Post

Beton Bina ve Fabrika

2000’li yıllara doğru “küreselleşen dünyamızda” ifadesiyle başlayan bir konuşma ve yazma şekli vardı. Konuya bu başlangıçla girilmezse olmazdı neredeyse. Kimsenin en ufak bir şüphesi yoktu. “Demir Perde” sosyalist ülkeler tarih sahnesinden çekildikten sonra gelip çatmıştı. Buna bir ferahlama, yumuşama gibi bakılabilirdi. Hikmetinden sual olunmazdı. Kendisini solcudan sayanların fazlaca bir kısmı da böyle düşünürdü.

Neredeyse sorunu yaratan sosyalist blok tarafındaki ülkeler gibi hissettiriliyordu.

Şimdi liberal olmanın önü açılmıştı işte. Sorunu bir mülkiyet sorunu olarak görmek saçmalıktı. Özel mülkiyetin alabildiğine mevcut olduğu ülkeler gayet iyi gibi gözüküyordu. Hatta sosyalist bloğu yenmişlerdi. Sarhoş Boris Yeltsin pek bir kifayetsiz gözüküyordu.

Çok daha karışık bir konu daha vardı. Bir yaklaşım diyordu ki, “küreselleşme nesnel bir süreçtir ve o nedenle buna karşı olunamaz”. Kolay gibi gözüküyor ama zor bir tartışma. Eğer bu kafadan gidecek olursak kapitalizmin kendisi de tartışmasız bir nesnelliktir ve o zaman ona karşı da mücadele etmek söz konusu olamaz. Herhalde böyle bir mantık yürütenlere karşı çıkmak da ancak “iradecilik”ti.

Bu mevzu ilerleyen zamanlarda sessiz sedasız kapandı.

Hani şarkıda diyor ya, “Kanadık toprak olduk, çekildik bayrak olduk, döküldük yaprak olduk, geldik bugüne” diye. Geldik bugüne.

Küreselleşmenin gök kubbede bir yankısı bile kalmadı. Bütün ülkeler kendi içine kapanmanın ve sınırları yükseltmenin peşinde. Artık küreselleşme yerine korumacılık var.

90’larda sözüm ona ABD emperyalizmi tartışılmaz bir zafer kazanmıştı. Artık tek kutuplu dünyada yaşayacaktık. O güzel, adaletli ve liberal kutup da ABD olacaktı. Daha ne isterdik ki dünya tarihinden. ABD en sonunda Afganistan ve Irak’ı işgal ederek marifetini en net bir şekilde gösterdi.

Küreselleşmenin yumuşaklık yayacağı tezi oracıkta bitiverdi. Buyur sana yumuşaklık.

İstikrar getireceği tezi de 2008’deki dünya çapında yaşanan ekonomik krizle son buldu. Ülkelerde gerekli düzeyde büyüme sağlanamıyor. Marks’ın kahince saptadığı kar oranlarındaki eğilimsel düşüş devam ediyor. Gelir dağılımı çok sert bir şekilde bozuluyor.

Bunları birkaç kere söylediğimde solcu arkadaşlarım “çok takma kafanı, kapitalizm ara sıra böyle krizlere girer ama sonra çıkar” dediler. Kapitalizmin krizine dair kafalarında kalan son şey buydu sanırım. Kapitalizmin krize girerek devrileceğine ilişkin varsayımı kaybetmiş gibiydiler. Bizim gibi yenilmiş ama akıllanmaz solcular boş boş konuşuyor diye düşünüyorlardı. Bizim gibiler sekterdi ve bilimsel inceliğe sahip olamıyordu. Onlar yenilgiyi kabullenmiş ve rahatlamışlardı.

Mesela ülkemizde bütün sermayeyi beton binalara yatırma sefaleti var. Karlı olabilmenin çıkar yolunu burada görüyorlar. Buldukları her para hoop betona. Çok uzak görmeyelim. ABD’de başlayan krizin de temelinde ipotekli evler vardı. Kapitalizm üretici güçleri kitapta yazdığı gibi bir çıkmaza sokuyordu hep.

Sorun şurada, beton binalar asla üretim yapmaz. Buna bağlı olarak ortada bir artı değer yoktur. Beton bina orada öylece durur. Fabrika ise öyle değildir. Fabrikaların içindeki insan emeği durumu kökten değiştirir. Fabrikanın içindeki insan emeği maddeyi işleyerek bir değer üretir. Bunu sadece ve sadece emek gücü başarabilir. İnsan emeğinin içinde yer almadığı her mekân üretken olmayan boş bina anlamına gelir.

Bu bizim solculara bile böyle gelmiyor ama böyledir.

Fabrikalarda üretim oluyorsa ülke çapındaki büyük bir havuzda bir değer birikebilir ancak.

Bizim ülkemizdeki havuz problemi budur. Havuzda biriken bir su yoktur.

Fabrika yapmıyorken yol bile yapsan üretken olamaz.

Son yapılan G20 toplantısında Rusya eleştirilemedi. Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’nın yer aldığı BRICS’e; Arjantin, BAE, Etiyopya, İran, Mısır ve Suudi Arabistan olmak üzere 6 ülke davet edildi. Böylece topluluğun genişlemesi yönünde önemli bir adım atıldı.

İşler ABD önderliğindeki Batı bloğunun istediği şekilde ilerlemiyor. Bazı arkadaşlar için pek önemli olmasa da ABD’nin dünya çapındaki hegemonyası sarsılıyor. ABD sönmez ve sarsılmaz değil.

