Post

Kamu Mülkiyetini Kurtarmak

İnternet gazetesi T24’de şöyle bir haber var:

“Özelleştirme İdaresi Başkanlığı, özellikle denize kıyısı olan bölgelerde yer alan Hazine arazilerini satışa sundu. Toplam büyüklüğü 30 bin 668 kilometre olan arazilerin yüzölçümü Belçika'nın, Arnavutluk'un, Slovenya'nın ve Makedonya'nın yüzölçümlerini aşıyor. Türkiye'nin ekonomik zorluklar yaşadığı bir dönemde, devletin acil nakit ihtiyacını karşılamak amacıyla Özelleştirme İdaresi Başkanlığı, geniş bir arazi portföyünü satışa sundu.”

Sermaye sınıfı ve onun hükümetini tutan hiçbir şey yok artık. İplerinden boşanmış olarak bayır aşağı gidiyorlar. İşçi sınıfı zaten mağlup edilmiş durumda. Onun öz varlıkları haraç mezat satılırken tek bir söz söyleyecek politik merkez kalmamış.

Sol için emekçi halkın varlıklarının parsel parsel satılması bir sorun değil. Onlar şanlı tarihlerini anlatmanın peşindeler. Ne kadar “dürüst” olduklarından bahsedecekler. Bir de “cumhuriyetin kazanımları”ndan.

Bu satılanların hepsi de cumhuriyetin kazanımları dikkat edilirse. Gelin birlikte savunalım. Mesele mülkiyet meselesidir. Cumhuriyet tarihi boyunca yaratılmış fabrikalar, barajlar, limanlar satıldı. Ne kadar gelir elde etmişler bu alelacele sattıkları varlıklardan? Kabaca 65 milyar. Düşününüz kamunun uçsuz bucaksız varlıkları 65 milyar dolara satılıvermiş. Yıllar yılı, dişimizden tırnağımızdan arttırarak biriktirdiklerimiz.

Durumun vahametini şöyle anlatmaya çalışayım. Bizim ülke her yıl neredeyse 50 milyar dolar civarında bir cari açık verir. Yani 50 milyar dolar bizim için her yıl söz konusu olan bir baş ağrısı. Ne var ki bu sorun her yıl bir şekilde idare edilir.

İşte bizim bütün tarihimiz boyunca biriktirdiğimiz varlıkları, aşağı yukarı bir yıllık cari açık fiyatına satmışlar. Buradan bir kıyaslama yapabiliriz öz varlıklarımızın nasıl yok pahasına gittiği hakkında. Satmamışlar varlıklarımızı, hediye etmişler hediye.

Ahmet Arif diyor ya: “Ve yedi iklim beş kıta kar altındadır, vatanım boylu boyunca kar altındadır.”

Vatanımız kar altında, vatanımız varlıklarımızı satanların işgali altında.

Ecdattan, taa Osmanlı’dan kalan kıyılarımızı satmanın derdindeler.

Kıyılarımızı, ormanlarımızı satmanın derdindeler.

Ne yapacaklar, günü kurtaracaklar güya. Gününüz batsın.

Sadece vergilerle ve zamlarla boğazımızdan çalmıyorlar. Sadece düşük ücret vererek hakkımız olan geliri çalmıyorlar. Biz sustukça şımardılar ve küstahlaştılar. Nerede duracaklarını bilmiyorlar ve durmuyorlar. Eğer gelirlerini gasp ettiysek ve başlarına vurup ekmeklerini alabiliyorsak, öz varlıklarını da çalabiliriz diye düşünüyorlar. Emekçi halkın tam anlamıyla “babasının malı”nı çalmaya kalkışıyorlar. Halkın atasının, dedesinin, ninesinin ve babasının malını. Ne acı ki, beş yıllık hükümet ezelden beri halkın malı olan varlıkları satabilme yetkisini kendinde görebiliyor.

Bu elbette aynı zamanda bizim ayıbımız.

Bizim insanımız düşünüyor taşınıyor, sorunların özel mülkiyetle alakalı olmadığına hükmediyor. Soyutlama düzeyi ne kadar yüksek değil mi? Mülkiyet konusunu düşününce miras kalan tarlalar aklına düşüyor ve bir anda özel mülkiyetçi kesiliyor. Ya miras kalan tarlalar elden giderse. Halbuki sorun büyük üretim araçlarının özel mülkiyeti. Ve sorun kamu mülkiyetindeki varlıkların sermaye sınıfına transfer edilmesi.

Biz büyük üretim araçlarının üzerindeki kapitalist özel mülkiyete son verilmesi gerektiğini söylüyorduk sol olarak. Görüyoruz ve yaşıyoruz ki üretim araçları üzerindeki kamu mülkiyetine son veriliyor. Hali pür melalimiz budur işte. Futbolda “atamayana atarlar” sözü var ya, sınıflar mücadelesi tarihinde de o prensip geçerliymiş maalesef.

İş yok, aş yok ama aynı zamanda kıyılarımız yok, ormanlarımız yok, fabrikalarımız yok, hastanelerimiz yok, okullarımız yok, limanlarımız yok, bize ait olan araziler yok.

Michael Haneke’nin bir filminde; yazlık evde hapsettikleri insanlara işkence eden sadistlere, o insanlardan biri “Bunu neden yapıyorsunuz?” diye soruyor. Bu soru üzerine sadist adam şöyle cevap veriyor: “Neden yapmayalım ki?”.

Evet, neden yapmasınlar ki? Onları durduracak olan ne?

Madem ki onları durduracak bir güç yok, onlar da devam ederler.

“Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini; / Yok mudur kurtaracak baht-ı kara mâderini?” diyor Namık Kemal çok eskilerden.

Var elbette. Muğla Akbelen’de ve Hatay Dikmece’de gösteriyor kendini.

*Hakan Öztürk'ün bu yazısı ilk olarak 11 Ağustos Cuma günü Yeni Yaşam Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.

İlgili Yazılar

Post

Ortadoğu’daki Dalgalanmalar

Post

Tam Kurtuluşun Yolu

Post

Gerçekçi Ol, İmkansızı İste

Post

Kamusal Emeklilik Hakkı Savunulmalı

Post

Köylülere Her Yönden Saldırı

Post

İyi Bir Başlangıç

Post

Tek Adam Rejimi Tekledi

Post

Açlıktan Öte Köy Var mı?

Post

Emsalsiz, Tek ve Kıyaslanamaz Değiliz

Post

Asgari Ücret 42.300 Lira Olmalı

Post

Asgari Ücreti Kıyaslamak

Post

Asrın Hortumlaması: 133,5 Milyar Dolar

Post

Enflasyonu Ücretler Yaratmıyor: 5 Kanıt

Post

Üreten Biziz, Paylaşan Da Biz Olacağız

Post

Emeğin Tam Karşılığı, Tam Refah, Tam İstihdam

Post

Haklılığımızı Açıklıyoruz Ve Kanıtlıyoruz

Post

Üç İnsandan Biri İşsiz, Dört Çocuktan Biri Aç

Post

Kurban Edilmek İstenen Emekliler

Post

Olmaktan Korktukları Yerdeler

Post

Tarih Bir İpucu Bekliyor

Post

Yarını Bugünden Kurmaya Başlamak

Post

Kamu Yararı için Ürün ve Hizmet Yaratmak

Post

Yön Göstermek

Post

Somut Koşulların Somut Analizi ve Siyaseti

Post

AKP Bir Geri Dönülmez Felakettir

Post

Orman Yangınlarında Bütün Tohumlar Ölmez

Post

Kerelerce Ölçülen Gelir Adaletsizliği

Post

Alem Buysa Kral Popülistler

Post

İşçi Sınıfı Şart Koşabilir

Post

Sefalet Endeksi

Post

Birkaç Ağaç ve Bir Nefes

Post

Ücret ve Kar Tahterevallisi

Post

Laiklik Şimdi ve Hep Gerekli

Post

Enflasyonun Yarattığı Sefalet

Post

Enflasyonun Sebebi Açlık Sınırındaki Ücretler mi?

Post

Bütçede Değirmenin Suyu Nerden Gelir Nereye Gider

Post

Anayasa Mahkemesini Bir Kez Tanımamak

Post

Gençler Sadece Asansör İstemez

Post

Emek ve Demokrasiden Yana Cumhuriyet

Post

Yahudi Olmayan Çocuklar da Çocuktur

Post

Elin ve Evin İyisi

Post

Göz Hizasında Siyaset

Post

Dördüncü Kuvvet Dik Duruyor

Post

Beton Bina ve Fabrika

Post

Smaç Sebep Sayı Sonuçtur

Post

Sorun Geniş Bir Zaman ve Mekanda

Post

Ekmek İstiyoruz ama Gül De

Post

Parti İşçi Sınıfını Besteler

Post

Kamu Mülkiyetini Kurtarmak

Post

İçeriksizlik Fırtınası

Post

Ormanlar Bizim, Kahrolsun Kapitalizm

Post

“Esset” Değil Halkın Öz Varlıkları

Post

Var ve Yok Listesi

Post

Karşı Kültür

Post

Günbegün Ücret Mücadelesi

Post

Aslanı Kediye Boğdurmak

Post

Sonradan Hatırlananlar

Post

Seçimin Yarattığı Yorumlama İmkânı

Post

Erdoğan’a Yetki Yok

Post

Mülkiyet Sorunu

Post

Halkın Temel İhtiyaçları, Kamu Hizmeti Olarak Karşılanmalı

Post

Örgütlü Gücü Meclis'e Taşıyalım

Post

Hiçbir Yerden İzin Almamak

Post

Mahirleri Anmak Değil Anlamak

Post

Hareketin Hareket Halindeki Doktrini

Post

Denizlere Çıkar Sokaklar

Post

Tabutta Röveşata

Post

Buyurunuz Buradan Yakınız, Mösyö Hükümet

Post

Depremin Siyaset Üstü Olmaması

Post

Basra Harap Olmadan Önce

Post

Halkın Birikimlerinin Bağımsızlığı

Post

Görev Zamanı

Post

Bu Daha Başlangıç

Post

Kaynaşmış Değiliz

Post

Bolsonaro Tavuğunu Yalnız Yemesin

Post

Suriye Sınırını Değil Açlık Sınırını Geç

Post

Neden Yapmasınlar?

Post

Hayallerin de Sadakate İhtiyacı Vardır

Post

Büyük Pasta, Küçük Pay

Post

Yine Sınırlama Esas, Hürriyet İstisna

Post

Seçenek Biziz

Post

Üç Husus

Post

Radikalizm

Post

Örgütlü Toplum Parlamentoya Rengini Vermeli

Post

İşçi Sınıfı Programı Vaat Eder

Post

Güç Siyasetle Yapılır

Post

Yenilgi Sonrasında Yorumlamanın ve Politik Programın Yitimi

Post

İşçi Sınıfının Tahtına Oturmaya Kalkışmak

Post

Hedef, Özne ve İktidar Organı