Narin Davası Hepimizin
Diyarbakır doldu taştı. Ülkenin dört bir yanından Narin Güran cinayetinin aydınlatılması ve adaletin sağlanması için duruşmaya gelenler o kadar çoktu ki, otellerde yer kalmadı, duruşma salonu herkesi alamadı. Bir büyük topluluk olarak Narin’in ailesi olduk. Onun hakkını kendi ailesine karşı savunmak durumunda olmak üzücü ama bu sahiplenmenin gücü umut verici.
Duruşma salonunun yetersizliği eleştirilere de neden oldu ama bu noktadaki hak ihlalinden çok daha büyük bir hak ihlali için oradaydık. Ve bizim Diyarbakır surlarını Edirnekapı surlarına bağlayan çok daha büyük bir meselemiz vardı; çocuklar ve kadınların hayatta kalma mücadelesi ve adalet arayışımız.
Narin davası, bu yüzden, hepimizin davası oldu. Gelen, gelemeyen, duruşma salonuna giren giremeyen herkesin kalbi, günlerdir aralıksız devam eden celselerde atıyor. Bu kadar çok ifade tutanağı okuyan bir ülke var mıdır?
Bir ülke, Narin nezdinde tüm çocuklar için, her gün can alan ve cezasızlıkla ödüllendirilen şiddeti durdurmak için, geleceğimiz için bir sınav veriyor. Dersini çalışan var, çalışmayan var ve sınava girmeye bile hakkı olmayanlar da var. Çünkü öncelikle karşımızda Narin kayıp iken ne kadar ihmal ve özensizlik olduysa aynen onun devamı niteliğinde özensiz bir iddianame var.
İddianamede esas fail yok, failin suç ortaklarının hepsi ve tam olarak neler yaptıkları yok, bu suçların bu kadar kolayca işlenebilmesini sağlayan zemini hazırlayanlar hiç yok. Kuşkusuz hiç kimse çocuklar öldürülsün istemez. Ama içindeki kadını, çocuğu unutarak sadece aileyi korumaya çalışmanın zarar verdiğini, bu zararın telafisi düzgün ele alınmayınca nasıl yeni kayıplar yarattığını bizzat yaşıyoruz. Narin’den sonra tıpkı onun kadar şirin, adı da Şirin olan bir küçük kız çocuğu İstanbul Feriköy’de benzer soğukkanlılıkla öldürüldü. Aileyi yücelten bakanlıkları, yetkilileri sadece başsağlığı verdikleri için eleştirirdik. Narin’de fail bizzat aile olduğu için onu bile yapamamışlardı. Şimdi Aile Bakanlığı duruşmaya avukat gönderdi, müdahil oldu ama çocukları onlar zarar görmeden korumalıydı. Şirin’de ise başsağlığı verdiklerine bile rastlamadım henüz. Biz eleştirdiğimiz için mi? Yoksa ailesinin Güran ailesi gibi, parası, silahı, siyasi gücü olmadığından mı? Bilemiyor, ikinci seçeneği her şeye rağmen yine de yakıştıramıyorum.
Davada ise Narin’i arama sürecinde yaşanan karışıklık, belirsizlik çelişkiler, tuhaflıklar devam ediyor. Soruşturma sürecinin son derece sağlıksız yürütülmesi, birinci dereceden somut delillerin yetersizliğine neden olmuş durumda. 19 gün boyunca şüphe çektiği halde Güran ailesini sorgulamayıp, bir daha geri gelemeyecek olan delillerin bilinçli biçimde tek tek yok edilmesine imkan tanındı. Kayıp kız çocuklarının hayattayken bulunmasında, hayatlarını kurtarmakta bu denli yavaş olan işleyiş, kayyım atamakta, seçme seçilme hakkını gasp etmekte ise çok hızlı davranabiliyor.
İddianamede "İştirak halinde çocuğa karşı kasten öldürme" suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla yargılanan anne Yüksel Güran, ağabey Enes Güran, amcası Salim Güran ve komşuları Nevzat Bahtiyar var ama Narin’i kimin neden öldürdüğüne dair kamuoyunun bildiğinden daha öte bir şey yok. İstenen cezayı mümkün kılacak ya da üst mahkemeden dönmesini önleyecek somut delil de yok. İddianame susuyor, şu ana kadar duruşmalarda ifade veren herkes uzun konuşsa da susuyor, somut gelişme yok. Geçtiğimiz günlerde İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, Narin Güran davası hakkında soru sormaya çalışan bir gazeteciye “sus işareti” yaparak soruları yanıtsız bırakmıştı. Eleştirilere de neden olan bu hali, “Konu adliyede, bu kadar basit. Bizde sizler gibi bekliyoruz. Hep beraber sonucun ne olduğunu göreceğiz. Adalet tecelli edecek, bundan hiç şüpheniz olmasın.” diyerek kendisini savunmuş, içimizi rahatlatmaya çalışmıştı. Ama bu kadar kamuoyuna mal olmuş bir davada, tam bir şeffaflık ve soru işareti bırakmadan tüm sorulara cevap vermek gerekmez miydi? Ayrıca sadece Narin ve çocukların hakları değil, tüm toplum için gerçeği bilme, ona ulaşma hakkı var. Buna nasıl arzu duyulduğunu, Diyarbakır adliyesinin bahçesine, güvenlik bariyerleri arasından bakarak olan biteni çözmeye çalışan halkı görseydiniz bir çırpıda anlardınız. Yolculuk sırasında konuştuğum herkesin ifadeleri de, arayışı da aynıydı.
