca yaşamaya muhtaçtır. Ve yaşamı boyunca sürekli yeniden doğar.
Fakat koşulların, şu anki sistemde olduğu gibi bunun tam aksi ve yetiştirdiğimiz çocukları ana rahmine geri sokmayı yeğlercesine olduğu bir sistemdeyiz.Bu sistem düşünüşte umutsuzca, birlikten ve bütünlükten yoksun, aç kalmamak için daha çok ruhunu sömürtmeye; ruhsuzluktan doğan, içimizdeki insanın son insanca yakarışlı çığlıklarını üzülmemek için susturmaya ve düşünüşümüzü uyuşturmaya dayalı ise ne yazık ki insan olarak insani hissetmek için o içtepilerin yıkıcı bir şekilde yönlendirilmesine olanak sağlayan ve yine sistemin faşizan bakış açısı çerçevesinde kendi lehine onaylanıp desteklendiği noktada hasta devlet, hasta toplum yaratacaktır. Yolsuzluk, adaletsizlik, eşitsizlik, hukuksuzluk kol gezecektir. Hukuk devletin ve zenginlerin hukukudur, halkın değil. Çünkü hukuk insanlığı savunmaz. İnsanlığı savunan, insanlardır.
Anlaşılır olması için bir örnekle devam etmek istiyorum: Baş ağrıtan gürültülü bir odadasınız ve odada (geçici olarak fakat müzik devam ettikçe kalacak olan) sağır bir adam müziğin sesini ayarlıyor. Müzik son ses ve başınız ağrıdığında bu adam size ağrı kesici uzatıyor. Onun dışında sizinle hiçbir iletişimi yok. İlacı ilk içtiğinizde size biraz iyi geliyor fakat bir şeylerin yanlış olduğunu fark ediyorsunuz ve adam size iki doz ağrı kesici daha uzatıyor. Sizinle birlikte bir kişi daha var odada ve müzisyen o kişinin yanına dışarıdan biri müziği durdurmak isterse diye kendi lehine düşünerek iki tane bıçak bırakıyor. Burada mantıklı olan başın ağrıyorsa müzisyenin uzattığı ilaçları almayıp başının ağrıma sebebinin (insanca evrimleşmiş olan kulağına giren insanlık dışı) baş ağrıtan bir ses olduğunu ve bu sesi düzenleyenin müzisyen olduğunu fark etmek. Baş ağrısının verdiği o öfkeyle müzisyeni alaşağı etmek ve sesi düzeltmektir. Başım çok ağrıyor ama ne yapalım sistem öyle ve müzisyenle baş edecek takatim yok demek değil. Veya kulağının insanca evrimleşmiş olduğunu fark edip müzisyenin yabancılaştıran sistemi ve bıçak teşviği ile sorunun çözümünün kulağını ve benim kulağımı kesmek olduğunu söyleyen kişinin sapkın ve canice hareketinde de değildir. Tabi, bıçağı yine müzisyenin teşviği ile alıp özellikle baş ağrısını biraz belli edenlere, müzisyenle iş birliği içinde bir korku salma çabasının verdiği sadistik bir güçte de değildir.
Baş ağrısının verdiği öfkeyle müzisyeni alaşağı etmedeki kastım salt bir öfkenin sorgulayıcı olmayan bir hayat tarzı şeklinde sistemin yabancılaştıran nitelikte yabancı kavramı duygusunun benimsenmesi, bunun ve yaşamın değişken bir süreç olduğunu ve bireyci değil birlik duygusunun hareketi şeklinde ilerlediğinin unutulması ve “bireyci birlik” hülyası ile yapılan bir başkaldırış değildir.. Aksi takdirde baş kaldırılan sistemin öğelerinden biri olan sistemin düşünüş tarzını benimseyip kısır bir noktaya gelinecek, bulunulan konumu, sistemi bilfiil değiştirmek yerine sistemin lehine; konumuna duygusal, pesimist bir bağlılıkla sistemi değiştirme düşüncesi hayat tarzı haline getirilecektir.İş kimlik siyasetine çevrilecek ve sonunda günah keçisi halini alıp başkaldırışın adının kötü düşüncelerle anılmasına ve görülmesine sebebiyet vereceklerdir.
