Bu Kadar Şiddet Arasında Skandallardan Skandal Beğen!
Sonsuz Bir Gecenin Ardından Güneşin Doğuşu İçin*
Günlerce süren davalar ülkesiyiz. Son olarak Narin davasında kalmıştık, şimdi yine çocuklarla, hem de hayata yeni gözlerini açmış olan yeni doğan bebeklerle ilgili duruşmalar var. Ben yazıyı yazarken 4. günündeydik, yarın da devam edecekmiş.
Bizim memleketin hukuk ve demokrasi tarihi farklı konularda çok sayıda uzun süren davaya alışkındır ama artık hayatımıza çocukların yaşam hakkıyla ilgili olanlar da girdi. Hiç şüphesiz bu yeni belaların demokrasiden uzaklaşmamızla da bir ilgisi var. Tam da Dünya Çocuk Hakları Günü’nü yeni geride bırakmış 25 Kasım “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü” yaklaşmış iken, bütün toplumun da gözünü diktiği bu davalar, içinde yaşadığımız koşulların sembolü gibi.
Çocukların ve kadınların hak ihlallerinde artış, şiddet ve yoksulluğun görülmemiş boyutlara ulaşması, günlerdir farklı yönleriyle gündemde. Bu koşullar, bu davalar ve bu özel takvim günleri, bazı yetkilileri de çeşitli açıklamalar yapmak zorunda bıraktı. Keşke hiç konuşmasalardı, özürleri kabahatlerinden büyük oldu.
Milli Eğitim Bakanı, çocuk hakları gününü manevi yönü güçlü bir mesajla kutlayarak resmen geçiştirdi. Günlerdir çocuk haklarında nerede olduğumuz; istismar, eğitimde ve temel hizmetlere ulaşmada eşitsizlik, emek sömürüsü ve en acısı çocuk yoksulluğu konuşuluyor. Yoksulluk ne ki; utanç vermesi gereken biçimde açlık konuşuluyor. Ülkemizde dört çocuktan birisi aç ve maneviyat karın doyurmuyor.
Ama en skandal açıklama İçişleri Bakanı’nın öldürülen kadınları, öldürüldükleri için suçlamasıydı. Bu yüzden biraz uzun tutarak yer vereceğim.
KADES sistemi övgüsüyle eski mevkidaşını selamlayarak sözlerine başlayan bakan, oldukça evrensel devam ederek BM Uyuşturucu ve Suç Ofisi verilerine göre maalesef dünyada kadın cinayetlerinde yükseliş trendi olduğunu söyledi. Çok güzel, bu uluslararası atıf iyi oldu; madem bu kadar dünyevi idik, şiddetle mücadele için dünyada bir de uluslararası sözleşmeler var. İmza çekilen İstanbul Sözleşmesi var, neden onlara da atıf yapılmıyor? İkincisi madem dünyaya bakıyoruz; G-20 ülkeleri ve OECD içinde toplumsal cinsiyete dayalı şiddet oranının en yüksek olduğu ülke olduğumuz neden söylenmiyor? Ümit Kardaş’ın bu haftaki yazısı, dünyada ve Türkiye’de durumu etraflı biçimde ortaya koyuyor, eline sağlık.
https://artigercek.com/makale/kuresel-eril-sistemin-magdurlari-kadinlar-1-323767
“Kadına şiddetle ilgili sıfır tolerans” dediklerini iddia ederek devam eden bakanın, 2022’de 284, 2023'te 309, 2024'ün ilk 10 ayında 276 tane kadın cinayeti olduğunu itiraf etmesi de, tutarlılık aramanın boşuna olduğunu bir daha gösterdi. Madem sıfır tolerans, bu yüzlerce kadın neden hayatta değil? Bu hafta, Platform temsilcilerimizden Esin İzel Uysal, yenidoğan bebeklerin öldürülmesiyle ilgili davada çok açıklayıcı olan bir konuşma yaptı.
https://x.com/kadinmeclisleri/status/1858428770564100355
Tıpkı onun, “bebeklerin öldürülmesine müsaade etmeyiz” diyen Adalet Bakanı’na çok isabetli biçimde sorduğu soruyu kadınlar için de soralım: “Bu kadınlar öldürülmedi mi? Ölmüşler işte”. Bu nasıl sıfır tolerans? ayrı konu, bakanın açıkladığı verilerin gerçeği yansıtmaması ayrı konu. Uzun zamandır yapılmayanı yapıp veri açıklanması iyi ama defalarca sorduk, yine soruyoruz: bu verileri neye göre tutuyorlar? Platformumuzun raporlamalarında her kadın cinayetinin ya süren davası, ya basına yansımış haberi ya da tarafımıza başvurmuş ailesi var. Her biri somut kanıta dayalı biçimde 2022 yılında 334 kadın cinayeti, 245 kadın şüpheli ölümü, 2023 yılında 315 kadın cinayeti, 248 kadın şüpheli ölümü, 2024'ün ilk 10 ayında ise 333 kadın cinayeti, 207 şüpheli kadın ölümü var. Ve maalesef geçen ay tarihimizin en yüksek kadın cinayeti oranını açıklamak zorunda kaldık.
https://kadincinayetlerinidurduracagiz.net/kategori/veriler
Şimdi soru şu: kadın şüpheli ölümlerini yok saydıklarını biliyoruz ama kadın cinayetlerinde kimi dışarıda tutuyor, kimi öldürüldü kabul ediyorlar? Çok merak ediyoruz.
