İstanbul Üniversitesi'nde Rant Emelleri
İstanbul Üniversitesi kapılarının “duvarsız üniversite” olarak açılması kararı; doğal olarak teorik ve pratik birçok tartışma getirdi önümüze. Üç günlük forum sürecinin ardından tekrar gözlemlendi ki, devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz.
İstanbul Üniversitesi’nin başta kültürel olmak üzere her türlü birikiminin yaratılmasında üniversite öğrencisi olsa da olmasa da toplumumuzdaki herkesin hem pay sahibi olduğunu hem de o birikimden yararlanmaya hakkı olduğunu biliyoruz ve savunuyoruz. Ancak bütün bir AKP iktidarının projeleri sunma biçimini ve sonuçlarını göz önüne aldığımızda, birçok diğer üniversitede de olduğu gibi, bunun kapıları halka değil sermayeye, ticarileşmeye açma; pek çok diğer örnekte olduğu gibi ortak varlıklarımızı, parklarımızı, bahçelerimizi AVM’ye dönüştürme süreci olduğunu biliyoruz. Bizleri “halk düşmanlığıyla” suçlayan, bu anlamda da hamasi söylemlere sığınan kayyım rektör aslında halka düşman, ranta yandaştır.
Kararın ardından “güvenlik” kaygısı çeşitli yönlerden gündeme geldi. Bunun üzerine kayyım rektör tekrar bir açıklama yapıp, açıklama içerisinde “güvenlik önlemlerini” artıracaklarını dile getirdi. Rahatlıkla sivil polislerin, siyasi iktidarın görüşüne yakın düşünenlerin girdiği İstanbul Üniversitesi’ne halk girince büyük bir güvenlik tehlikesi oluşacağını dile getirmek konuyu bütünsel ele almaktan uzaklaşmaktır. Çeşitli durumlarda halk düşmanlığı yapmak için kadınlar üzerinden güvenlik tartışması yürütüldüğünü düşünüyoruz. Kadınların yaşadığı taciz ve şiddetin temel sebebi toplumsal cinsiyet eşitsizliğidir. Hayatın her alanında kadınlar eşitsizliğe uğrarken önleyici mekanizmaların var edilmemesi, yasaların bilerek siyasi iktidar eliyle uygulanmaması sonucu bu konu çözüme hala ulaşmamıştır. Halkın kendisine değil var olan erkek egemen sisteme ve kadın düşmanı politikalar uygulayan hükümete karşı bir şeyler demek gerekir. Toplumun her alanında var olan bir sorunu halk işaret edilerek “güvenlik” kavramı üzerinden açıklamaya çalışmak sorunun özünü görmezden gelmektir. Bunun yanı sıra Türkiye’de başta kadınların ve LGBTİQ+’ların büyük bir sorunu özgürlüklerinin kısıtlanması ve kendi istedikleri gibi var olamamalarıdır. Halihazırda kampüslerde genç kadınların özgürlükleri siyasi iktidarın politikalarına bağlı olarak kayyım yönetimi eliyle kısıtlanmaktadır. Bu yüzden bu konu “güvenlik” kavramı üzerinden değil, siyasi iktidarın özgürlük düşmanı politikaları dikkate alınarak tartışılmalıdır.
