Hiç Olmamak Ya da “Vitrin Olmak”; İkisine de Mecbur Değiliz
Yerel seçimler için adaylar henüz tam olarak netleşmedi ancak bilinen kadarı bile cinsiyet eşitliğinden ne kadar uzak olduğumuzu görmeye yetiyor.
Kadın Adayları Destekleme Derneği, birkaç gün önce “günlerdir eşit temsil için mücadele ediyoruz, duymuyorsunuz” diyerek partilere sitem içeren biçimde seslenerek bir açıklama yaptı. Açıklamada 24 Ocak 2024 tarihini baz alan verilere göre; mevcut durum içinde en iyi durumda olan TİP için bile kadın aday oranı %20,8, en kötü durumda olan MHP için ise %3,3.
MHP yaratıcılıkta sınır tanımayan biçimde, adaylarını 55 yıl önce kurulmasına atıfla 55'erli gruplar halinde açıklıyor ama 55 kadın aday çıkarmayı akıl edemiyor. Şaka bir yana, bu verilere göre kadın adaylar bakımından sadece MHP değil, genel olarak tüm partiler sınıfta kalıyor. Görece iyiden kötüye doğru sıralama yaptığımızda; Gelecek Partisi %16,4, Deva Partisi %13,6, CHP %8,7, İyi Parti %8,2 ve en son AKP %5,03 kadın aday oranında kaldığını görüyoruz.
Temsilde Eşitliğin Çok Uzağındayız
Bu tabloya henüz eklenmemiş olan DEM Parti, Saadet Partisi ve Yeniden Refah Partisi var. Onlar katıldığında DEM Parti’nin kadın oranlarını yukarı, diğer ikisinin ise aşağı taşıyacağı öngörülebilir. Ama en nihayetinde görünen o ki, kadınlar lehine çok keskin bir tavır değişikliği olmadığı sürece, temsilde eşitliğin yine çok uzağında olacağız.
Türkiye için bu kabul edilemez eşitsizlik maalesef yeni değil; geçmişe baktığımızda, 2000’li yılların başlarında belediye başkanı, belediye meclis üyesi ya da il genel meclisi görevlerinde kadın oranının yalnızca yüzde 1 düzeyinde olduğunu, 2014 seçimlerinde sadece sınırlı bir artış yaşandığını görüyoruz. 2019 yılında son seçimlerde ise kadın belediye başkanı oranı yüzde 3, il genel meclisi üyeliği yüzde 3,77 ve belediye meclis üyeliği ise yüzde 11,68.
Sonuç olarak ortalaması alındığında Türkiye’de yerel yönetimlerde kadın temsili %1,89, yani 100 yöneticiden ikisinin bile kadın olmadığı felaket bir düzeyden söz ediyoruz. Bu oranlar ile dünya ortalamasının ve hatta TBMM’nin de oldukça gerisinde.
Merkezi siyasette yerelden daha çok kadın bulunması da, dünyada az rastlanır ve açıklanmaya muhtaç bir durum. Belediyelerde zorluklarla savaşarak yöneticilik yapan farklı siyasetlerden kadınlar, bu durumu ortak bir görüş ile açıklıyor; ülkede yerellerin daha muhafazakâr, merkezlerin ise daha eşitlikçi olmasına bağlıyorlar.
İnsan ister istemez bu noktada, yerel yönetimlerin demokrasiden uzak halini, sürekli dile getirilen reform ihtiyacını düşünüyor. Bugün yerel yönetimlerin kadınlar ve tüm yurttaşlar için en önde gelen meselesi demokratik işleyişten yoksun oluştur. En rafine halini “başkanlık sisteminin” yerelde de geçerli olmasında, muhalefetin buna karşı ülke genelinde mücadele edilirken, sıra belediyelere geldiğinde duruma gayet rahat uyum sağlamasında ve hukuksuz biçimde kayyım atanan belediyelerde gördüğümüz demokrasi yokluğu, birinci problemimiz.
Demokrasi yoksa, cinsiyet eşitliği de yok
Kuşkusuz toplumsal cinsiyet eşitlikçi yerel politika, yalnızca seçim süreçlerinde kadın adayların desteklenmesi demek değil, kadınların kent yaşamının her alanında eşit şekilde yer almasını sağlayacak bütünlükte ele alınmalı. Ancak kadın kotasının yasalaşması ve kararlı ve eşitlikçi biçimde tüm seçimli süreçlerde uygulanması için mücadele etmek elbette önemli başlangıç adımı.
Adaylık sürecinde kadınlar için çoklu engeller var; kendi hayatlarında ve toplumdaki cinsiyetçi baskı engellerini aşıp aday olmaya adım atabildiklerinde de, erkeklerden beklenmeyen nitelikler kadınlardan bekleniyor. Bu arada eğilimler de değişiyor, geçmişte esnaf ya da “ev kadını” kadınlar yerel yönetici olabiliyorken artık avukat, mimar, doktor gibi meslekler zorlaması, son derece eşitsiz olmakla birlikte, diyelim eğitime sahip kadınlar da parası yoksa aday olamıyor. Bu yüzden öncelikle adaylık sürecinde kadınların önündeki engeller kaldırılmalı; kadın kotası uygulanmalı ve başvuru ücretleri, zorunlu bağış gibi uygulamalar kadınlara göre düzenlenmeli.
