Olmaktan Korktukları Yerdeler
Çok geniş döngüde hayat işliyor. Hani nasıl denebilir AKP rejimi için, kader ağlarını örüyor. Erdoğan kendi stratejisinin çıkmazına giriyor. Solcuların hep soyut konuştuğu söyleniyor ama öyle sayılmaz. Feridun Düzağaç’ın güzel bir şarkısı var, bu konu orada bile geçiyor. Şarkının can alıcı bölümünde şöyle deniyor: “Alev alev yandığım doğru, küllerimden doğar mıyım sana doğru / Kendimi arıyorken, olmaktan korktuğum yerdeyim.”
Evet Erdoğan olmaktan korktuğu yerde, deniz bitti. O her şeyi deniz sanıyor ama bitti, küllerinden doğamayacak. Elimi sallasam ellisi, telimi sallasam tellisi diye düşünüyordu ama olmuyor.
İstanbul için çıkardığı adaya bakınız.
Bu kişi “Bakanlıkların kapısından içeriye dahi giremezsin. Seni ancak bakanlığın kantinine köfteci olarak alırlar” diyor rakibine. Düşünebiliyor musunuz bakanlık konusunu nasıl önemsemiş ve üst derece yöneticiler dışındaki insanlara nasıl bakıyor. Köfte ya da yemek yapan bir insana bu nazarla bakan birisi varın düşünün daha sade bir işle uğraşan, sade vatandaşa ne gözle bakıyor.
Bizim solcuların yönünü kaybedenleri siyaseti çok kirli ve kötü buluyorlar ya. Bakınız siyaset ne kadar iyi bir işmiş. Nasılda gerçek yüzü ortaya çıkıyor, soğuk bir bürokrat olmaktan çok memnun bulunanların. Düşünsenize amirlerinin kayırmasıyla bir yere gelmiş ve onların sözüm ona talimatlarıyla çok önemli işler yaparken gülümsemesi dahi gerekmemiş insanlar ne hallere düşüyor. Yüzlerinde daha önce gülümsemiş olduklarına dair bir çizgi bile yok. Çok önemli bir göreve yandaş olmaktan ötürü atandıklarında, gözleri kocaman açılmış sadece sanırım, o kadar.
Köfteciyi beğenmiyorsan inşaat işçisinden nasıl oy isteyeceksin?
Nasıl oy isteyeceksin, konfeksiyonda çalışandan, kuryeden, bakkaldan, ayakkabı tamircisinden, pazarcıdan?
Siyasetin güzelliği burada. Bir insanın hâkim sınıfın ideolojisini ne kadar benimsediğini böylelikle görebiliyoruz. Daha patron sınıfından sayılmaz ama bu haliyle bile patronluk taslıyor. İnsanları bir çalışan olarak hakir görüyor. Ona göre herkes bir eleman, herkes kul köle, herkes talimat bekleyen bir kukla. Senle birlikte çalışan insanlarla ilgili olumlu bir cümle kur desen kuramaz. Hep öyle düşündüğü için en fazla “eleman” işte diyecektir.
Bir hatırlarsak, Erdoğan yörüngesine dahil ettiği Sinan Oğan için bile “Şu anda Cumhur İttifakı'nın bir elemanı gibi çalışmalara başlamış durumda” demişti. Sinan Oğan’a da herkes layığını bulur diyelim. Böyle başa böyle tarak.
Bir önceki adayın, Binali Yıldırım’ın, alametifarikası olan önemli sözü neydi? İtaat et rahat et. Copernicus’lar geldi geçti, Galilei’ler, Newton’lar, Einstein’ler. Bütün bir insanlık ve bilim tarihinden sonra gelinen nokta “itaat et rahat et” oluyor. Elbette ki asla “sorgula” değil.
Bunlar tesadüf mü? Hiç sanmıyorum, bu tablo nesnelliğin AKP’yi ve Erdoğan’ı getirdiği nokta.
Tabii ki bu konuyu Erdoğan çok düşündü ve bu iki isim aklına geldi. Çünkü durum bu, çünkü başka birileri yok, çünkü başka bir yetenek yok. Benim özgül ağırlığım bulunuyor diyecek biri bile yok. Hiçbirinin özgül ağırlığı yok, ağırlığı yok ve bir özelliği yok. Birbirine benzeyen itaatkâr kopyalar, talimat bekleyen kopyalar, affını isteyen kopyalar. Kendini bir birey olarak küçültmekte sınır tanımayan insanlar. Bunu bir de güzel ahlak olarak görüyorlar.
Böyle bir tek kişi yönetiminin koyu gölgesinde çimen bile bitmez. Erdoğan’ın çevresindekiler çimen bile değil. Tek adam rejimi derinden derine yok adam rejimidir. O bir kişiden başka bir kişi bile kalmaz. Mantık ve mekaniğin somut sonucu budur.
Bütün bunları bizim yorgun demokratlar daha fazla üzülmesin diye söylüyorum. Kendilerine kahretmesinler diye. Erdoğan galip gibi gözüktüğü yolda mağluptur.
Yok, bulamıyor aday. Neden bulamıyor, bu koşullarda yetişemeyeceği için.
Bir astronotu bile, mahvedip sıfıra düşürdüler.
Demek ki fırsatlarımız var daha faşizm tehlikesinden kurtulmak için. Evet çok kıyıcılar ama keskin sirke küpüne de zarar. Kendi kendilerini yok ediyorlar.
Erdoğan şöyle akıllı, böyle usta, öbür türlü kuvvetli. Emeklilere diyor ki: “2024 yılı boyunca ülkemizde tek çivi çakmasak, tüm yatırım bütçesini buraya aktarsak bile bu gideri karşılamaya yetmiyor.” Bu mudur akıllı olmak. Kullanmış, bitirmiş, tüketmiş her şeyi.
Muhalefete karşı her şeyi kullanıyor, her şeyi. Allah’ın iyi kulu benim diyor, sözüm ona uçak gemilerinden bahsediyor, gaz bulduk diyor, aya gittik diyor ama bu kadar, buraya kadar. İnsan yetişmiyor AKP’nin çorak topraklarında.
Şimdilerde yabancılaştırma efekti yöntemi bir süs gibi kullanılan Bertolt Brecht’in bir şiiri var. Düşünce yüklü bir şiir.
Tankınız ne güçlü, ne güçlü / Yüz insanı ezer, geçer / Tankınız ne güçlü, ne güçlü / Yüz insanı ezer, geçer / Ama bir kusurcuğu var / Ama bir kusurcuğu var, sürecek insan ister.
İşte AKP’nin havzasında o yok.
*Hakan Öztürk'ün bu yazısı ilk olarak 30 Mart Cumartesi günü Yeni Yaşam Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.