Fakat dediğim bu olay gündem koşullarında geçerli olmayıp hat safhasına varmış insanlık dışı olayların ve yaşam koşullarının doğal bir örgütlüğünün zaten ortaya çıkmakta olduğunu, bu örgütlüğün ütopik sosyalistlerin düşünüş tarzı gibi sadece kendi bakış açılarında, kısır olan sorgulayıcı insanlarla gerçekleşmeyeceğini bilmeliyiz. “Birey birlik” safsatasına karşı çıkan bir “gerçek birlikçiler bireyi kümesi” oluşturan ve halkı kendi kümesine çekmeye çalışan zihniyetten ziyade halka hitap edip, halkla bir kitlesel, küresel küme oluşturmanın asıl gerçek birlik olduğunu unutmamak, bilfiil süreç içinde olmak, harekete geçmek, sesimizi çıkarıp insanca yaşam hakkımızı savunmamız gereklidir.
Kanunlar yapısı gereği devleti savunur çünkü devlet insanlıktan çıkmış tekelci çeteleşmiş AKP zihniyetinin üst sınıfın zenginlerinin sömürüsünü, yolsuzluğunu ve insanlık dışı yapısını, dinsel ve ayrı bir benlik duygusuna sahip olduğu düşünülen yüce bir görünüm altında meşrulaştırır, yasallaştırır. İlk devlet kanunlarının çıkış gayesine baktığımızda da ortada sınıf çatışmasının olduğunu, köle ve efendi arasında efendinin yolsuzluğunu, kanunsuzluğunu gizlemek ve köleye köleliğini benimsetmek için dinsel bir görünüm verilip maddelerin yazınsal bir yapıda yüceltildiğini görürüz. Askeri sistemin ve devletin de kölelerin baş kaldırma tehdidine karşı efendilerin tek tek silahlanmasındansa bir efendiler silahlı örgütü kurulup yine aynı efendilerin sömürüsünü kanunlar adı altında meşru kılan ve köleliğine baş kaldırmış olan kişilerin öldürülmesini, işkence görmesini her türlü insanlık dışı olayı yasallaştıran ve insanca haklarını savunan, sorgulayan bu kişilerin terörist olarak adlandırılmasına sebebiyet veren bu caniler ve onların sistemi olduğunu unutmamamız gerekmektedir.
Peki sistemin geçmişte bu şekilde oluşuna rağmen sadece bu konularda yazınsal olarak dahi sömürülen sınıfın haklarını bulunduran maddelerin yer alması hangi süreçte gerçekleşmiştir sorusu sorulduğunda burjuvazi sınıfının özgürlüklerini en gerici şekilde kısıtlayan feodal sisteme karşı burjuvazinin örgütlenip baş kaldırış noktasını referans alabiliriz. Burjuvazinin kanunlarda yer almayan özgürlük, insancıllık, akılcılık kavramını sadece kanunlara ekletme talebinde bulunmadığını ve bu uğurda savaşım verdiğini görürüz.
Bu savaşımın meyvelerini insanca yaşam, akılcılık, serbest piyasa özgürlüğü ve hukuku adı altında yiyen burjuvazi; yapıcı, üretken ve insan merkezli, bir süreye kadar hayret edilesi ve öngörülemez bir şekilde insanın merakıyla ve sorgulayıcı aklıyla “insanca doğanın üstesinden gelmesini” olanaklı kılan bilimin, evrimin, sanatın ve yaşamın önkoşulu olduğunu, fakat kendini yenileyememesi, sınıf savaşımlarının keskinleşmesi sonucunda düşüncelerinin devrimci özüne sadık kalamayıp kendi çıkarları doğrultusunda feodalizmin burjuvaziyi kösteklemesi gibi burjuvazi de proletaryayı insanca yaşamdan mahrum bırakmış ve insanca yaşam düşüncesine sadık kalan proletaryanın ve işçi sınıfı örgütünün bu uğurda savaşım vermesi, öldürülmesinin sonucu olarak tehdit altındaki burjuvazinin korkup, kendi konumunu koruması amacıyla kanunlara sömürülen sınıfın haklarını da eklediğini görmekteyiz.
Şu an yapmamız gereken insanca yaşam özüne sadık kalmak ve örgütlenip, eklenen ve eklenmesi gereken kanunların hakkını sonuna kadar savunup birlik duygusuyla hareket edip bu caniliklere, yolsuzluklara ve en önemlisi bu kanunları istememize sebebiyet veren sistemin zaten bu kanunların yazılmasına ihtiyaç duymadan bunları yapıyor olması gerektiğini göz önünde bulundurup korkusuzca savaşım vermek; sesimizi çıkarmak değil, haykırmaktır. Hukuk zenginlerin hukuku iken insanlığı ancak insan kalabilenler savunabilir ve savunacaklardır
Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.