Post

Evlere Bırakılmak Değil, Hayata Karışmak İstiyoruz

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun Ocak ayı raporuna göre, Türkiye genelinde 31 kadın cinayeti işlendi, 21 kadın ise şüpheli bir şekilde ölü bulundu.

O güzel şehrimiz İstanbul, sıklıkla olduğu gibi bu ay da, kadınların en çok can verdiği il oldu. 
Ve kadınlar, belediye otobüslerinde öldürülmediler. 

En çok evlerinde, en sık en yakınları tarafından, nasıl olup da bu kadar yaygın olabildiğinin hep sorulması gereken ateşli silahlarla öldürüldüler. 

Demek ki neymiş, kadınların güven içinde şiddetten uzak yaşaması, Murat Kurum’un söylediği gibi belediye otobüslerinin onları evinin kapısına bırakmasıyla mümkün olmuyormuş. 

Tam tersine o otobüslerin veya belediyeye ait kamu kaynaklarının tehdit altında iseler kadınları o evlere hiç bırakmaması gerekiyor. Kalacak güvenli bir yer, hayatını sürdüreceği güvenli bir iş, şiddetten uzak ve refah içinde yaşamasını sağlayacak imkanlar sunması gerekiyor. 

İstanbul’un ismini verdiği o altın standart sözleşmeyi, kadınları ve şiddet karşısında korunması gereken herkesi şiddetsiz bir hayata kavuşturacak İstanbul Sözleşmesi’ni uygulaması gerekiyor. Sözleşmeden imza çekilirken sürekli öne sürdükleri ama bir türlü etkin uygulanmayan 6284 sayılı Koruma Kanunu’nu harfiyen uygulaması gerekiyor. 

Belediyeler kadınlar ve çocukları için konukevleri açmalı

Kadın cinayetlerinin yarıdan fazlası evde ve ateşli silahla işlenirken, o silahların o evlere girmesinin önlenmesi, güvenli olmayan evler için yasa gereği de zorunlu olan sığınma evlerinin açılması gerekiyor. 

İşin aslı belediyelerin kadınların hayatını düşünüyor iseler önce mevcut haliyle kendi mevzuatlarını uygulamaları gerekiyor. Bütün yetersizliğine rağmen 5393 Sayılı Belediye Kanunu sosyal politikalar kapsamında bir kısmı doğrudan bir kısmı dolaylı biçimde kadınları etkileyen çok sayıda madde içeriyor. Örneğin Madde 14/a “Büyükşehir belediyeleri ile nüfusu 100.000’in üzerindeki belediyeler, kadınlar ve çocuklar için konukevleri açmak zorundadır. Diğer belediyeler de mali durumları ve hizmet önceliklerini değerlendirerek kadınlar ve çocuklar için konukevleri açabilirler” diyerek şiddetle mücadelede belediyeye önemli görev yüklüyor. 

Hemen belirtmek gerekir ki, önceki kanunda yer almayan bu maddelerin kazanılması kadın mücadelesinin ve yerel kadın siyasetçilerin başarısıdır. Fakat şimdi de uygulanması için mücadele sürüyor. Türkiye’de belediyelerin daha çok alt yapı, inşaat gibi ranta yönelik bütçe harcamaları olduğunu, sosyal yardım, eğitim, kültür, sağlık hizmetlerine yönelik bütçe harcamalarının toplam bütçenin en fazla %10’luk bir kısmını oluşturduğunu görüyoruz. Sığınma evi açmaya sıra geldiğinde ise belediye yönetimlerinin bahanesi hep kaynak yetersizliği oluyor.