Gelelim en skandal bölüme, onu sona sakladım. Öldürüldüğü halde sayılmamak çok acı değil mi? Ama ondan da ötesi var; öldürüldüğü halde suçlanmak. Bakan, ikazlara uymadıkları için öldürüldüklerini söyleyerek koruma kararı olmasına rağmen öldürülen kadınları suçladı. Yani öldüren fail değil, o koruma tedbirinin etkin uygulanmasını sağlamakla yükümlü yetkililer değil, en büyük hak kaybına uğrayan; hayatı ortadan kaldırılan kadın suçlu öyle mi? Hukukta “mağdur suçlayıcılık” diye adlandırılan, kendisi bir suç türü olan bu tutumun şimdiye kadar çok örneğini gördük ama yansıtmanın bu düzeyini de görmemiştik. “Kadın ne giymişti, hangi saatte neredeydi? hayat tarzı nasıldı?” demekten farkı olmayan, suçlular yerine yine kadını yargılayan böyle sözler, hele de görevi o kadınları korumak olan yetkililerin ağzından çıkınca tıpkı yanıcı bir madde gibi sonuçlar yaratıyor. Erkekler çok daha rahat şiddet suçu işliyor ve koruma tedbirlerini çok daha rahat ihlal ediyorlar. Nitekim ev hapsindeyken bile, çıkıp da cinayet işleyen erkek bile oldu. O adamın hapsolduğu evin kapısını da kadınlar mı açtı?
Erkekler yasal önlem alınsa dahi neden böyle vızır vızır gezebiliyorlar biliyor musunuz?
Çünkü İstanbul Sözleşmeden imza çekildi, ardından 6284’ün koruma tedbirleri hepten gevşedi, uzaklaştırma kararlarının süresi azaldı, kolluk kuvvetleri “sözleşme yok, yasa da kalktı” diyerek kadınları eve gönderdi. Bunları destek hattımıza başvuran kadınlardan biliyoruz.
Çünkü hemen her gün kadınların doğum şekline bile karışılmaya çalışılırken, haklar ve özgürlükler tartışmalı hale getirildi, toplumsal cinsiyet eşitliğine savaş açıldı, içinde kan gövdeyi götürse de sadece aile korunmaya çalışıldı.
Çünkü yıllardır kadın şüpheli ölümleri yok sayıldı, örtüldü, kadınların hayatı öldürüldüklerinde bile hiçe sayıldı. Çünkü bu ülkede kadınların emek gücü, sağlıklı ve üretken oldukları halde “ev işiyle meşgul” diye işgücüne bile sayılmadı, sayılmıyor.
Kadınları değil işsiz bırakmak, işgücü olarak bile görmemek suçunu işleyenlerin, İzmir’de beş çocuğunu eve para getirebilmek için yalnız bırakan kadını suçlamaya hakkı var mı? İçişleri Bakanı, koruma altındaki kadınları suçluyor, peki ekonomik hiçbir güvencesi olmadığı için korunma hakkını kullanmaya adım bile atamayan kadınlara söyleyecek söz var mı?
Bizim çok sözümüz var. Bizim sadece sözümüz değil, mücadelemiz var. Bizim fikirlerimiz var, çözümlerimiz var. Hepsini de söyleyeceğiz; 25 Kasım’da toplumsal cinsiyet kökenli şiddeti yenmek, eşitliğe kavuşmak için akın akın eylemlerde buluşarak…
Son olarak; 25 Kasım’ın tarihçesi 1960 yılında Dominik diktatörü tarafından öldürülen mücadelemizin kelebekleri Mirabel Kardeşlere ve onların ölümünden yıllar sonra 1999 yılında BM’nin bu günü “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü” olarak ilan edilmesine dayanıyor. Belki artık “Kadına Yönelik” demek yerine, LGBTQ+’lar bu kadar şiddete maruz bırakılıyorken “Toplumsal Cinsiyet Temelli Şiddet” demenin, isimde bir güncelleme yapmanın da vakti gelmiştir?
*Rana Mansour - For Woman, Life, Liberty (Baraye) şahane şarkısından bir dize.
*Gülsüm Kav'ın bu yazısı ilk olarak 24 Kasım Pazar günü gazetepencere.com’de yayınlanmıştır.
Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.