İran ve Büyük Anlatılar Üzerine
İran’da Mahsa Amini'nin ölümünün ardından kadınların başlattığı eylemler ülkenin farklı şehirlerinde ve farklı yollarla devam ediyor. Başlangıç noktası olan zorunlu başörtüsü konusu kısa sürede aşılarak, molla rejiminin son bulması için direnişe dönüştü. Artık sadece kadınlar da değil, başta gençler olmak üzere erkeklerin de dahil olduğu toplumun farklı kesimleri, tüm özgürlükleri istiyorlar. Böyle olması tesadüf de değil; bugün yıkılması için mücadele edilen İslami rejim tam bu noktadan; kadınlara zorunlu kapanmayı ve denetlenmeyi dayatarak, evlilik ve boşanma rejimini değiştirerek ve giderek tüm özgürlüklere kastederek kurulmuştu. Şüphesiz ki, tüm toplumu etkileyen, sonu gelmeyen yasakları içeren dinsel ve ideolojik baskılar, en çok da kadınları etkilemiş ve ”hicap” uygulamasında cisimleşmişti.
1979’da İran İslam Devrimi, 1 sene içerisinde başörtüsü zorunluluğu ve rujdan yabancı müziğe uzanan akla hayale gelmedik yasaklar listesine, elinden gelse “hayalleri” bile sığdıracaktı. Bu hızlı geçiş döneminin ayrıntılarını Persepolis filmi kara mizah ile iyi anlatır, hayallerin asla yasaklanamaz olduğunu da… Ama filmin anlatmadıkları da var; kişisel bir hikayeye odaklanarak toplumdaki dönüşümü gösterse de, o hayallerinden vazgeçmeyenlerin daha o ilk yıllardan itibaren yaptığı kolektif eylemleri anlatmıyor mesela. Oysa 1980’lerden itibaren İranlı kadınlar buldukları her imkanı kullanarak özgürlük için mücadele etmekten vazgeçmediler. İşin daha ilginç ve bize benzeyen bir yanı da; önceki Şah rejimi döneminde, 1936 yılında da başörtüsünün yasaklanmış olmasıydı. Sonuçta, sadece kadınların kendi kararına bırakılması gereken, devletin hiç işinin olmadığı bu özgürlük ve laikliğin alanı hep bir mücadele gerektiriyordu. İslami rejim ile yıllar içinde artan baskı kadınlar için işleri daha da zorlaştırdı. En önemlisi örgütlenme özgürlüğü yoktu ve bu çöl gibi ortamda dahi kadınlar vazgeçmediler, mücadele etmenin bir yolunu bulmaya çalıştılar. İşte bu yüzden de bugün böyle cesur ve kararlılar. Ancak İran’daki eylemlerin güçlü yanları yanında, zayıf yönünü de yine bu aynı tarihte buluyoruz; örgütsüzlük. İran’daki hareketin güçlü örgütlere sahip olamaması, direnişin akıbetini belirsiz kılıyor. Direnişin bu haliyle kazanımla sonuçlanmasını beklemeyen öngörüler çoğunlukta…
Eylemler üzerine çok sayıda yazı yazıldı, yorum yapıldı ancak ben de en kritik konu olan örgütlenmeyi ele alışı bakımından dikkatimi çeken iki yorum üzerinde durmak istiyorum. Birincisi; 5 Harfliler sitesinde yer alan “Bir Kadın Devriminin Figürleri: İmajlarıyla Etkileşen Bedenler” başlıklı çeviri yazı. ‘İran’daki ayaklanma feminist bir devrim midir?’ sorusuyla başlayan yazı, direnen kadınların figüratif imajlar yaratmaları ve imajların başka kadınları da harekete geçirebilmesi nedeniyle soruya olumlu yanıt veriyor, feminist karakterde olduğunu savunuyor. Bedenlerin ve figürlerin feminist ayaklanması olarak gördüğü direnişi, belli ki Judith Butler’ın yaklaşımı ile bir performans olarak; “kalabalık-merkezli değil, durum-merkezli; slogan-merkezli değil, figür-merkezli protestolar” olarak tarif etmesi de belki büyük bir sorun değil. Gezi direnişinde kırmızılı kadından duran adama, birbirlerine tutunan abilerden gitar çalan gence nice direniş sembolünü görmüş bizlere, bu örnekler oldukça yakın da geliyor. Ayrıca direnişi baştan itibaren güçlü biçimde göstergebilimsel analiz eden yazı, dünyanın dört bir yanında sadece eylem alanlarında açılan boğazımızda düğümü ve direnişin öznel yanını çok iyi anlatıyor. Ancak, yazarın kendi deyimiyle “feminist direnişin tekilliği ve figüratif karakterini” bu denli tek yanlı ve yücelterek ele alması artık akla son döneminde bedenin performansını, bir kolektifin birlikte oluşturduğu beden olarak ele alan Butler’ı bile değil, olsa olsa #MeToo hareketinin kişisel kurtuluşta takılıp kalmasını getiriyor. Nitekim devamında açıkça; İran’daki direnişin mikro-mücadeleleri, uğrakları, jestleri öne çıkarmasını överek, “büyük anlatılar için değil, küçük olan her şey için” yorumunu dahi yapıyor.
