Silahlar, “İkili Ölümler” ve Evrensel Haklarımız
İstanbul’da sabah saat 08.30 sıralarında işe giden Başak Tekin’i, Özgür Kemal Akdemir adlı erkek yol kenarına çekerek yere düşürdü sonra silahını çıkararak başından vurarak öldürdü.
Ankara’da Serap Doğan'ı, hakkında uzaklaştırma kararı aldırdığı, ayrıca elektronik kelepçe ile denetim altına alınmasını talep ettiği Selahattin Özdemir, ateşli silahla öldürdü. Serap hayattayken failin kendisine “Boşanacağım ve seninle evleneceğim. Eğer benimle evlenmezsen iki tane silahım var, bu silahlarla seni öldüreceğim" diyerek tehdit ettiğini anlatmıştı.
İzmir'de Sevim Duman, boşandığı Birkan Ekren tarafından ateşli silahla öldürüldü…
Ateşli silahla işlenen kadın cinayetleri içinde, bu saydıklarım yalnızca son dönemde olanlar. Biz biliyoruz ki, kadınlar en çok ateşli silahlarla öldürülüyor, yayınladığımız raporlarda hiçbir ay %50’nin altına düşmüyor, bazı aylarda oran %69’a ulaşıyor.
Senelerdir silaha ulaşmanın, internetten siparişle kargoyla kapıya gelmesi derecesinde kolay olmasına karşı mücadele ederken, bu hafta o namlusunda hep kadınlar olan silahları nerede gördük? Adliye odalarında. Görevi hayatımızı korumak olan yetkililer odalarında koleksiyon gibi silah sergiliyormuş. İşi, hepimizin hakkını korumak, adaleti sağlamak olan bir hakim; üstelik İzmir Adalet Komisyonu’nun Başkanı Oktay Tabur, dinlenme odasındaki metal panoya 13 tabanca ve 7 uzun namlulu tüfek asmış, sergiliyor. Üstüne, önünde pozlar verilmiş, fotoğraflar çektirilmiş. Öyle gelen geçenle de değil yüksek yargı görevlileriyle bir güzel hatıra fotoğrafı. Bilemiyoruz bunu matah bir şey sanan başkaları da olmuştur belki. Bilinen şu ki; HSK Teftiş Kurulu Başkanı ve Başkan Yardımcıları ziyaretlerinde bu cephaneliği gördüklerinde inceleme başlatmaları gerekirken, gülümseyerek önünde poz vermişler. Çok beğendiklerini söylemeyi de ihmal etmemişler. Gazeteci Timur Soykan’ın haberiyle konunun gündeme gelmesi sonucu, Adalet Bakanı nihayet hakim hakkında soruşturma başladığını duyurdu. Peki, soruşturmayı kim yürütüyor? Tabiatıyla aynı HSK.
Sonuç ne olacak merak uyandırıyor elbette. Ama bir yargı mensubunun, silahlara, kullandığı Porch marka araba gibi lükse neden bu kadar meraklı olduğunu ve bu soruşturmanın sonucunu tahmin de ediyoruz değil mi?.
*
Türkiye’de kadın cinayetleri neden azalmıyor sorusuna yanıtı da burada bulabiliriz. Ancak bu yanıtın sadece bir kısmı olur. Kadınlara yönelen her tür şiddetin çözümü, bütünsel bir ele alış gerektiriyor. İşte o da İstanbul Sözleşmesi’nde var. Geçen hafta Avrupa Konseyi’nin bir twetter paylaşımı vardı; kutlama emojileri eşliğinde “İstanbul Sözleşmesi'nin yürürlüğe girmesinin 10. yılını kutluyoruz! Kadınları ve kız çocuklarını şiddet ve istismardan kurtarmanın yolunu açıyor” diyordu. Bu kısa ve güzel ifadeyi biraz açmak isterim.
Avrupa Konseyi kutlamalara hazırlanıyor ama sözleşme artık bu bölge ile sınırlı değil, dünya ölçeğinde bir altın standart. Tüm dünya devletlerine takip etmesi gereken yolu, dünyanın tüm kadınlarına şiddetten kurtulacakları bir hayatın ışığını gösteriyor. “Tüm dünya halkları bilir gerçeği” diye sözleri olan güzel bir şarkı vardır. Şarkıdaki gibi, tüm dünya kadınları da, yaşadığımız gerçeği biliyoruz; yüzyıllardır ve hala süren şiddetin, eşitsizliğin, ayrımcılığın ne olduğunu, kaç ayrı yerde; her köşede nasıl da karşımıza çıktığını. Bu yüzden ondan kurtulmanın yolunun da öyle tek bir alanda değil, parçalı değil, kadınlara acıyarak birilerini merhamete çağırarak değil, eşit ve özgür yaşam hakkımızın tam olarak sağlanarak açılacağını biliyoruz.
