İntihar Denileni Şüpheli Bırakmayacağız
Manisa Salihli'de bir sabah, 48 yaşındaki Devrim Güler ve 18 yaşındaki kızı, komşuları tarafından asansörde ölü olarak bulundu.
Asansör denilince akla okumak için gittiği Aydın’da yurtta bozuk asansör yüzünden can veren Zeren Ertaş geliyordu. Çalışan bir asansörün bile çok görüldüğü üniversite öğrencileri geliyordu. Ne var ki Salihli’de kısa süre sonra, otopsi sonuçlarına göre iki kadının ölüm sebebinin “yüksekten düşme” değil, boğulma olduğu, failin komşuları olduğu ve başka bir şehirde yakalandığı ortaya çıktı.
Otopsi ne kadar da önemliydi; kuralına uygun yapıldığında gerçeği ortaya çıkarma gücü vardı. Bundan yıllar önce ilk şüpheli kadın ölümü davamız olan Esin Güneş’in gerçekten yüksekten düşme ile gerçekleşen ölümünde yanında kocası ve arkadaşı olduğu, arkasında şiddet geçmişi olduğu halde yapılmaya gerek görülmemiş otopsiler artık düzgün biçimde yapılıyordu.
İşte “yüksekten düşme” denince de, Türkiye’de hali hazırda yüksek olan kadın cinayeti oranlarına son yıllarda eklenen, kadınların ya yanlarında bir erkek var iken ya da cansız bedenleri bir erkek tarafından bulunarak gerçekleşen, intihar ya da kaza denilen, gerçeği ortaya çıkarmanın zor olduğu şüpheli ölümler akla geliyordu.
Bu yazıyı yazdığım sırada henüz Manisa’da tam gerçeği bilmiyoruz ama nasıl akla gelmesin? Her gün yeni bir böyle haber duyuyor iken gerek bile yok ama mesela arama motoruna “yüksekten düşme” yazdığınızda karşınıza arka arkaya kadınların can verdiği haberler geliyor. Resmi verilere göre diyemiyoruz çünkü milyonlarca kadını işgücü olarak bile görmeyen devlet, öldürüldüğümüzde dahi hayatımızı yok sayıyor. Sürekli hayatlarımızın bir erkeğin hayatı kadar değeri olmadığı hissettirilmesinin ötesi; ölünce bile sayılmamak. Çünkü ancak bu durumda kadın cinayetleri azaldı diyebiliyor, yalan söylüyorlar. Platformun her birinin kanıtı olan verilerine göre 2017- 2022 yılları arasında; son 6 yılda şüpheli biçimde hayatını kaybeden kadın sayısı 1013. Bin on üç kadın, devlet tarafından sayılmıyor üstelik bir kısmının cinayet ile hayatını kaybettiği sonradan kanıtlandığı halde.
Neden böyle? Cevap zor değil. Bilimsel olarak keşfedilmiş, toplumsal olarak defalarca deneyimlenmiş, evrensel olarak çözümleri bulunmuş olan kök neden açık: toplumsal cinsiyet eşitsizliği. Evet, şiddetin kökeninde ne var diye gereksiz yere durmadan aramak yerine, bilinen bir gerçeği kabul edip, bulunmuş çözüm yollarını; İstanbul Sözleşmesi’ni uyguladığımızda ne şüpheli ölüm kalır, ne kadın cinayeti. Ama yok, biz “kadın erkek eşitliğine inanmıyorum” ülkesindeyiz. Erkek şiddetinin önü bu kadar açılınca, bir kadını öldürme niyetindeki erkek “neden olmasın”? diyor. Ama o noktada bütün bu şiddet kışkırtmasına rağmen, tuhaf bir şey oluyor, bir an duraklıyor o erkek. Düşünüyor; bu memlekette kadın cinayetlerini durdurmak için güçlü bir mücadele, arkasında dev bir toplumsal destek var. Bu davanın bir sahibi var. İşte bir kadını öldürmeye niyet edenlerin en az yarısı “o zaman gizleneyim, intihar ya da kaza süsü vereyim” diyor. Bunu yapmanın yolları içinde örneğin zehirlemeyi seçtiğinde teknolojisi geliştiği için ölüm orijini kolayca tespit edildiğinden, gerçeği ortaya çıkarmanın zor olduğu yüksekten düşmeyi seçerek ya da başka bir yöntemle öldürdüğü kadını yüksekten atarak cinayeti gizlemeye çalışıyor.
Failler birbirlerinden öğreniyorlar bilirdik ama Salihli’de bir erkeğin gizlenmek için bir de asansör kullanacağını, bu utanmazlık akla gelmezdi. Failin öldürme saiki ne olursa olsun, gencecik bir insanın ömrüne mal olan asansörü cinayeti örtmek için araç olarak kullanabilmesi… Felaket seviyesine gelmişiz. Kadınların, gençlerin, LGBTQ+’ların hayatını hiçe sayanlar sayesinde, yazıklar olsun.
Ama failler ve onları kayıranların bilmediği bir şey var; en zor olanı yüksekten düşmeler de dahil olmak üzere tüm şüpheli ölümler aydınlatılabilir. Hiçbirinin peşini bırakmayacak güçlü mücadelemiz var, bilim var, bilim insanları var, teknoloji var, evrensel protokoller var. Esin Güneş’in uçurumdan atıldığını fizik bilimi kanunları, Şule Çet’in plazadan nasıl düştüğünü olay yeri yeniden canlandırma tekniği açığa çıkardı. Sayısı yüzleri bulan bu tür davalarımızda daha nice yeni yollar buluyoruz, bulacağız. Bize yol gösteren; bir kadın ölü bulunduğunda ne yapılması gerektiğini anlatan uluslararası müthiş bir protokol de var: Latin Amerika Model Protokol. Femisid belasını başında ağır yaşayan coğrafya, literatüre en büyük katkıyı yaptığı gibi diğer sözleşmelerin yapmadığı bir işi yapmış; soruşturma basamaklarını gerçeğe ulaşacak şekilde etkin tasarlamış. Amacı; kadın cinayeti vakalarında cezasızlıkla mücadeleye kendini adamış herkese yol göstermek olan protokol, sorumluların tespitini ve hayatta kalanların iyileşmesinin yolunu gösteriyor.
Tıpkı aynı coğrafyanın uğruna mücadele ederken öldürülen Mirabel Kardeşler gibi.
Tam da onların yaptığı gibi sadece kadınlar için değil, tüm sömürülen ve ezilenler için, tüm ülke için eşitlikçi feminizmin bayrağıyla, onlara adanan güne yürüyoruz. Model Protokolü de, İstanbul Sözleşmesi’ni de kendi ellerimizle, il il adliye adliye uygulatma kararlılığı ile yürüyoruz. Yeni mücadele alanları açarak, Genç Feministler Federasyonu ile yürüyoruz.
Özgürlüğümüz için ve asla vazgeçmeyeceğimiz laiklik için, anayasal haklarımız için yürüyoruz.
25 Kasım 1960 yılında Dominik Cumhuriyeti’nin diktatörü de üç kız kardeşi şüpheli biçimde kaza süsü vererek öldürtmüştü. Ve şimdi o diktatörün değil, dünyanın dört bir yanında Mirabel kardeşlerin ismi yaşıyor. Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü’nde bütün meydanlarda yine dalgalanacak.
Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.