Haklılığımızı Açıklıyoruz Ve Kanıtlıyoruz
Asgari ücret ve emekli aylıkları 42.300 Türk Lirası olmalıdır diyerek çıktık yola.
İşçi sınıfının üretimden gelen bir gücü var ve bunu kullanarak “Raconu ben kesiyorum!” diyebilirdi ve dedi. İşçi sınıfının alacağı ücretle ilgili tam rakamı söylemeye hakkı var. Rica etmiyor, lütuf istemiyor, inayet beklemiyor; hakkı olanı istiyor.
Bu sohbet değil; racon kesmedir, şart koşmadır, son ihtardır.
Bu rakamı verdin verdin, vermiyorsan gidicisin. Halkı bu kadar açlığa, yoksulluğa, işsizliğe sürüklemenin bedeli; durumu idare etmenin sürdürülmesi değil, hükümet koltuğunu işin ehline bırakmaktır.
Yerli ve milli olacaksak, milli gelirin karşılığı olan ücreti alarak başlayalım işe. Zira, asıl millilik ve milliyetçilik bu olsa gerektir. Eğer; asgari ücretli, asgari olarak kişi başına düşen milli gelir kadar ücret almaya başlamışsa olumlu anlamda millileşiyoruz demektir. Bu durum emeğin tam karşılığını almakta bir ilerleme sayılabilir.
Gel gör ki bu yeterli olmaz. Emeğin tam karşılığına doğru yakınlaşmak gerektiği gibi, halkın ihtiyaçlarını bir kamu hizmeti olarak karşılamak da gerekir. Halkın ihtiyacı beslenmeyse beslenme, barınmaysa barınma, sağlıksa sağlık, eğitimse eğitim, ulaşımsa ulaşım.
Bu iş kazanılmış belediyelerden başlanarak yapılabilir. Her şeye rağmen belediyelerin kamu kaynakları, kamu imkanları ve kamu mülkiyeti var. Belediyelerce yapılmış halkın ihtiyacını karşılamaya yönelik çalışmalar bu hususa örnek olarak kabul edilebilir. En sonunda, toplum bundan memnunsa (ki ucuz ekmek ve ucuz lokanta örneklerinde dahi memnun kaldığı görülüyor) halkın ihtiyaçlarını karşılamak üzere kamu imkanları en yüksek seviyesine çıkarılsın demek mümkündür. Bu ne demektir? Millileştirme demektir işte. Yerlilik ve millilik isteyen herkes bu millileştirme dalgasına katılabilir.
Türkiye’deki; Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT) nasıl özelleştirildiyse, şu an kamunun elinde olmayan kritik öneme sahip iktisadi teşebbüsler yeniden millileştirilebilir. O zaman kamu, ekonomiyi yönlendirebilecek asıl araçlara sahip olur. Bu, hükümetin başı sıkıştığı zaman “Tanzim Satış Yerleri” açıp patates satmaya çalışmasına benzemez. Sistematik olarak ekonomiyi düzenleyen ve halkın ihtiyaçlarını karşılayan bir kamu mülkiyeti yükseltilebilir.
“Tanzim Satış Yeri” sıkışması gibi bir mesele var memlekette. İşin ucuna gelindiğinde devreye sokuluyor sürekli. Biz öyle olmadan kamu kurum ve kuruluşlarıyla, ürün ve hizmet üretmenin kıymetini anlayalım artık. Geç kalmadan ve bugünün işini yarına bırakmadan.
Halkın derdini dinlemek üzere yola çıktığımız siyaset zamanlarında; halkla temasta “Tanzim Satış” gibi bir icat olan “esnaf ziyaretleri” ile sınırlı bir sıkışma söz konusuydu. Biz bu kez o sıkışmanın içine düşmedik. İki ayağımız bir pabuca girmedi. Büyük şehirlerde, elimizin uzandığı her yerde “Ekonomi Çadırı” adı altında stantlarımızı açtık Emekçi Hareket Partisi olarak. Halkımızın hem dertlerini dinledik, hem de dert anlattık onlara.
Ucu ucuna değildi, alelacele değildi, yüzeysel değildi.
Sistematikti, hazırlıklıydı, tam teşekküllüydü.
Borazan çalar gibi deklare etmedik, bağırıp çağırmadık. Tane tane anlattık, açıklayıcı olmaya çalıştık, ispat etmeye çalıştık tezlerimizi. Halkımız da, dostuna yarasını gösterir gibi konuştu bizimle. Çok vakit ayırdık bu işe. Çünkü işçi sınıfıyla kaynaşmaktan başka işimiz yok, başka çaremiz de yok.
Biz o Ekonomi Çadırları’nda haklılığımızı ispat etmeye çalışıyoruz. Haklılığımızı ispat etmemizin gerekmediği bir gelenek tepeden tırnağa idealisttir; ayakları yere basmayan bir sol anlayıştır.
Ekonomi Çadırları’nda neler mi var? Ekonomi Çadırları’nda, asgari ücreti hem tarihsel olarak hem de ülkeler açısından karşılaştırmanın grafikleri var. Asgari ücretin ülke koşulları bakımından ölçülmesi ve tespit edilmesi var. Asgari ücretin temelini oluşturan evrensel gerekçeler var. Dile getirdiklerimiz ne bir eksik ne bir fazla. Çekilmiş bir bayrak, verilmiş bir söz var. Tamı tamına olması gereken asgari ücret hedefini açıklıyoruz ve kanıtlıyoruz.
Ekonomi Çadırları’nda emek veren, alın teri akıtan, göz nuru döken, kafa patlatan emekçiler var. Her şeyi onların elleri düzenliyor ve düzeltiyor. Yangın ormanlarından püskürmüş genç fidanlar var. Partinin genç savaşçıları ve genç bilim insanları. Onları gözleriyle seven emekli eski topraklar tıpkı öyle yanlarında; bilgelik ruhu katıyorlar her şeye. Kadınlar ve LGBTİQ+’lar herkesin altından geçince değiştiği ve değişeceği bir gökkuşağı yaratıyorlar o çadırların üzerinde. Ülkenin bütün halklarının evlatları memleket meselesini anlatmak üzere kalbini koymuş bu çadırlara. Gümbür gümbür atıyor o kalpler.
Biz somut koşulların somut analizini yapıyoruz ve haklılığımızı somut olarak ispat ediyoruz. Asgari ücret açlık sınırının altında, asgari ücret Almanya’daki asgari ücretin dörtte biri, asgari ücret milli gelire oranla 70’lerdekinin yarısı. Şeytan bunun neresinde? Biz haklılığımızı izah ediyoruz, biz ispat ediyoruz ve en sonunda mevcut hükümeti ihtar ediyoruz.
Yoksulluğun acısını duyanlar, apaçık gerçekleri hiç çekinmeden anlattığımızı duyuyor ve hak veriyorlar. Biz halkımızın halinden anlıyoruz ve onu anlatıyoruz. Biz haklılığımızı, halkımızın bize hak verişinden alıyoruz.
Bizimkisi havadan gelen bir haklılık değil, kestirmeden bir haklılık değil, buyurgan bir haklılık değil. Mihenk taşına vurulmuş, tarihin derin ve büyük öfkesi.
*Hakan Öztürk'ün bu yazısı ilk olarak 9 Ağustos Cuma günü Yeni Yaşam Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.