Aile Genelgesi’nin Arkasında Neler Var?
15 Mayıs “Dünya Aile Günü” imiş, aynı gün “Aileyi Koruma Ve Güçlendirme Eylem Planı” tanıtımı yapıldı ve resmi gazetede bir uygulama genelgesi yayınlandı. Hoş planın kendisine ulaşamadık ama tanıtımı yapan bakanın konuşması ne olacağına dair yeterince fikir verdi. Böyle manidar tarihlerde adım atmayı çok seviyorlar belki günü kaçırmak istemediler, bilemiyorum. Bildiğim; yıllar önce 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunun da, 2012 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde yayınlanmış olması ve aradan geçen zamanda nereden nereye geldiğimiz… Durum, iktidarın kadın haklarını ilerletme yerine nasıl da gerilettiğinin ve son aşamada yok saymak istediğinin özeti gibi.
Boşatmama, Evlendirme, Doğum Yaptırma
Plan en çok, boşanma, evlilik, doğum konularına kafayı takmış görünüyor. Boşanmaya açılan savaş yeni değil, arkasında 2016 yılındaki “boşanmayı önleme” komisyonu ve sonrasında Medeni Kanun ile sembolize olan -boşanma, nafaka, erken yaşta zorla evlendirilmeme gibi- birçok hakkımızı tartışmaya açan çalışmalar var. Ki bunlar da sırtını, ta 2011 yılında Bakanlığın adından “kadın” ifadesinin kaldırılıp “Aile” bakanlığı haline getirilmesine yaslıyor. Yıllar böyle geçerken, önemli köşe taşı olarak İstanbul Sözleşmesi’nden imza çekildi, genel seçimlerde oy kaybını önlemek için kadın hakları “pazarlık” konusu haline getirildi ve en son yerel seçimlerde de bu siyaset yenilgi yaşadı.
İktidarın İki Açmazı
Şimdi durum şu; iktidar yenilgi sonrası iki yönlü tehdit altında; bir yandan bu ortaçağ fikirlerini savunmaz ise oylarını kaptırmaya başladığı YRP daha da büyüyecek. Öte yandan demokrasiden, özgürlükten yana değişim zafer kazandı. Yani iki yönlü tehdit altında olan iktidar, eli ayağı dolaşarak çare arıyor.
Eğitim ve aileden tutturması da tesadüf değil, aynen dünyadaki diğer ittifaklarına benziyor. Dünya çapında bütün muhafazakârlar, sağcılar böyle düşünüyor: örneğin Katolik kilisesi yıllar önce, toplumsal cinsiyet eşitliğinin “eğitim, “medya” ve “insan hakları” olmak üzere 3 ana koldan yayıldığını tespit etmiş. Bizde bu planların ard arda açıklanması, içeriklerinin çocuk hakları, kadın hakları, LGBTQ+’ların hakları gibi temel insan haklarını yok sayması ve bakanın konuşmasında “medyanın” önemli yer tutması, tam da bu üç maddeyi karşılıyor.
Aile Yapısını Tehdit!
“Aile bireylerini tehdit eden zararlı akım ve alışkanlıklar”, “küresel ölçekte yürütülen dayatmalarla aile yapısının tahrip edilmesi” sözleriyle kastedilen ise “toplumsal cinsiyet” bilimsel kavramı ve evrensel eşitlik mücadelemizdir. Kavramın kullanılmaya başlandığı 1994 Kahire Kadın Konferansı ve 1995 BM Kadın Konferansı’ndan bu yana paniğe kapılan muhafazakârlar, en son CEDAW sonrası giderek kabul görmesiyle yeni bir karşı saldırıya geçmiş durumdalar. Bakın 2000’lerin başında Vatikan ittifakı Pale O’Leary adlı bir gazeteci ne diyor: “toplumsal cinsiyet uluslararası feminist komplonun sömürgeci aracı”. Sömürüde sınır tanımayan ve tüm gezegeni mahveden sistemin savunucusu sağcıların, yüzyıllara yayılan eşitlik mücadelemizi yorumlayışına gülelim mi, ağlayalım mı bilemedim. Ama görüyoruz ki, bu bakış ve bu eğitim ve aile planları, ne yeni ne de özgün. “Yerli ve milli” iddiasındalar ama dünyadaki diğer sağcıların, bağnazların kadın haklarına karşı yürüttüğü bir tür yeni haçlı seferleri gibiler. Nitekim bakanın örnek gösterdiği ülkenin Macaristan olması da tesadüf değil.
Peki, “Aile” kötü bir şey mi? Korunmasın mı? Biz neden böyle “ zararlı akım ve alışkanlıklar” içindeyiz?
Bu soruları, Bertolt Brecht’in “Kafkas Tebeşir Dairesi” eseriyle ve bu aile eylem planında neler tasarlandığına bakarak yanıtlamaya çalışacağım.