Şimdi yaşadığımız bu zorlu durum, delil yetersizliği, Güran ailesinin görevlileri yanıltmasıyla açıklanmaya çalışılıyor, davanın hali tiyatroya benzetiliyor. Diyelim ki bu söylenen doğru; peki hep mi kandırılacak bu bizim güvenliğimizden sorumlu olan yetkililer? Güran ailesi bu kadar mı yenilmez, yutulmaz bir efsane? Adliyede beklerken ki halleri pek de öyle göstermiyordu. Öne sürülen tezler içinde bazıları hiç açıklayıcı değil. Bir büyük suç işleyip, örtmeye çalıştıkça batan fani insanlar ve içlerinden biri ezberledikleri senaryoda takılabilir, gerçeğe ulaşabiliriz. Mahkeme başkanının, bu süreç boyunca devam eden özensizliği tersine çevirerek, büyük bir dikkat ve özenle görevini yürütmesi de umut veriyor.
Soruşturmada yol alabilmek için daha önce üfürükçüye, şıhlara bile gittiklerini duyduk. Oysa bize sorsalardı, Diyarbakır barosuna sorsalardı tek tek anlatırdık çözümleri. Çünkü biliyoruz biz. Kadın şüpheli ölümlerinden biliyoruz; otopsinin daha olay yerinden başladığını, birincil delillerin ne kadar önemli olduğunu, kaybolduğunda bir daha geri getirilemediğini, ikincil delillerle yol almanın güçlüklerini biliyoruz. Diyarbakır barosu biliyor çünkü vermedikleri hak mücadelesi kalmadı. Başkanları Tahir Elçi için bile ne kadar mücadele gerekti, ne kadar deneyim birikti.
Narin Güran için araştırma komisyonu kuran tek yer de Diyarbakır Barosuydu. Onun yaptığını TBMM yapamadı, bakanlıklar yapamadı. Meclis’te araştırma komisyonu kurulması önergeleri iktidar ortakları tarafından reddedildi düşünün… Sonra genel olarak çocuk hakları için bir komisyon kuruldu ama faaliyetlerini şimdiye kadar pek duyamadık.
Evet, bu dava birçok yanıyla özgün ama ortadaki yalınkat gerçek; bir kız çocuğunun canına kıyılmış olması, bunca laf söz arasında görünmez oluyor bazen. Maalesef bir kısım basın da bu duruma ortak oluyor, ilgi çekmek için öyle manşetler atılıyor, davayla ilgili öyle isimler öyle tuhaf “şok” açıklamalar yapıyor ki, insan onlar adına utanıyor. Böyle olunca yine esas konu görünmez oluyor. Ama işte o görünmeyen gizlenen cinayetlerde kim bilir baronun da daha ne deneyimleri vardır, bizim de var.
Bu zor düğümleri ancak etkin soruşturma yürütülmemesinin, maddi gerçeğin bir türlü ortaya çıkamamasının, cezasızlığın ne demek olduğunu çok iyi bilenler çözebilir. İkincil deliller ile yol almaya çalışmanın güçlüğünü fakat küçücük bir yeni verinin, durumu nasıl da değiştirebildiğini biliyoruz.
Bu yüzden umudumuz var. Narin davasının seyri de, çocukları, kadınları korumayan bu gidişat da değişebilir, değişecek. Bugünlerde yetkililerin durmadan İstanbul Sözleşmesi’nden imza çekilmesinin şiddeti artırmadığını savunmaya çalışması da bir başka veridir. Söyledikleri doğru değil; şiddetin arttığı tüm somut kanıtlarıyla ortada. Ama bu açıklamaları yapmak zorunda kalıyorlar, sıkışıyorlar. Çözüm de ortada; gerçekten şiddetle mücadele etmek istiyorlarsa, adı üstünde şiddetle mücadele ve korunma ile ilgili uluslararası ve ulusal mevzuatı uygulayacaklar. En basit bir akıl yürütme, en temel mantık bunu gerektirir, bu da bu kadar yalınkat gerçek.
Bütün laf sözün ötesinde bir küçük kız çocuğu hunharca öldürülebildi ve katil gizlenmeye çalışıldıysa yapılacak ilk iş; buna verilecek esas cevap; İstanbul Sözleşmesi ve 6284 Koruma Kanunu tüm boyutlarıyla etkin uygulanmasıdır.
*Bu yazı 10.11.2024 tarihinde gazetepencere.com’de yayınlanmıştır.
Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.