Mevcut katı tabloyu kısmen kıran, en azından görünür kılan bir uygulama olarak “Kadın Dostu Kentler” projesi var. BM Ortak Programıyla toplumsal cinsiyet eşitliğinin tüm ana politikalara etki etmesini sağlamak için hazırlanan Yerel Eşitlik Eylem Planları (YEEP) kadınlar için acil müdahale gerektiren durumları altı temel ana başlıkta ele alıyor. “Eğitim, sağlık, istihdam, kadına yönelik şiddet, karar mekanizmalarına katılım ve kentsel hizmetler” olarak sıralanan konuların her biri önemli ve ayrı yazılarda ele alınmayı gerekli kılıyor. Bütün başlıkların hayat bulması için belirleyici faktör ise belediyelerdeki kadınlar için kurumsallaşmanın varlığı; bugün farklı adlarla anılsa da, olması gereken ismiyle “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Birimlerinin” durumu. Bu birimlerin mevcut hali metropol illerin merkez ilçeleri, kadın dostu kentler projesini kapsadığı belediyeler ve bugün hukuksuz biçimde kayyım atanmış belediyeler dışında vahim. Örneğin İstanbul’un birçok ilçesinde bile genelde Kadın ve Aile Hizmetleri Müdürlüğü veya Sosyal Destek Hizmetleri Müdürlüğü bünyesinde kurulup, konuyla ilgisiz personelin çalıştığı, geleneksel rolleri ve eşitsizliği pekiştiren dikiş nakış, aşçılık, pastacılık, çocuk bakımı gibi hizmetlerin verildiği görülüyor. Mali ve idari yetkileri de sınırlı olan bu birimlerin iyi örnekleri olan belediyelerde olduğu gibi toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik kurulacak yeni bir müdürlüğe bağlı olması önemli fark yaratıyor. Bu noktada, Diyarbakır, Van, Mardin, Nusaybin belediyeleri, ilk kez Kadın Politikaları Daire Başkanlığı gibi sırf kadınlar için çalışan kurumsal yapılar kurmaları bakımından çok önemli deneyimler. Türkiye’nin belediyecilik sisteminde yönetmelikte var olan bir düzenlemeye kadınlar lehine yorum getirerek, sorumluluk tanımlarının kadınlar tarafından belirlenmesini ve faaliyetlerin kadınlar tarafından koordine edilip yönetilmesini sağlamışlar. 

Yerelde kadın temsili yüksekse CHP, düşükse AKP yönetimi

İstanbul bazında ise cinsiyet eşitliği sıralamasında Kadıköy’ün ilk sırada, Sultanbeyli’nin son sırada yer alması tesadüf değil. Yerel yönetimdeki kadın temsil düzeyi arttıkça ilçe yönetimi CHP’ye, azaldıkça ise AKP’ye geçtiği görülüyor. Ataşehir, Avcılar, Beşiktaş, Beylikdüzü, Kadıköy, Küçükçekmece, Şişli gibi Eşitlik birimleri kurulmuş olan belediyelerin, kurulmamış olan belediyelere göre toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesi nispeten daha gelişmiş durumda. Beklenebileceği gibi, yüksek kadın temsil düzeyleri, sosyoekonomik altyapı, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Biriminin bulunması ve sosyal demokrat bir ideolojinin varlığı gibi koşullar etkili. Bu eşitsiz durum ve kadınların tüm ihtiyaçları için mücadelede İBB’nin şiddet destek hattından sığınak sonrası belirli bir aya kadar kadınlara destek sağlamaya, çok amaçlı kapsamlı mahalle evlerinden kreşlere uzanan ilçelere yayılan çalışmaları da ayrı önem taşıyor. Özellikle de kadına karşı suçlarda kim bilir nelere sahne olan Esenler otogarında açılan İBB Kadın Danışma Birimi bambaşka bir anlamı var. 

O berbat sahne eşitliği hiçe sayıyor

Belediyeler kadınların hareket özgürlüğü için ihtiyaç duyduğu tüm olanakları bütünsel bir yaklaşımla ele almalı ve sağlamalıdır. Bunun bir yönü; cinsiyete göre ayrıştırılmış kent içi hareketlilik verileri kullanılarak, kadınların ulaşım engellerinin belirlenmesi ve kentsel ulaşım altyapısı kadınların ihtiyaçlarına uygun hale getirilmesidir. Kadınların engelsiz ulaşabileceği yeterli güvenli durak, yeterli ulaşım aracı ve ulaşımda yaşanan her tür hak ihlalini durdurmak için önlemler, tüm sokak ve parklar için yeterli aydınlatma, toplu taşımada güvenlik ve aydınlatma sağlanmalıdır.

Ve asıl olarak bu önlemlerin bir gün gelip gereksiz hale gelebileceği toplumsal cinsiyet eşitliğinin her alanda teneffüs edildiği bir şehir için mücadele edilmesidir. 

