Basra Harap Olmadan Önce
Büyük olaylar olmazsa, haftaya Millet İttifakı’nın Ortak Politikalar Mutabakat Metni’ni değerlendirmeye devam edeceğim demiştim. Maalesef ona imkân kalmadı. Maraş merkezli olarak 10 ilimizde büyük bir deprem gerçekleşti. Şu an itibarıyla 30 binden fazla yurttaşımızı kaybettik. Acılarımızı sarmak için bütün ülkede el birliği içinde çalışıyoruz. Hâlâ enkazdan kurtarılması gereken insanlarımız var. Acilen üşümesini engellememiz gereken, gıda ulaştırmamız gereken, barınmasını sağlamamız gereken milyonlarca insanımız var.
Bütün bunlar depremden sonra yapmamız gerekenler. Acil olarak yapmamız gerekenler. Fakat deprem olmadan önce yapmamız gerekenler de vardı. Çünkü asıl insan hayatı depremden önce yaptıklarımızla kurtarılır. Bir toplumun medeniyet düzeyini depremden önce yaptıkları gösterir. Binalar depremde yıkılırsa yıkılır, biz sonra o yıkıntıların arasından depremzedeleri kurtarırız diye bir mantık olamaz. Binalar yıkılmamalıdır ve insanlar onlarca ton enkazın altında kalmamalıdır. İnsanları o tuz buz olmuş enkazların arasından çıkarmak kolay değil. Enkazın altında kalanların çoğunu çıkaramıyoruz bulunduğu yerden.
“Basra harap olduktan sonra” diye eski bir söz vardı.
Maraş, Hatay, Antep, Diyarbakır, Malatya, İskenderun, Kilis, Urfa, Adıyaman, Osmaniye, Adana harap olduktan sonra neyin ne anlamı var? Betonların altında ezilmiş insanları geri getirmek mümkün değil. Sağ kalan insanları iyileştirmek çok zor. Harap olmuş şehirleri geri getirmek çok zor. Doğanın tahribini önlemek çok zor. Depremin ardından gelen ekonomik yıkımı göğüslemek çok zor.
Büyük bir tehlikeyle karşı karşıyayız. Bu son deprem olmayacak ne yazık ki. Bizim ülkemiz fay hatlarının üzerinde. Evet, deprem olacak ama depremin bir faciaya dönüşmesi kader değildir. Depremden ötürü ölmek kader değildir.
Eğer deprem sonrasında ölüm ve yıkım varsa o ülkede yasaya, yönetmeliklere uymamak vardır. O ülkede rant için çürük binalarla halkımızın göz göre göre kurban edilişi vardır. O ülkede binalar yapılırken yolsuzluk ve rüşvet mekanizması işliyordur. AKP hükümeti bu ülkede iktidara geldikten sonra inşaat sektörünü coşturmak için bütün yasa ve yönetmelikleri ayaklar altına aldı. Hiçbir kan emici müteahhit denetlenmedi. Rüşvetini veriyorsa her istediğini yaptı.
AKP, kan emici müteahhitlerle birlikte ülkede korkunç bir rant sistemi yarattı. Yapılan her inşaat işinin bir komisyonu var ve bunu AKP’nin aldığı anlatılıyor. Bu rastlantısal ya da münferit değil, bir adli vaka değil, bir sistem. Bu tabloda binaların deprem esnasında yıkılmasını bile göze alıyorlar. Eğer toplam pasta 500 milyar dolarsa ve bundan alınan pay 100 milyar dolarsa mekanizmanın gayet iyi işleyeceğini bilelim. Bu durumda tanıdığımız bir kesimin vicdanının devreye girmeyeceğini tahmin edebiliriz. Şimdi yepyeni yapılmış binalar yıkılmış durumda ve altında can veriyor insanlarımız.
Halk deprem enkazının altından insanların çıkarılması için oradan oraya koşup çırpınıyordu. Yetkililer tutup Halk Bankası’nın para kasalarını molozların arasından çıkarıp pırıl pırıl dizdiler sırayla. Burada sermaye düzeninin tercihi nedir, belli oluyordu.
Ders çıkarmalıyız, çözüm bulmak için konuşmalıyız ve önemli kararlar vermeliyiz. Böyle kara düzen olmaz. Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir denilemez.
Kıyaslamalar yapmalıyız. Japonya, Kaliforniya ve Meksika’da depremler olmuyor değil, oluyor ama yıkıma uğramıyorlar. Halk molozların arasında ezilip ölmüyor. Onların yaptıkları iş enkazdan insan çıkarmak değil, yıkılmayacak kentler inşa etmek.
Biz bu ülkede ebediyen yaşayacaksak bizim asıl görevimiz depremde yıkılmayacak, insan kaybı vermeyeceğimiz depreme dirençli kentler yaratmaktır.
Bu ülkenin sanayisi nerede olmalı, nerede yoğunlaşmalı?
Bilim insanları diyorlar ki: “Sanayinin İstanbul’a, Marmara Bölgesi’ne yoğunlaşması doğru değil. Bu bölge fay hattında. Sanayi ve ona bağlı olarak nüfus Anadolu’ya yönlendirilmeli. 20-25 milyon olmuş İstanbul’da halk depremden korunamaz.”
Bu ülkenin bir deprem politikası olmalı.
Şehirlerin ve binaların inşa edilmesiyle ilgili ihlal edilmesi teklif dahi edilemez yasalar ve yönetmelikler oluşturulmalı.
Hedefe kilitlenmiş bir Deprem Konseyi ve Deprem Bakanlığı kurulmalı.
Bu ülkenin deprem konusundaki halktan yana bilim insanları gelmeli, meslek odaları gelmeli, halk temsilcileri gelmeli ve Türkiye Deprem Kongresi’ni hayata geçirmelidir. Bu kongre ülkenin deprem direnci konusunda yönünü çizmelidir.
Bunların gerçekleşebilmesi için büyük bir mücadele vereceğiz.
Bütün bu deprem ve yıkımların acısını çekmiş halkımızla birlikte.
Söz veriyoruz.
*Hakan Öztürk'ün bu yazısı ilk olarak 17 Şubat Cuma günü Yeni Yaşam Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.