
Yorumlamanın Gücü
Karl Marks, “Feuerbach Üzerine Tezler”i 1845 ilkyazında Brüksel’de yazdı. Bu eserindeki 11. Tez’le anılır ve övülür hep. 11. ve son tez şöyledir: “Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır, oysa asıl mesele onu değiştirmektir.” Marks gibi bir filozofa da bu yakışırdı değil mi? Vurguyu dünyayı değiştirme girişimine yapıyor.
Vladimir İlyiç Lenin’in, 1902’de yayımlanan, “Ne Yapmalı? – Hareketimizin Acil Sorunları” kitabında ise tartışmalı konu şöyle geçer: “Hareketimize, onun pratik önemi ve pratik başarılarından etkilenerek, teorik donanıma çok az sahip olan ya da hiç olmayan çok sayıda insan katıldı. İşçi Davası dergisi, Marks’ın ‘Gerçek bir hareketin her adımı, bir düzine programdan daha önemlidir’ sözünü zafer kazanmış bir edayla öne sürüyor. Bunun nasıl bir densizlik olduğu görülebilir. Bu sözleri, bir teorik keşmekeş döneminde tekrarlamak, bir cenaze töreninde cenaze sahiplerine ‘gözünüz aydın’ demekle aynı şeydir. Devrimci teori olmadan, devrimci hareket olamaz. Moda haline gelmiş oportünizm vaazının, pratik çalışmanın en dar biçimlerine duyulan hayranlıkla birleştiği bir dönemde, bu fikir ne kadar vurgulansa az gelir.”
Yorumlamak ve değiştirmek arasındaki gerilimli ilişkiyi Lenin’in rayına oturttuğunu söyleyebiliriz. Son noktayı, “Devrimci teori olmadan devrimci pratik olamaz” diyerek koyuyor. Ekim Devrimi’nin önderi ve eylem insanı Lenin, en doğrusunu yaparak çubuğu teoriye doğru büküyor.
Abdullah Öcalan, PKK’nin 12. Kongresi’ne, giriş bölümü ve 7 maddeden oluşan bir perspektif yazısı gönderdi. Orada bu bahisle ilgili şöyle diyor: “Sözün gücünü küçümsemeyin. Söz hakikatle buluştuğunda çok etkilidir; yaratıcı, yürütücüdür. Bu söz sadece pratik direnişe yol göstermedi, büyük bir tarih çözümlemesine dönüştü.” Sonuç olarak o da çubuğu söze, teoriye, yorumlamaya ve siyasete doğru büküyor. Yani “kelam vücut bulur” diyor bir anlamda.
Öcalan, “Doğa ve Anlam” bölümünde aynı bağlamda ele alınabilecek bilim ve felsefe konusuna şöyle değiniyor: “Eğer bir ekol olarak bahsedeceksek ki hâkim ekoldür Gazali, bir yandan Avrupa’da zafere giden bilime yol açan felsefeye kapıları kapatır. (…) Meşhur İbn-i Rüşt ve Gazali çatışması biliniyor. Batı Gazali’yi, mahkûm ederken, batı düşüncesi İbn-i Rüşt’ü esas alır ve geliştirir. Bildiğimiz felsefi ve bilimsel devrimi yapar, İslam ise ona tamamen kapalı kalır. Ve batı üstünlüğü, batı yükselişi başlar.”
Burada, İslam kültürü içindeki felsefeden uzaklaşan yaklaşımın, bilimden uzaklaşma sonucunu doğurduğunu anlatıyor. Zira; teori, felsefe ve yorumlama olmadan, bilim de olmayacaktır.
Solda günü kurtaran ve sadece kendi gemisini yürütmeye çalışan bir yaklaşım hâkim. Ölçeği büyüten, bütünsel, uzun vadeli, sorunları tespit eden ve çözüm önerileri getiren bir yaklaşım eksik kalıyor. Bu anlamıyla politik programdan, yorumlama işlevinden ve yaratıcılıktan geri düşüldüğü söylenebilir. Solun çoğunluğu, gerekçesi ve amacı olmayan bir siyasal kavganın dağdağası içinde sürükleniyor.
Peki, bir fikir atlası var mı? O yok işte, uzun süredir onu yaratabilme iddiası ileri sürülemiyor durumda.
Amerikalı sosyalist Danny Katch şunu diyor: “Orta yolcular ve radikaller arsındaki farklılıklar, bir toplantı düzenlemek için bile farklı sonuçlara varabilir. Pek çok reformist, toplantıları pratik görevlere odaklamayı tercih eder ve açık uçlu siyasi tartışmaları ‘üretken olmayan’ bir zaman kullanımı olarak görür. Buna karşılık devrimciler, insanların hareket içinde edinmekte oldukları deneyimlerden kazandıkları yeni bakış açılarını keşfetmek için mutlaka siyasi tartışmalara vakit ayırmak ister.”
Öcalan da Katch’in açıklamaya çalıştığı manada bir dar pratikçilikten ve tek boyutlu kalmaktan ötede duruyor.
Ona göre: “Bu iş sadece direnişle olmaz. Yeninin inşasında devrimci kültür, demokratik kurumların teşekkülü, demokratik ulus kurumları, inceleme araştırma kurumları, dil kurumları kesin bir rol oynayacak. Bunlar kapitalizmle olmaz. Kürt toplumu antikapitalist olmalı. Kürtler kendilerini demokratik ulus, eko-ekonomi ve komünalite üzerinden özgürleştirecek, kalıcı bir yaşamı inşa edip kesinleştireceklerdir. Bu da tabii ki inşa ve kendini var etme mücadelesi ile sağlanacaktır.”
Terry Eagleton’un aracılığıyla baştaki tartışmaya dönecek olursak, onun da sözlerine bir kulak verebiliriz: “Marx’ın Feurbach’la ilgili olarak yazdığı ünlü 11. Tez’e ihtiyatla yaklaşmak gerekir. Orada, felsefeciler sadece dünyayı yorumladılar; önemli olan onu değiştirmektir, diye yazar. Ama dünyayı yorumlamadan nasıl değiştirebilirsiniz? Ve yorumlamanın gücü, siyasi değişimin başlangıcına belirli bir ışık tutmaz mı?”
Nazım Hikmet “Mektup” adlı şiirinde Maksim Gorki’ye, Lenin’le ilgili serzenişte bulunuyor.
“Şuurun, çok uzun bir köprüsü var, duymakla anlamanın arasında. Sen de sevdin onu, onu duydun, fakat anlamadın.”
Bölge ve dünyamızda yaşanan bu çoraklıkta, Abdullah Öcalan’ın ortaya koyduğu yorumlama gücü ve anlama çabasının, siyasi değişimin başlangıcına ışık tutacağını görebiliriz.
Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.