Konuyu belediyeler kanununun katılıma ve insan onuruna atıf yapan 13. Maddesiyle tamamlamak istiyorum; "Herkes ikamet ettiği beldenin hemşehrisidir. Hemşehrilerin, belediye karar ve hizmetlerine katılma, belediye faaliyetleri hakkında bilgilenme ve belediye idaresinin yardımlarından yararlanma hakları vardır. Yardımların insan onurunu zedelemeyecek koşullarda sunulması zorunludur." ibaresi bize ne anlatıyor? 

Kadınlar ve tüm yurttaşlar için temel hakları, “sadaka kültürü” ile örten uygulamalara alışmış iktidarın, birçok sembolik ifadesini bulabiliriz ama bugün Murat Kurum’un vatandaşa mandalina attığı o ibretlik sahne geliyor akla… Bu berbat sahnede de, kadınlar için ulaşım konusunda söylediklerinin tepki çekmesinin temelinde de, esasen eşitliği ve insan onurunu hiçe saymak var.

Hayat pahalılığı ve gelir eşitsizliği ile hiç uğraşmadan halka mandalina atmanın da, şiddetin kendisini ortadan kaldıracak olan toplumsal cinsiyet eşitliği için uğraşmadan kadınları “eşya” gibi eve taşımayı vaat etmenin de yanıtını insanlık onuru bir gün mutlaka verecek. 

*Gülsüm Kav’ın bu yazısı ilk olarak 4 Şubat Pazar günü Gazete Pencere’de yayınlanmıştır.

 

Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.

İlgili Yazılar

Post

Narin Davası Hepimizin

Post

Bozuk Düzende Sağlam Çark Olur Mu?

Post

Sorun ‘İnceller’de Değil İçimizde, O Kutsanan Ailenin Tam Göbeğinde, Kutsayanların Zihninde! Yağmur Yağar Ama İktidar Islanmaz

Post

New York Sokaklarında Asıl Anlatılması Gerekenler

Post

Çekirdek Bir Aileydik

Post

Her şeyi Gizleyen TÜİK, Ölümleri Gizleyemiyor

Post

Bu Gurur Hepimizin

Post

Kesinlikle Ayrı Dünyaların İnsanlarıyız

Post

“Maarif” Modelinde Kadının Adı Yok

Post

Aile Genelgesi’nin Arkasında Neler Var?

Post

Silahlar, “İkili Ölümler” ve Evrensel Haklarımız

Post

Çocuklar Ölmesin, Dondurma da Yiyebilsinler

Post

Büyük Onur Yürüyüşümüz

Post

Reisçilik Sistemi İle Yok Olan Aileler ve Soyadı Hakkı. İyi Mi Oldu AKP?

Post

“Amores Perros”: Köpek Sevgisi

Post

Bizi Bu Havalar Mahvetmeyebilir

Post

Biz Maraba Değiliz

Post

Ücret-Fiyat Sarmalı Yok, Şiddet Sarmalı Var

Post

Görev Kadınlarda

Post

Yaşasın 8 Mart, Yaşasın Özgürlük

Post

İliç’te Kuşlar Uçmuyor

Post

Depremde Kadının Adı Yok

Post

Evlere Bırakılmak Değil, Hayata Karışmak İstiyoruz

Post

Hiç Olmamak Ya da “Vitrin Olmak”; İkisine de Mecbur Değiliz

Post

Medeni Kanun İçin Mücadelemiz Herkes İçindir

Post

Kadınları Özgürleştiren Kentler İçin

Post

Kadınlar İçin Esnek Değil Tam ve Güvenceli İstihdam

Post

İntihar Denileni Şüpheli Bırakmayacağız

Post

Kadınlar Laiklik ve Özgürlük İçin Yürüyor

Post

Kapattırmadık

Post

Seçimler Gösterdi: Eşitlikçi Feminizm Şart

Post

Mucize Değil Medeniyeti Getireceğiz - II

Post

Mucize Değil Medeniyeti Getireceğiz - I

Post

İran ve Büyük Anlatılar Üzerine

Post

Kadın Cinayetleri Ülkesi Olmayacağız

Post

Demir Çeneli Melekler

Post

Kadın Cinayetlerinin Gizlenen Boyutu

Post

Yoksulluğun Pençesinden, Şiddetin Gölgesinden Kurtulacağız

Post

Medeni Kanuna Dokundurtmayacağız

Post

Sınırları Aşıyoruz

Post

İklim Krizini de, Kadın Cinayetlerini de Durduracağız

Post

“Femonasyonalizm” ve Enternasyonalizm