Oysa daha dün, Zahedan kentinde kolluk kuvvetlerinin ateş açmasıyla bir kişi yaşamını yitirdi, yaralılar var… İran halkı, hiç kimsenin olmayacağı gibi, “küçük şeyler için” her gün canı pahasına mücadele ediyor olamaz. Hiç şüphesiz molla rejiminin yarattığı –tek başına hicap değil, onda sembolize olan- bütün eşitsizliklerden kurtulmak ve büyük şeyler istiyorlar.
Tam bu noktada, ikinci dikkat çeken yorum; İran halkının ne istediği konusunda Olivier Roy’un kendisiyle yapılan bir röportajda dile getirdikleri.
Yıllar içinde reformcu kanat olan liberallerin hükümetin dışına itildiğini, şimdi muhafazakârların tüm güce sahip olduğunu, halkın da bunu bildiğini ve seçimde verecekleri oyların liberalleşmeyi getirecek bir parlamento getirmeyeceği için rejimde bir reform değil, sonunun gelmesi çağrısında bulunduğu yorumunu yapıyor. İşte bu durumun İran’da yeni olduğunu belirten Roy, iktidarın da bu tehlikeli durum nedeniyle ayaklanmayı bastırmak istediğini ve kendini kanıtlamak için hala birçok imkanı olduğunu söylüyor, bu yüzden muhalefetin rejimle savaşmak için yalnızca kentli gençliğe bel bağlamasını yeterli bulmuyor. İşçilerin, köylülerin, öğrencilerin ve memurların dayanışması olmadan ayaklanma başarılı olamaz” diyen Roy, ilk yazıdaki yorumların tam tersine büyük şeyler ve büyük kuvvetlerden bahsediyor ve haklı.
Sadece İran için değil, dünyanın tüm ülkeleri ve Türkiye için de geçerli söyledikleri, bir yönüyle anlatılan bizim hikâyemiz yine…
İran İslam devrimi gerçekleştiği yıllarda, Ortadoğu’da ve dünyada birçok dengeyi değiştiren dünya tarihsel bir olaydı. Bugün dünyada otoriter sağın ve kadın düşmanlığının yükseldiği, Avrupa’da dahi kadın ama kadınlara aynı patriyarkal temelden sınırlar çizen ırkçı liderlerin seçim kazandığı ama buna mukabil direnişlerin de ışıldadığı günümüzde, İran yine dünya tarihsel olabilir. Tek şartla; halkın özlemine kavuşması ancak ve ancak örgütlü ve büyük topluluklar olabilmeleriyle mümkün olabilir. Üstelik İran güvenlik aygıtlarının daha tamamı sahaya sürülmedi yorumları yapılıyorken, eylemler her hafta güçleniyor olsa da, sadece kadınların değil, tüm muhalefetin güçlü örgütlenmekten başka yolu yok. Tıpkı 1979’da çoğulcu bir koalisyonla caddeleri sonu görülmeyen kalabalıklarla doldurarak rejimi değiştiren, katılan bütün bedenlerin birleşik bir ejderha bedenine dönüştüğü zaman olduğu gibi olmalı ki, rejim değişsin.
İran’ı da, bizi de, tüm dünya halklarını da, özlemlerimize kavuşturacak yegane yol; daha fazla sayıda, daha fazla etkileyici figüratif imaj yaratmak değil, “olmak ya da olmamak” kadar belirleyici olan büyük topluluklar olarak büyük anlatılar için örgütlenmektir.
Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.