Ama iş belirli bir temsiliyet ile bitmiyor, başlıyor. Kadınların önünü açan kota önemli keşfini yapan ve başarılı biçimde uygulayan İskandinav ülkelerinde kritik eşik olan %30-40 düzeyine ulaşmayan temsil oranlarının “kadınları vitrin olarak görme” eğilimini yükselttiği ve kadın dostu politikalar üretmeye yetmediği gözlenmiş. Literatürde “tokenizm” diye kavramsallaştırılan bu eğilimi; “sırf durumu kurtarmak için sembolik olarak ezilenin varlığını gösterip eşitsizliğin devamını sağlamakta araç olarak kullanma” kötü niyeti olarak da tarif edebiliriz.
Ayrıca belediyelerin kadınlara karşı ödevleri tek bir boyutta değil, siyasal olarak temsil ve katılımdan başlayarak, kadınlara, topluma sunduğu hizmetlerin ve bünyesinde çalışan kadınların durumlarını, tümünde eşitlikçi politikayı içeriyor. Toplumsal cinsiyet eşitlikçi belediyeciliğin ufkunda, tüm bu boyutlarda ve ölçeklerde kadınların siyasi, ekonomik ve sosyal alanda tam anlamıyla özgürleştiği şehirler olması gerekiyor. Bu bütünlükte düşünerek, ülke genelinde mevcut durumu kabaca şöyle tasnif edebiliriz:
1. “Kadının adı yok şehirler” diyebileceğimiz kadınların hiç temsil edilmediği ve kadınlar için hiçbir boyutta çalışma yapmayan belediyeler,
2. “Kadınlara durumu kurtarmak için sembolik olarak yer açan”, literatürün “tokenizm” diye adlandırdığı tarzda çalışan belediyeler,
3. “Kadınlar için toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak” yolunda gerçek bir çaba gösteren sınırlı sayıda olan örnek belediyeler.
İşte bu tabloya göre bizi, ya hiç olmamaya ya da bizdeki siyaset dilinde yaygın biçimde “vitrin olmak” diye ifade edilen sahtekarlığa; sistemin aynı eşitsizlikle sürmesini sağlamaya mahkum etmeye çalışıyorlar.
Ama kadınlar da gerçeği görüyor. Ve başka bir belediyecilik, başka bir şehir, ülke, dünya mümkün.
Az sayıda olsa da, çoğu kayyım atanarak yok edilmeye çalışılsa da, gerçek toplumsal cinsiyet eşitliği için çaba gösteren, örnek uygulamalar yaratan, diğer kentlere esin veren belediyeler de var. Bir kısmı “Kadın Dostu Kentler Projesi” kapsamında ve zorunluluktan bunu yapıyor. Bir kısmı ise mecburiyetten değil, gönüllü biçimde gayret ediyor ve bu gayretin arkasında mutlaka işini iyi yapan kadın yöneticiler var.
Onların bütün zorluklarına rağmen bulundukları her yerelde eşitlik için verdikleri mücadele, örgütlü kadın mücadelesiyle birleşebildiğinde ancak, durum değişiyor. Deneyimler gösteriyor ki, kadın aday olsun ne olursa olsun yaklaşımı yanlış, adayın niteliği ve ne vaad ettiği önemli. Ama bu niteliğin de eşitsiz ilişkiler yaratan özellikler değil, yalnızca ve yalnızca arkalarındaki kadınlar için önerdikleri politik program olması gerekiyor. Nitekim Türkiye’de kadın belediye başkanları ve meclis üyeleri ile yapılan çalışmalarda, cinsiyete dayalı eşitsizlikler konusunda bilinç düzeylerinin çok farklı olduğu, örneğin %50 kota savunan olduğu gibi, kotaya karşı olanların ve kadınların toplumsal cinsiyet kalıplarına uygun tarzda yöneticilik yapmalarını savunanların da olduğunu görüyoruz.
Bu yüzden, demokratik, eşitlikçi, siyasal olarak geliştirici ve etik olan tek ölçüt budur; politik program.
Toplumsal cinsiyet eşitlikçi bir yerel yönetimden söz etmek için de, en az %30-40 oranında kadın kotası uygulaması ve planlama aşamasından başlayarak kadınların kent yaşamının her alanında eşit şekilde yer almasını sağlayacak bütünlükte programlar şart.
Önümüzde bu hedefler için mücadele bizi bekliyor.
*Gülsüm Kav’ın bu yazısı ilk olarak 28 Ocak Pazar günü Gazete Pencere’de yayınlanmıştır.
Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.