İyi Bir Başlangıç
Seçimlerden hemen önce “olmaktan korktukları yerdeler” demiştim. Haklı çıkmış sayılabilirim belki de. Hiç öngörüde bulunamıyoruz denilemez en azından.
Ben iyimser biriyimdir. Yandık, bittik, kül olduk ruh halinin uzağında olmak gerektiğini düşünüyorum. Aslına bakılırsa başka türlü de uzun soluklu mücadele verilemez. Orduyu ayakta tutan moraldir derler ya, bu çok doğru. Soldaki genel moral bozukluğu nedeniyle, ordumuz ayakta duramıyor, yalpalıyor. Hem moral bozukluğu var hem de kendi tezlerine güvensizlik. Hatta kendi tezinin ne olduğunu bile unutuyor çoğunlukla.
Evet politik program, evet örgütlenme, evet sert bir kavgaya tutuşabilmek ama her şeyden önce moral. Bu yoktu solda, şimdi biraz başladı. Moralin olması ya da olmaması, işte bütün mesele bu. Moralsiz insanlarla devrimci mücadele yürütülemez, yıllardır yürütemedik.
Yok halk tepki göstermiyor, yok toplumun yüzde yetmişi sağcı, yok zaten büyük güçler her şeyi kontrol eder. Şikâyet listesi hep çok kabarık oluyor arkadaşlarımızın.
Kurtarıcı olan, diyalektik ve aşamalardan geçen somut mücadeledir. Bundan kopulduğunda gerçekleşmesi mümkün olmayan mucize beklentileri başlar. Gerçekleşmesi gereken değişimin kusursuz ve kutsal olması gerektiği sanılır. Solun bir kısmı kendini sözüm ona kusursuz ve kutsal olanı beklemenin konforuna bırakıyor maalesef. Basit, somut, gerçek ama emek gerektiren kapışmaya asla girmiyor. Bütün toplumsal gelişmeler ve bütün analizler onun hiç keyfini bozmadan evinde oturmasını sağlıyor. O, kutsal olanı bekleyen aşırı radikal konumunda oluyor hep. Radikal olmanın şanını bile kimseye bırakmıyor.
Oysaki kararmış bir gelecek duygusunun ifadesidir bu. Kendini kutsal ve mucizevi olanı bekliyormuş gibi gizler.
Tarihte tek vuruşta işi bitirme garantisi ve güzelliği yoktur. Hatta her şey pamuk ipliğine bağlıdır. Varınızı yoğunuzu harcarsınız ama belki olur. Defalarca mağlup olursunuz. Devrimci mücadele mağlup olmayı kaldıramayıp, morali çok bozulanların işi değil. Her seferinde yeniden başlamanız gerekebilir. Tabii ki her seferinde sıfırdan başlanmaz, hep ortalarda bir yerden başlanır.
Nazım Hikmet diyor ki: “Düşmesin bizimle yola, evinde ağlayanların gözyaşlarını boynunda ağır bir zincir gibi taşıyanlar.” Daha önceki mağlubiyetlerin gözyaşlarını ağır bir zincir gibi taşıyanlar kopsun bizden. Onları boş sokaklar gibi arkamızda bırakıp yürüyelim.
Lenin devrimci mücadeleyi bir dağa tırmanmaya benzetir. Dağa tırmanmak döne döne çıkılan bir merdiven gibi değildir. Bazen yürüyüşünüzün yolu sadece tutunacağınız bir çıkıntıdır. O çıkıntıya tutunsanız, belki zar zor ikinci bir çıkıntıya tutunursunuz. Sonraki adımınızın yeri belki sizin buzda açacağınız bir oyuktur. Yani o yol engebeli, dolambaçlı ve sarptır. Bazılarının sandığı gibi, karşımıza düz ovada bir otoban çıkmaz.
Türkiye’deki AKP-MHP iktidarının yarattığı rejim alt alta sayılabilecek çoğu yönüyle faşizme yönelişi ortaya koyuyor. Genel olarak baktığımızda, kendisini yapısal olarak tamamlayamasa da, bir faşizm tehlikesiyle karşı karşıyayız. Dünya çapında buna daha yakın ve uzak pek çok örnek var. Bu rejim yalnız ve atipik değil.
Bu durumun defalarca gözden geçirilmiş matematiğini biliyoruz. Bu durumda faşizm yönelişinin olması ya da olmaması fark etmez diyemeyiz. Faşizm yönelişine karşı esen en hafif rüzgâr bile bizim için fark eder ve önemlidir. Çünkü tarihsel deneyler göstermiştir ki, bu bir ölüm kalım meselesidir.
Eğer ülkede AKP birinci parti olma rolünü kaybetmiş, bu imkân CHP’nin eline geçmiş ve DEM Parti Kürt illerindeki belediyeleri almışsa bu çok önemlidir. Çünkü faşizmi konuşuyoruz.
AKP bütün gelenekçiliği arkasına topladı, bütün devlet imkanlarını kullandı ve hatta konuştuğu kürsüye en kutsal değerleri taşıdı ama yine de olmadı. Kaybetti ve iflah olmaz bir yara aldı. Bu yetmişlerdeki seçimde kazanılan bir başarı gibi değil. O zaman genel bir sol yükseliş vardı. Bu durum dünyada her ülke sağa kayarken oldu. Dünya gelenekçiliğe ve milliyetçiliğe kayarken, Türkiye değişimciliğe doğru kaydı. Bir otoban yok ama dağa tırmanırken kullanabileceğimiz bir çıkıntı var elimizin altında.
Artık toplum yeterince tepki vermiyor denilemez. Seçimler geldi ve halk kılıcını seçimler aracılığıyla attı. Şimdi iş önemli gazetecilere, büyük entelektüellerimize, eğer imkanlar elverse gayet güzel solculuk yapacak olanlara kalıyor, buyurunuz. Bizim halkımız hiç kıpırdamıyor yerinden bahanesi bitti.
Yapılacak çok iş ve gerçekleştirilecek çok ihtimal var. Kapalı görünen bütün tartışmalar sonuna kadar açıldı. Bir ışık yükseldi ve moralsizliği devam ettirmenin hiçbir temeli yok artık.
*Hakan Öztürk'ün bu yazısı ilk olarak 26 Nisan Cuma günü Yeni Yaşam Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.