Bize lazım olanın şiddetin yapısal temellerini açıklayan ve tüm boyutlarını bütünsel olarak ele alan çözüm olduğunu biliyoruz. Bu çözüm de, İstanbul Sözleşmesi’nde var. Aile Eylem Planında değil.
*
İstanbul Sözleşmesi’nin mimarlarından olan Feride Acar Hoca’nın deyimiyle onu “devrim niteliğinde” yapan da, kadına yönelik şiddet ile toplumsal cinsiyet eşitsizliği ilişkisinin yapısal olduğu gerçeğini kabul eden hukuken bağlayıcı ilk uluslararası belge olmasıdır. Şiddetin nedenlerini ve sonuçlarını açıklığa kavuşturur, çözümün de çok yönlü yapısal önlemlerle ve bütünsel bir siyasetle mümkün olduğunu söyler. Öncesinde şiddetle mücadelede önemli bir birikime dayanır ama bu yeni bir analizdir.
1980’lardan itibaren başta CEDAW(1981) olmak üzere, çeşitli BM bildirgeleri ve Belem De Para Sözleşmesi(Latin Amerika) Maputo protokolü(Afrika) gibi bölgesel düzenlemeler vardı ama hiçbiri devletlere, böyle bütünsel, böyle yeni kurallarla, tüm yasa ve uygulamalarda toplumsal cinsiyet merceğini kullanma zorunluluğu getirmiyordu. Ceza hukuku yanında medeni hukuk ve çalışma hayatından eğitime tüm diğer yasal düzenlemeleri kapsayan İstanbul Sözleşmesi’dir- ki işte bugün bunların hepsiyle oynamaya çalışıyorlar.
Bu aşamaya ilerlemede, CEDAW Genel Tavsiye 19 kararı da önemli. “Kadınların genel uluslararası hukuk veya insan hakları sözleşmeleri altındaki insan hakları ve temel özgürlüklerini kullanmalarını engelleyen ya da tehlikeye sokan toplumsal cinsiyete dayalı şiddet” ifadesiyle bu karar, İstanbul Sözleşmesine giden yolu da açar. Devletlere ayrımcılık yanında şiddeti ortadan kaldırma görevi veren tüm bu CEDAW kararlarına, benim de alıntı yaptığım Aile Bakanlığı’nın sitesinden ve birçok başka resmi kurumdan ulaşılabiliyor. İşte ulaşacağımız o her bir karar da, anayasa 90. Maddesi gereği anayasa hükmünde, yani devletin yerine getirmek zorunda olduğu evrensel haklarımızdır. İstanbul Sözleşmesi’nden asla vazgeçmiyoruz elbette ama imza çekenler bilsin ki onun ruhunu taşıyan bu kararlarda imzaları var ve uygulamak zorundalar. Üstelik 2017 yılında bu anlattığım tavsiye kararı, İstanbul Sözleşmesi ışığında güncellendi ve şiddeti “belli durumlarda işkence zalimane insanlık dışı muamale” gören Genel Tavsiye 35’i yayınlandı. Üstelik yine imzacısı olduğumuz CEDAW İhtiyari Protokol’e göre de, “ülkede vahim ve yaygın kadın hakları ihlalleri olması durumunda” yani tam bizim durumumuzda başvurabileceğimiz başka evrensel haklarımız da var.
Şimdi Aile Eylem Planları, 9. Yargı Paketiyle, sonu gelmeyen bu paketler yetmiyormuş gibi yeni anayasa tartışmalarıyla, kadınların nafaka hakkına ve tüm Medeni Kanun’a saldırılarla, duvarına silahlar asmış yargı görevlileriyle karşımıza çıkanlar bilsin ki, hiç öyle kolay değil o işler. Karşılarında, değişen dünya, tüm dünyayı arkamıza aldığımız evrensel haklarımız ve bunlardan asla vazgeçmeyen mücadelemiz var.
Bir başka gerçek daha var ki, üzerinde ayrıca durmamız gerekiyor. Başta saydığım üç kadın cinayetinin ateşli silahla işlenmeleri yanında bir ortak özellikleri daha var; üçünde de fail erkekler intihar etti. “İkili ölüm” olarak adlandırılan bu durum bizde ilk değil ama son dönemde artıyor mu? Bu durumu, nedenlerini ve rejimle ilgili bize ne söylediğini takip edip değerlendirmeye devam etmek üzere…
*Gülsüm Kav’ın bu yazısı ilk olarak 2 Haziran Pazar günü Gazete Pencere’de yayınlanmıştır.
Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.