Yani tarih 1990’larda bitmedi ve devam ediyor.

ABD hegemonyası ve kapitalizm mutlak bir zorunluluk değil.

İkisine karşı da mücadele edebiliriz ve kazanabiliriz.

*Hakan Öztürk'ün bu yazısı ilk olarak 15 Eylül Cuma günü Yeni Yaşam Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.

İlgili Yazılar

Post

Ortadoğu’daki Dalgalanmalar

Post

Tam Kurtuluşun Yolu

Post

Gerçekçi Ol, İmkansızı İste

Post

Kamusal Emeklilik Hakkı Savunulmalı

Post

Köylülere Her Yönden Saldırı

Post

İyi Bir Başlangıç

Post

Tek Adam Rejimi Tekledi

Post

Açlıktan Öte Köy Var mı?

Post

Emsalsiz, Tek ve Kıyaslanamaz Değiliz

Post

Asgari Ücret 42.300 Lira Olmalı

Post

Asgari Ücreti Kıyaslamak

Post

Asrın Hortumlaması: 133,5 Milyar Dolar

Post

Enflasyonu Ücretler Yaratmıyor: 5 Kanıt

Post

Üreten Biziz, Paylaşan Da Biz Olacağız

Post

Emeğin Tam Karşılığı, Tam Refah, Tam İstihdam

Post

Haklılığımızı Açıklıyoruz Ve Kanıtlıyoruz

Post

Üç İnsandan Biri İşsiz, Dört Çocuktan Biri Aç

Post

Kurban Edilmek İstenen Emekliler

Post

Olmaktan Korktukları Yerdeler

Post

Tarih Bir İpucu Bekliyor

Post

Yarını Bugünden Kurmaya Başlamak

Post

Kamu Yararı için Ürün ve Hizmet Yaratmak

Post

Yön Göstermek

Post

Somut Koşulların Somut Analizi ve Siyaseti

Post

AKP Bir Geri Dönülmez Felakettir

Post

Orman Yangınlarında Bütün Tohumlar Ölmez

Post

Kerelerce Ölçülen Gelir Adaletsizliği

Post

Alem Buysa Kral Popülistler

Post

İşçi Sınıfı Şart Koşabilir

Post

Sefalet Endeksi

Post

Birkaç Ağaç ve Bir Nefes

Post

Ücret ve Kar Tahterevallisi

Post

Laiklik Şimdi ve Hep Gerekli

Post

Enflasyonun Yarattığı Sefalet

Post

Enflasyonun Sebebi Açlık Sınırındaki Ücretler mi?

Post

Bütçede Değirmenin Suyu Nerden Gelir Nereye Gider

Post

Anayasa Mahkemesini Bir Kez Tanımamak

Post

Gençler Sadece Asansör İstemez

Post

Emek ve Demokrasiden Yana Cumhuriyet

Post

Yahudi Olmayan Çocuklar da Çocuktur

Post

Elin ve Evin İyisi

Post

Göz Hizasında Siyaset

Post

Dördüncü Kuvvet Dik Duruyor

Post

Beton Bina ve Fabrika

Post

Smaç Sebep Sayı Sonuçtur

Post

Sorun Geniş Bir Zaman ve Mekanda

Post

Ekmek İstiyoruz ama Gül De

Post

Parti İşçi Sınıfını Besteler

Post

Kamu Mülkiyetini Kurtarmak

Post

İçeriksizlik Fırtınası

Post

Ormanlar Bizim, Kahrolsun Kapitalizm

Post

“Esset” Değil Halkın Öz Varlıkları

Post

Var ve Yok Listesi

Post

Karşı Kültür

Post

Günbegün Ücret Mücadelesi

Post

Aslanı Kediye Boğdurmak

Post

Sonradan Hatırlananlar

Post

Seçimin Yarattığı Yorumlama İmkânı

Post

Erdoğan’a Yetki Yok

Post

Mülkiyet Sorunu

Post

Halkın Temel İhtiyaçları, Kamu Hizmeti Olarak Karşılanmalı

Post

Örgütlü Gücü Meclis'e Taşıyalım

Post

Hiçbir Yerden İzin Almamak

Post

Mahirleri Anmak Değil Anlamak

Post

Hareketin Hareket Halindeki Doktrini

Post

Denizlere Çıkar Sokaklar

Post

Tabutta Röveşata

Post

Buyurunuz Buradan Yakınız, Mösyö Hükümet

Post

Depremin Siyaset Üstü Olmaması

Post

Basra Harap Olmadan Önce

Post

Halkın Birikimlerinin Bağımsızlığı

Post

Görev Zamanı

Post

Bu Daha Başlangıç

Post

Kaynaşmış Değiliz

Post

Bolsonaro Tavuğunu Yalnız Yemesin

Post

Suriye Sınırını Değil Açlık Sınırını Geç

Post

Neden Yapmasınlar?

Post

Hayallerin de Sadakate İhtiyacı Vardır

Post

Büyük Pasta, Küçük Pay

Post

Yine Sınırlama Esas, Hürriyet İstisna

Post

Seçenek Biziz

Post

Üç Husus

Post

Radikalizm

Post

Örgütlü Toplum Parlamentoya Rengini Vermeli

Post

İşçi Sınıfı Programı Vaat Eder

Post

Güç Siyasetle Yapılır

Post

Yenilgi Sonrasında Yorumlamanın ve Politik Programın Yitimi

Post

İşçi Sınıfının Tahtına Oturmaya Kalkışmak

Post

Hedef, Özne ve İktidar Organı