Alem Buysa Kral Popülistler
Yerel seçimlere doğru ilerliyoruz.
Memleket meselelerini anlatmaya çalışacağız ve elbette yerel birimlerin meselesi de giriyor onun içine. Bu çok uzun zamanlardan beri zaten elimizde olan bir bilgi mi diye sorulacak olsa, buna evet diyemem. En başta memleket ve yerel dengesi bile bir belirsizlik arz ediyor.
AKP’nin yaratmış olduğu otoriter rejime karşı hangi adımlar atılırsa ülke genelinde, hangi sonuçları alırız bağlamı önemli. Bu otoriterleşmedeki gidişat hiç de hayra alamet değil. Tehlikeli sularda yüzüyoruz ve o nedenle her adımda ülkenin rejiminin ilerlediği doğrultuyu hesaba katmak zorundayız.
Rejimle ilgili tehlikeyi hesaba kattıktan sonraki bahis, topluma ne sunacağımızın bahsi.
Bizim solcu arkadaşlar arasında yaygınlaşmış bir söz var. “Biz vaat siyaseti yapmıyoruz” diyorlar.
Asker koşarak Napolyon’un yanına gelmiş ve “komutanım savaşamıyoruz” demiş. Napolyon “Neden?” diye sorunca, “Komutanım kırk tane sebebi var” diye cevap vermiş. Napolyon “Say” deyince asker “Biir barut yok” şeklinde başlamış. Napolyon demiş “Dur daha sayma”.
Bizim mevzumuz da böyle.
Biir vaat yok. Neden, çünkü biz vaat siyaseti yapmıyoruz. Ne siyaseti yapıyoruz peki soruyorum? Vaat siyasetinin tam karşısındaki olumlu kavramsallaştırma nedir? Yıllardan beridir hasbelkader solun içindeyim ve bunun cevabını öğrenemedim.
Örneğin Ekim Devrimi’ni yapanlar barış vaat etmediler mi kendi ülkelerine? Bunun neresi sakıncalı? Diyorsun ki ülkenin gidişatı öyle değil böyle olmalıdır. Barış imzalanmalı ve halkımız barış koşullarında yaşamalıdır. İyi olan, doğru olan ve güzel olan budur. Bir devrimci özne, halkına doğal olarak bütün çabaların sonucunda bir barış vadeder. Barış sözü verir ve bu sözünü tutar.
Bunun tersi nedir mesela? Rus halkı Bolşevikler’in şahsını sevdiği için düzen değişikliği mücadelesine katıldı diyecek halimiz yok. Bu bazı insanları çok sevme hususu değil. Toplumun kendi yararı yönünde bazı amaçları vardır ve toplum bu iyi amaçlar için kavga verir ve kazanır.
Barış sözü ortadayken herkes bunu bilir ve bu aynı zamanda bir toplumsal anlaşmadır. Herkes bu anlaşma doğrultusunda hedefine kilitlenir. Aksi takdirde sonuç alan bir toplumsal mücadele gerçekleşemez. Kafa karışıklığı bunun neresinde gerçekten bilemiyorum.
Peki barış konusunda Rusya’da herkes hemfikir miydi? Yoo değildi. Bu konuda sadece Bolşevikler son derece netti. Örneğin Lenin’in hocası, büyük marksist Georgi Plehanov farklı düşünüyordu. Yani savaş ve barış konusu çetrefil bir konuydu. Zaten çook önceden beri herkesin antant olduğu bir konu olmaktan uzaktı. Bütün sosyalistler şıp diye zaten öyle düşünmezdi. Şu şekilde ifade edeyim. Rusya’daki gibi bir macera bizim ülkemizde cereyan etseydi, epey bir solcu arkadaşımız bunu bir memleket müdafaası olarak görüp, savaştan yana olabilirdi. Bunu tahmin ediyorum ama ispat edemiyorum.
İşin özü olarak, barış sonucuna ulaşmak ve bunu kendi toplumuna vadetmek kolay bir iş sayılmazdı. Bu Lenin ve yoldaşlarının somut koşulların somut ve güncel analizini yapabilme yeteneğinin bir başarısıydı.
Bugün arkadaşlarımız herhangi bir karışık konuyla karşılaşınca, zaten omuz silkip arkasını dönüyor. Onlara göre bir sorun yumağı yok bile. Onlara göre tereyağından kıl çeker gibi sorun çözmek var.
Bunları neden söylüyorum? Bu seçimlerde ve sonraki zamanlarda da sol politik program başlığını dikkate almayacak diye kestirimde bulunduğum için. Politik program ne olacak, o nasıl izah edici bir biçimde anlatılacak hiç belli değil.
Yine bir örnek olarak düşünülürse barış vaadi son derece basitti ama radikaldi. Herkes harıl harıl savaşa koyulmuşken, radikaldi. Şimdiki zamanlarda solun programı radikal olmaya kalksa hemen sesler yükseliyor. Durun bir dakika o radikal oldu; gerçekçi değil, uygulanabilir değil ve hayalci. Herkes asgari programcı başımıza, azami program ne zaman savunulacak bilemiyoruz.
Kimse bir sorun olarak görmüyor ama bu bir kocaman sorun. Biz sadece mevcut rejimin uygulayabileceği çözümleri teklif etmekle mükellef değiliz. Biz rejimin uygulayamayacağı çözümleri de ileri sürebiliriz ve bu son derece yerinde olur. Kaldı ki, böylesi konularda kafayı ve hayal gücünü çalıştırmak iyi ve gereklidir.
Bizim halihazırdaki rejimi köklü ve ahlaki çözümler yönünde zorlamamız isabetlidir. Diyelim ki biz ülkede tam istihdamı savunabiliriz. Eğer kalkıp ülkeyi şu an idare edenler “yahu bu olmaz, sistem zaten nüfusun bir kısmını işsizler ordusu olarak öngörüyor” diyebiliyorsa desin. Biz de insanların rahatça iş bulabildikleri ve mutlu olmalarını sağlayan bir kazanç elde etmelerini öngörüyoruz. Böyle bir dünyayı tasarlıyoruz, yok ama tasarlıyoruz. Her şey tasarlamak, hayal etmek ve amaç edinmekle başlar.
Devrimcilerin radikal hedefler orta yere koymadığı koşullarda, popülist liderler yalan radikal hedeflerle toplumu kolaylıkla kandırıyor. Popülist liderler konuyu toprak kazanmaktan açıyor, uzaya gitmekten açıyor, ilk on büyük ekonomiden biri olmaktan açıyor ve halifelikten kapatıyor. Solun radikal politik programdan geri durduğu koşullarda manzara bu. Alem buysa kral popülistler.
Sonuç olarak radikal politik program olmadan, yerel seçimlerde etkili olamayız.
Politik programın ne olduğunun ötesinde, onun nasıl anlatılacağı inanılmaz etraflı bir inceleme alanı.
Olmalı mı, radikal olabilir mi, neye odaklanmalı, ne olmalı?
Derdimiz günümüz bu.
*Hakan Öztürk'ün bu yazısı ilk olarak 26 Ocak Cuma günü Yeni Yaşam Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.