Brecht’in oyununda, bir çocuğun gerçek annesinin kim olduğunu belirlemek için kurulan mahkemede, tebeşirle bir daire çizilir ve taraf olan ”biyolojik anne” ile çocuğu yetiştiren “emek veren anne” den, çocuğu kollarından tutarak kendi taraflarına çekmesi istenir. Emek veren anne(Gruşe), çocuğun kolları iki yana açılınca acı duymasına dayanamaz, bırakır. Hâkim de, gerçek anne çocuğu koruyan; iyi ebeveyn olandır diyerek onu seçer, gerçek adaleti yerine getirir.
Yani söz edilen hangi aile? İçinde kadınların öldürüldüğü, emeklerine el konulduğu, çocukların ihmal ve istismar edildiği mi? Bu hafta bir özel harekât memurunun susturucu takılmış silahla tümüyle ortadan kaldırıldığı aile mi?
Kadınların, çocukların, yaşlıların zora dayalı biçimde kontrol altına tutulduğu baskı aracı olarak aile mi? Yoksa her biri ayrı hakları olan bu bireylerin gönüllü birlikteliğine ve kan bağına değil emeğe, iyi ebeveynliğe dayalı aile mi?
Bu noktada, eseri hatırlattığı ve günümüzün değişen aile ve annelik biçimlerini ele aldığı kitabı için de Bülent Somay’a teşekkür etmek isterim. Ve “ Ailenin Ötesi; başka Bir Üreme, Cinsellik ve Kardeşlik Rejimi İçin Öneriler” kitabını -bilhassa bu planı hazırlayanlar başta olmak üzere- herkese tavsiye etmek…
Kitabın ve aile konusunun bu yazının sınırlarını aşan birçok boyutunu başka yazılarda ele almak üzere, konumuza dönersek, aile planında amaç; öncelikle boşanmaları azaltmak, evlilik ve doğum oranlarını yükseltmekmiş. Boşanmanın en yüksek, doğum oranının en düşük olduğu illerde özel çalışma yapacaklarmış. Peki, bir kamu kurumunun, yılın her günü en az bir kadın boşanırken canından oluyorken, asıl kadın cinayetlerinin yüksek olduğu illerde özel çalışma yapması gerekmiyor mu?
Evlilik ve doğum oranları yükselsinmiş. Epeydir, Bakanlığın sayfasına girdiğiniz anda gençlere evlilik yardımı reklamından gözünüz yanıyor. Peki, o yardım dedikleri, açlık sınırının altında yaşanan, genç işsizliğin alıp başını gittiği ekonomide neye yarar? Bu şartlarda genç bir insan niye evlenmek istesin ki? Diyelim ki evlendi, çocuk bezinin markette kilitlenecek kadar ateş pahası, o çocuğun eğitim ve geleceğinin belirsiz olduğu şartlarda, niye çocuk sahibi olmak istesin? Ama asıl önemlisi; size ne? Evlilik de, çocuk sahibi olup olmamak da, boşanmak da, yetişkin insanların kendi özgür iradeleriyle yapacakları kendi seçimleridir, size ne? Ayrıca nasıl olacak bu iş? Zaten ulaşılamaz kıldıkları doğum kontrol yöntemlerini hepten kaldırarak, kadınları zorla hamile bırakmaya çalışma gibi distopyalarda geçen insanlık dışı yöntemlerle mi? Nasıl?
Doğum oranı az olan illeri izlemek yerine, bir kere bile açlık oranının yüksek olduğu illeri izlemediler. Ama durumu kurtarma için plana “ailenin refahını artırma” amacı da eklemişler. Nasıl mı? Kadınları esnek ve uzaktan çalıştırarak, yani en güvencesiz biçimde ve neredeyse evden çıkmadan kölelik yapmaya mahkum ederek. Öte yandan planın önemli gerekçesi, nüfusun giderek yaşlanması ve ileri yaşlıların bakımı. İşte kadınları evde tutarak tüm bu bakım işlerini de çözeceklerini düşünüyorlar.
Ne güzel dünya, bu planı yapanlar kendileri lüks konutlarda ve muhtemelen her türlü ev içi işi ücretli çalışanla çözer ve o emekçilere doğru düzgün bir maaş bile vermezken, topluma dayattıklarına bakın.
Refahı artırmak nedir biliyor musunuz? Tam refah sağlamaktır. Bunun yolu olan güvenceli ve tam istihdamı sağlamaktır, çalışma saatlerinin ve koşullarının düzelmesini sağlamaktır. İşte bunların hiçbirini yapamazlar çünkü dünya çapında savundukları kapitalizmin, gezegeni ve insanlığı mahvettiği açıkça ortada. Ülkede ise bir başka “aile”; mafya aileleri almış yürümüş…
Bu yüzden çareyi böyle kutsallık çağırmakla arıyorlar. Ama hiçbir örtünün örtemeyeceği gerçekler var.
Aile mefhumunda “yeni üreme teknolojileri”, “DNA” teknolojisi gibi günümüz bilimsel gerçeklere ise hiç giremedik, devam da edeceğiz…
*Gülsüm Kav’ın bu yazısı ilk olarak 19 Mayıs Pazar günü Gazete Pencere’de yayınlanmıştır.
Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.