Göz Hizasında Siyaset
Herkes ülkenin durumunu dert ediyor çok doğal olarak.
Hindistan ve Macaristan’la birlikte anılır hale gelmiş bir ülkeyiz. Demokrasi seviyesinin düşüklüğü ve daha da otoriter bir yöne doğru sürüklenmek açısından.
İnsanlar iyi şeyler olsun istiyor. Çok etkili bir kuvvet devreye girsin ve sürecin akışını değiştirsin. Akla ne geliyor? Sosyalistler.
Bu elbette ki çok güzel ama bu an dışında kimsenin aklına sosyalistler gelmiyor. Sosyalistler, geçkin sinema oyuncuları gibi. Kimse pek yanlarına uğramaz onların. Kazara genç bir insan sosyalizme gönül verecek olsa önce ailesi, sonra sülalesi üzerine çullanır. Sakın kendini harcama diye.
Onlar başarısız, onlar kalabalık değil, onlar marjinal, onlar seni yorar. Saymakla bitmez.
“Peki sorunlar özel mülkiyetten kaynaklanmıyor mu?” desen, herkesin aklına babasının tarlaları geliyor. Buradan bir kez daha seslenmiş olayım, sorun büyük kapitalist özel mülkiyettir. Babalarınızın tarlası epey gerilerde ve önemsiz bir konu oluyor.
Sosyalistlerin demokrasi konusuna el atmaları gerektiği çok doğru. Bunun için çağrılmaları da. Böyle olmakla beraber sosyalist siyasetin nasıl ele alınabileceği, uzaktan şöyle bir bakınca anlaşılabilecek bir konu değil. Özel bir “nitelik” nedeniyle değil, diğer bütün metodolojiler de böyle olduğu için. Uzaktan bir baktığınızda, bütün olup biteni apaçık göremezsiniz.
Uzaktan bakanların ilk aklına gelen fikir, bu sosyalistlerin hepsinin birleşmeleri gerektiği gibidir. Gelgelelim bu fikrin isabetli olduğu söylenemez. Uzaktan bakınca bütün sosyalistler aynı gibi gözükür ama gerçekler başka. Uzaktan bakınca karıncalar, gemiler ya da gezegenler de aynı gibi gözükür ama değildir. Örneğin Dünya’nın Güneş’le arasındaki mesafe çok özeldir. Buna “ne fark eder” denilemez. Neredeyse hayatın kaynağı tamamen bu.
Türkiye’deki sol çok belirgin çizgilerle birbirinden farklı taraflarda. Bu farklılaşmanın temel varsayımları var ve son derece işlenmiş halde. Temel varsayımları ileri sürenleri argümansız yakalayamazsınız. Sistematik olarak tartışabilirler.
Uzunca bir süreden beri ayrı konumlanmayı getiren tez, Kürt hareketiyle ittifak yapmamaktı. Bu teze göre ittifak yapmadığımız durumda, ulusal sorun gerilimine girmemiş olurduk. Genel olarak bir milliyetçilik hâkim ve Kürt hareketiyle bir ittifak yapılırsa, çoğunlukta olan nüfus buna tepki gösterir diye düşünülüyordu. İttifak, toplumun ilişki kurulmak istenen kesimlerini soldan uzaklaştırabilirdi.
Şimdi ortada böyle bir tez var ve bu tezi savunanlarla savunmayanlara “birleşiverin” demek mümkün değil. Gayet doğal olarak farklı taraflar var. Bu manzarada hiç kimseyi bir tezi savunmaktan men etmek mümkün değil.
Bir siyasal, iktisadi süreç işliyor ve düşünceler bir evrimleşmeyi yaşıyor. Evrimleşmedeki gibi; haklı çıkmış düşünceler yaşayacak, haklı çıkmamış düşünceler geride kalacak.
7 Haziran 2015 sürecinde HDP’nin politik tutumu ve seçim sonuçlarındaki başarısı “Kürt hareketiyle ittifak nüfusun çoğunluğunda uzaklaşma tepkisi yaratır” tezini kökünden sarstı. İttifakı bir kenara koyalım, doğrudan doğruya HDP’nin kendisi toplumun geneline seslenebilme ve oyunu kazanabilme başarısına ulaştı. Hiç de korkutulduğu gibi olmadı. Demek ki HDP cenahından topluma söylenen bir söz dikkatle dinlenebiliyormuş.
O “ittifak uzaklaşma yaratır” tezi, bu cereyan eden olayla kendini yanlışlanmış kabul etmedi. Fark edilebileceği gibi tartışmalı durumlar kolayca sonuca bağlanamıyor.
İkinci olarak bu derece göze görünür olan durum ise TİP’li arkadaşların HDP ile ittifak ettikten sonra parlamentodan topluma seslenebilmesi ve bunda önemli bir başarı kazanmalarıdır. TİP’li arkadaşlar parlamentodan seslenebilme imkanını elde ettiler ve bunu iyi kullanmanın yoluna girdiler.
Arkadaşlar ülkenin en yüksek yasama organı olan mecliste yer aldıkları için bu konuma uygun bir siyaset oluşturma yaklaşımında bulundular. Artık en yüksek ve ülke çapındaki yasama organında bulunuyorlardı ve “biz sadece muhtarlıklardan ve yerellerden bahsedeceğiz” demeleri mümkün değildi. Bu onları diğer bütün denemelerden hızla uzaklaştırdı ve olumlu bir noktaya taşıdı.
AKP’nin göz hizasındaydılar bu aşamadan sonra ve ona gür bir sesle “seni asla kabul etmiyoruz” dediler. Yapılması gerekenlerin ilki buydu. “Seni başkan yaptırmayacağız” tutumuna benzer bir şekilde. 7 Haziran’daki gibi toplumun hepsine seslenilmişti ve bu iyi sonuç verdi. Göz hizasındaki yüksek siyaset solun bütün kötü anmalarına rağmen büyük etki yarattı.
Aslına bakılırsa sadece “ittifak çoğunluktakileri uzaklaştırır” tezi sarsılmadı. Bu gelişmeyle birlikte, küçük yerleşim birimlerinde çalışma yapma, kültürel faaliyetlerle insan kazanma, iyi sosyal ilişkiler yoluyla güçlenme tezleri çok büyük bir sarsıntı yaşadı denilebilir. Görüldüğü üzere bitti diyemiyorum, sarsıldı.
Sonraki yazılarda bu farklı tarafları yaratan tezlerin neler olduğunu yazmaya devam edeceğim.
*Hakan Öztürk'ün bu yazısı ilk olarak 29 Eylül Cuma günü Yeni Yaşam Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.