Gençlik Örgütlenmeli, Kendi Siyasetini Öne Sürmeli
68 Paris'inin unutulmaz sloganı bugün tekrar yanıbaşımızda var oluyor: "Gerçekçi ol, imkansızı iste". Bu söz, kapitalist sistemin, tüketim toplumunun bize dayattığı normlara karşı bir başkaldırının çok acemice ve süslü bir formülü. Bütün eksikliğine rağmen bir yol haritası olarak bugün yeniden hayat buluyor.
Bir insanın en doğal gereksinimi kendisini bir birey olarak topluma kabul ettirebilmek, yani kendisi halinde var olarak yaşadığı toplumdan bir tepki alabilmektir. Bu tepkinin ne olacağından bağımsız önemli olan, kişinin "birey" olarak kendisini ifade edebilmesidir. İnsani varoluş toplumsaldır. Ancak, günümüzde "sıradan" bir genç bilinçsizce veya isteyerek, toplumda kendini ifade etme sürecine girme hayalinde olduğu her an kapitalizm; modernleşme, bireyleşme, rekabetin getirdiği kazanç anlatılarının aksine, bahsi geçen gencin karşısına olanca kuvvetiyle bir engel olarak çıkıyor. Bu da “gelecek kaygısı” olarak formüle ettiğimiz olgunun başlıca sebebi.
Gelecek kaygısı olarak adlandırdığımız sorun aslında çok daha köklü bir bağlamın uzantısı. Ayrıca nihilizmin gölgesinde açığa çıkan devrimci bir tavrın da ilk sinyali. Bu tarihsel bağlamı anlamak ve anlatmak için kapitalizmin kendi yarınlarına, gençliğe ne vadettiğininin ve bu vaatlerin var olanı aşma eylemine nasıl dönüşebileceğinin çözümlemesini yapmak gerekli.
Andığımız “sıradan” genç ortaokulun son veya lisenin başlangıç dönemlerinden itibaren, kendisini var edebilmenin yegane koşulunun ölmemek olduğunun farkındadır. Ölmemek içinse ihtiyacı olan şey bu sistemde apaçık ki para kazanabilmek. Kim olmak istediğine dair yöneltilen bütün çevre baskılarından yalıtsak bile onu, eğer yaşama bir yerinden tutunmak istiyorsa bu toplumun kurallarına göre davranmak durumundadır. Kapitalizm içerisinde bütün yolun sonu para kazanabilmeye çıkar, o da para kazanmak ve hayatını kurmak ister. Sınıfsal bir şansa sahip olmayan her insan gibi bu genç de "parası iyi" bir meslek edinebilme umudundadır ve bunun için uğraşır. Umduğu ve uğraştığı şey aslında iyi bir meslek edinmek değil bir birey olarak yaşayabilmek ve kendisini ifade edebilmektir. Bir şeylerin tıkırında gitmediği düşüncesi de bu umudun “çok çalışmak, girişimci olmak” tarzı retoriklerle gerçekleşmeyeceğinin anlaşıldığı zamanlarda ortaya çıkar.
Bu sisteme güveni tam olarak sarsılmamış herhangi bir genç ise, üniversite sınavından iyi bir sonuçla çıkmak ve bunun sayesinde özgürlüğe ilk adımlarını atmak ister. Bunun için delicesine ders çalışması gerekir. Bu ders çalışma sürecinin nihayetinde iktisadi özgürlüğe kavuşacağını umar. Bu özgürlüğe kavuştuktan sonra da eğer onun bu toplumun içerisinde bir birey olmasını engelliyorlarsa; ailesinden, çevresinden kopma şansına sahip olacaktır. Birilerine bağımlı olmadan, bir birey olarak yaşayabilme "lüksüne" de ulaşacaktır. Bizden önceki kuşaklar bu anlayışa tam bir bağlılıkla yetiştiler ve bize de bu birikimi aktarmaya uğraştılar. Bu işleyişe inanmalarının başlıca sebeplerinden biri kapitalizmin vaatlerinin o günlerde bir nebze de olsa geçerliliğini korumasıydı. Belli sayıda insan, sistemin kurallarına uyarak vadedilen özgürlüğe ulaşabiliyorlardı ve bütün gençlere örnek oluyorlardı. “Kazananlar” arasında olmayan çoğunluğun orada olmamalarının sebebi ise “az çalışma, girişimci olmama” gibi bahaneler altında gizleniyordu.