Konunun esası kamu varlıklarının ticarileştirilmesi; bir kamu üniversitesi olan İstanbul Üniversitesi’ne ait tüm binaların ve arazilerin yavaş yavaş şirketlere satılması, özelleştirilmesidir. Siyasi iktidarın uzun bir zamandır kamuya ait tüm kuruluşları, arazileri şirketlere sattığını görüyoruz. En temel konularda bile tüm sorumluluğu şirketlerin eline teslim eder pozisyondalar. Üniversiteler de bundan bağımsız değil. İstanbul’un merkezindeki Beyazıt Kampüsü’nde bu kararla birlikte zamanla özel kafeler, özel otoparklar açılacak. Zaman içerisinde de tüm fakülteleri taşıyarak Beyazıt’ı tamamen şirketlerin eline bırakacaklar. Kısacası Beyazıt kampüsü’nü bir AVM’ye dönüştürerek, bir ortak varlığımızı daha özel sermayeye aktaracaklar. Bunların örneklerini birçok yerde gördük. Ücretsiz sağlık hizmeti veren devlet hastanelerinin, halkın sahiplendiği ve sadakatle sevdiği stadyumların, parkların nasıl teker teker elimizden alındığını gördük. Üniversitelerde ise bir süredir zaten bunu yapıyorlardı. Yıldız Teknik Üniversitesi’ne millet bahçesi yapmak istemeleri, İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Ayazağa kampüsünün içindeki neredeyse her yeri özel teşebbüslere kiralamaları, Marmara Üniversitesi’nde Göztepe’deki fakülteleri Maltepe’ye taşımaları vb. Bu yüzden kayyım yönetiminin temel amacı AKP’nin rant ve talan politikaları doğrultusunda Beyazıt Kampüsü’nü özelleştirmektir.
Ancak mekansal ve zamansal anlamda, uzun erimli düşünebildiğimiz durumda söz, yetki ve karar mekanizmalarından üniversite bileşenlerinin nasıl uzaklaştırıldığını görebiliriz. Liberal iktisadi politikaların, özellikle AKP döneminde perçinlenmiş halini göz önünde bulundurduğumuzda, bütün bir toplumun elindeki etki ve karar mekanizmalarının nasıl pasifleştirildiğinin izini sürebiliyoruz. Bu bağlamda ilerlediğimizde, rektörlerin “kafasına göre at koştururcasına” kararlar aldıklarını düşünmüyoruz. Kayyım rektörün kendisi de kapitalizmin ve tek adam rejiminin bir parçasıdır. Emek verenlerin yönetimden uzaklaştırılması dünyamızın genel bir problemidir ve bu konu özellikle de Türkiye’deki demokratik durumdan bağımsız düşünülmemelidir. Bu politikaların sonucu olarak üniversitelerin tüm bileşenleri de yönetim mekanizmalarında yer almıyor.
Üç günlük forum sürecinde kayyım rektör, gençliği halk düşmanlığıyla suçlasa da söylemimiz ilk günden itibaren sermayeye karşı oldu. Bizlerin motivasyonu en başından beri kampüslerimizin birer AVM’ye dönüşmesini engellemek için önleyici bir güç konumuna gelmekti. Sadece İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin değil tüm üniversitelerden arkadaşlarımızla birlikte eylemlerimizi sürdürdük. Bu süreç sadece İstanbul Üniversitesi’ni değil AKP iktidarının tüm kamu kurumlarını ranta açmasına karşı bir tepkidir. Gençlik bu sorunları ve beraberinde getireceği tehlikeleri görüyor ve kendini buna karşı başlatılan büyük bir mücadelenin kavşağı konumuna getiriyor. Ülkede anayasa mahkemesinin kararlarının hiçe sayıldığı bu dönemde üniversitemizin önünde yaptığımız forumların bu demokrasi özlemi zamanında birer umut ışığını temsil ettiği muhakkaktır. 3 gün süren eylemlerimizin motivasyonunun yüksek olmasının sebebi gençlerin kendi hayatları için konuşabilecekleri bir forum mekanizmasının oluşturulmuş olmasıdır. Kadınlar her gün kendi hayatları hakkında karar vermek istediği için öldürülürken, seçilmiş milletvekillerinin tutukluluk halleri devam ederken, kampüslerimizde özgürlük alanlarımız kısıtlanmaya çalışılırken gençlik umudun bitmediğini ve kazanmaya ne kadar da kararlı olduğunu gösterdi.
Bütün söz, yetki, karar süreçlerinde tüm bileşenlerin yer aldığı, bizim yönettiğimiz bir üniversiteyi ve toplumsal sistemi yaratmak, ortak varlıklarımızın özel sermayeye aktarılışına karşı durmak için mücadeleyi bütünsel yaklaşarak örmeliyiz.
Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.