Dolayısıyla o zamanlarda, bugünün aksine, kişinin topluma kendini kabul ettirebilme umudu da o ders çalışma günlerinin içinde yoğun bir şekilde bulunuyordu. Yani ders çalışma dönemlerinde kişinin "böyle gelmiş, böyle gider" anlayışından kolayca sıyrılabilmesi için bir neden yoktu. Sonuçta o dönemin genci, sonsuz bir çalışmanın ertesinde belirsiz bir gelecekte özgürlüğe ulaşacaktı. Kapitalist sistemin vaatleri bu yöndeydi. Zorlu ders çalışma günlerinin ardında gençleri cicili bicili meslekler bekliyordu. Ekonomik krizin günümüzdeki kadar derinleşmediği dönemlerden bahsediyorum. Yakın zamanda daha da açığa çıktı ki; kapitalizmin gençliğe verdiği vaatler tarihin tozlu raflarına kalkmak üzere çoktan yol almıştı. Bugün geldiğimiz nokta ise tam olarak şudur: "Ne pahasına?"
Bu noktada, her ne kadar gencimizi kadercilik anlayışından kurtarabilse de, salt bu soru onu devrimci bir tavra büründürmek için yeterli olmayabilir. Bu sistemden “illallah” etmek ile onu değiştirmek için yola koyulmak birbirinden farklı şeylerdir. Aynı zamanda salt bu -ekonomik- sorun da gencimizin önündeki somutlaşmış engel değildir. Ama onun kendisini bir var olma mücadelesinin bağrında bulacağı kaçınılmazdır.
Amaçlarımız, yaşamlarımız boyunca yapacaklarımızın içeriğini oluştururlar. İnsanların her biri kapitalizmin tektipleştirici tutumunun aksine, öz olarak birbirinden eşsizdir. Dolayısıyla yapacaklarımızın içeriği de eşsizdir. Kendi eşsiz amacına ulaşmak için uygun bir patika göremeyen her insan, özellikle kendisini bir yere ait hissetme ihtiyacının arşa çıktığı, gençlik dönemindeki insan; en genel haliyle iki yola sapar. Ya kendisini "kendisi" olmayarak ifade edecektir -ki bu dayatılan normlara uyum sağlamak koşuluyla var olabilir- ya da bu toplumun içinde kendisini ifade etmeyecektir, yani dışlanacaktır.
Dışlanmış birey, bu hikayedeki gencimiz, içinde bulunduğu toplumun trajikliğini iliklerine kadar hissederken, bunun bir çeşit "sonsuz umutsuzluk" olmadığının farkında olmalıdır. Bir durumun trajik olması onun umutsuz olduğu anlamına gelmez. Ve hatta umutsuz görünen bir sistemin süregelmesi, onun yıkılmasıyla birlikte yeni umutların doğabilmesinin de önkoşuludur. Bilinmelidir ki; değişim mümkündür.
Ancak sürecin tam olarak bu anında, yani şu günlerde, kişinin karamsarlığa kapılması çok olağandır. Ayrıca hiçbir şekilde devrimciliğe ışık tutan bir kültürel yankının var olmadığı bir dönemde doğmuş, büyümüş ve düşünmüş "bahtı kara" gencimizin bu durumdan bir naylon poşeti yırtar gibi kolayca kurtulması da mümkün değildir. Bizler, en nihayetinde değişimin kuzey yıldızını görmek için çok keskin gözlere sahip olması gereken bir nesiliz. Kafamızı kaldırıp geleceği tasavvur etmeye çalışmak bir yana, anı yaşamak istediğimiz her an önümüzde duran tek şey krizin faturalarını nasıl ödeyeceğimiz.
Bir Ortadoğu toplumu insanı olmamız ama bize özendirilenlerin de modern bir Avrupa insanının hayat koşullarında olanaklı olması da bizi bu çelişkiye düşüren etmenlerden biri. Onlar gibi olamadığımız her an, olmaya çalıştığımızda engellendiğimiz her an adeta bir mızrak darbesi alıyoruz. Ayrıca bu bahsettiğimiz her an, "değişimin mümkün olmadığı" retoriğini de en şiddetli bir biçimde hissediyoruz. Hiçbir konuda söz sahibi olamadığımız, hiçbir yaratıcı eylem sergileyemediğimiz, üretken olabilmek için hiçbir koşula sahip olamadığımız bir durum elbette ki bizi umutsuzluğun bataklığında boğuyor.
Dolayısıyla bir Avrupa toplumunda varoluş sancısı çeken, kendisini ifade etme uğraşında olan bir genç ile biz Türkiyeli gençler arasında keskin bir farklılık var. Her ne kadar bu bireyleşememe, özgünleşememe sorunu kapitalist toplumun doğuştan problemi olsa da, biz halihazırda düzgün işleyen bir kapitalist sisteme bile sahip değiliz. Bu da bahsettiğimiz "sıradan" gençlik arasında yaygın bir kaçıp gitme arzusunu doğuruyor. Değişimin mümkün olmadığı ve daha iyisinin hemen biraz batımızda var olduğu inancı bu isteğin doğması için yeter de artar bir sebep.
Ancak her şeyin nihayetinde, bütün bir toplumun olduğu gibi özelde gençliğin de çok kritik bir aşamadan geçtiğini bilmemiz gerekli. Sermaye düzenini yıkma yolunda verdiğimiz mücadelede gençliğin öne süreceği siyaset, ortaya koyacağı program olmazsa olmaz. Bunun ilk aşaması AKP iktidarını göndermektir. Değişimi beklemekten çok daha fazlasını yapabilecek olanlar bizleriz. Bu pratiği topluma kazandırabilecek olanlar bizleriz.
Gençlik bu sürece öz örgütleriyle damgasını vurmalı. Üniversiteler başta olmak üzere imkan olan her alanda örgütlü bir hareket yürütmeli, mevcut siyasal iktidarın gönderilmesinde baş aktörlerden biri olmalı. AKP hükümetinin gideceği gün, bizim için, değişim çanlarının çalmaya başladığının apaçık görüldüğü gün olacak. O gün var olan örgütlü bir gençlik, amaçlarına ulaşmak için büyük imkanların açıldığını da görecektir.
Sosyalizme doğru giden yolda; barınma, ulaşım, beslenme, sağlık, eğitim gibi temel haklarımızın güvenceye alınması konusunda bütün topluma öncülük edecek bir rol oynayabiliriz. Bir insanın en tecrübesiz yani tecrübe edinmeye en açık olduğu dönemidir gençlik. Dinamitin fitilidir. Bu topluma bir değişimin mümkün olduğunu gösterebilecek yegane unsur bizleriz.
Çözülmesi öncelikli olan bir diğer sorun da hayat karartıcı, rekabetçi sınav sistemidir. Kişinin yeteneklerine en uygun alanda meslek edinebilmesi uğraşında bütün müfredat yenilenmelidir. Sadece para kazanma hırsıyla seçtiğimiz meslekler bir keman yayıyla taş kesmeye uğraşmaktan farksızdır. Bütün özgünlüğümüzü yitirip bu hayata bizi yabancılaştıran en önemli unsurlardan biridir.
Üniversitelerin özerkliği ve üniversite bileşenlerinin yönetimde söz sahibi olması gerekliliği de bizi hem gençlik dönemimizde kelimenin tam anlamıyla var edecek hem de gelecekteki toplumsal görevlerimize hazırlayacak şartlardır. Gençliğin kendi siyasetini öne sürebilmesi için bu durum temel bir önem taşıyor. Ayrıca kitle hareketlerinin sürekliliğini hem pratik hem teorik anlamda kazanabilmesi için yine bizlerin ortaya irade koymamız ihtiyacı kuşkusuzdur.
İşçi sınıfının önderliğinde sosyalizme doğru yürüyeceğimiz, yürümemiz gerekliliği muhakkak. Ama bu amaca ulaşma yolunda gençlik de kendi istemlerini öne sürebilmeli, gerekirse işçi sınıfının örgütlü mücadelesine bir ışık olabilmelidir. Bugün, yıllardır edindiğimiz bu karamsarlığı bir günde kaybetmeyeceğimiz ve hatta onun yerine salt aydınlık, umutlu fikirleri koymayacağımız apaçık. Bizler bizde var olan bu karamsarlığın üzerine öreceğimiz devrimciliğimizle; bu sarp, dolambaçlı ve engebeli yolda adım adım ilerleyeceğiz. Gerçekçi olacağız, imkansızı isteyeceğiz.
Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.