1917 Bolşevik Devrimi’nden Yeni Devrimlere…
Kişisel başarı öyküsü
Sovyetler Birliği’nin çökmesinden sonra en hızlı değişim kitapçı raflarında oldu. Sosyalist teori ve tarih kitapları daha görünmez ve sadece meraklısının bulabileceği alanlara çekilirken kişisel başarı öykülerini anlatan kitaplar bütün ihtişamı ile okuyucuyu karşılar oldu. İşinizde yükselmek mi istiyorsunuz? Ürettiğiniz malların satılmasını garantiye almak mı istiyorsunuz? Zengin bir eş bulup yaşamınızın geri kalanını maddi sorunlar yaşamadan geçirmek mi istiyorsunuz? İşe alacağınız elemanın size beklediğiniz verimi garantiye mi almak istiyorsunuz? Karşınızdakini iki-üç dakika içinde etkileyip, kişiliğini ele geçirip dilediğiniz gibi kullanmak mı istiyorsunuz? Bunların hepsinin bilgisini edinmek çok kolay. İhtiyacınız olan kitabı alır, okur, uygularsınız ve hayalleriniz bir anda gerçek olur… Bunca kitaba, yazılana, çizilene ve küçük servetler ödeyerek dinlediğiniz “guruların” bilgilerinden yararlanamıyorsanız suçlu sizsiniz. Düzenin sağladığı imkanlardan yararlanamamanın adı “Aptallıktır’’ artık.” Mor inek” olamıyorsanız sizi sağacak birini boşuna aramayın…
Daha düne kadar müdavimi olduğunuz derneğe, lokale, kahvehaneye ve siyasi partiye uğrayıp dostlarınızı, yoldaşlarınızı, dava arkadaşlarınızı da eskisi gibi görüp sohbet edip, tartışıp, birlikte örgütlenme faaliyetlerinde de bulunamazsınız. Düzeni değiştirme toplantıları yaptığınız, kafa göz yarıp tartıştığınız yoldaşlarınızın sayısı da epey azalmıştır. ”Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber, ya hiçbirimiz’’ diyerek alanlarda kol kola yürüdüğünüz arkadaşlarınızın çoğu düşüncelerinin, ideallerinin ham hayal sayıklamalar olduğunu çoktan keşfetmiş ve mor birer inek olmaya karar vermişlerdir. Sahip oldukları engin bilgileriyle, teorileriyle, devrimci pratikleriyle sizi sosyalizmle tanıştırmış ve yol göstermiş, kimin ‘Küçük burjuva’ kimin ‘Oportünist’ kimin ‘Sol sapma ‘olduğunu öğretmiş ‘Yönetici yoldaşların’ şimdilerde burjuvazinin akıl hocaları olmaları, burjuva partilerinin siyaset okullarında ders vermeleri, yetenekli birer reklamcı olmaları, burjuvazinin yayınlarında ‘ekonomi-politik’ yazmaları da şaşırtmasın sizi. Onların da birer “Mor inek” olmaya hakları vardır.
Eksik kavranan doğruları düzeltmek, çoğunlukla kişilik değiştirmeden, derinlerimizde gizlediğimiz hırslara boyun eğmeden, umutsuzluğun yarattığı psikolojik karanlıkta, bilincin yolunu kaybetmeden düzeltmek mümkündür. Araştırarak, okuyarak, dinleyerek, kendi deneyimlerimizle ortaya çıkararak bu yanlışları düzeltmek her zaman olasıdır. Üstelik bir yanlışı düzeltmek insanın bilincine, öz-niteliklerine ve de ikisinin dinamik bileşimi olan kişiliğine olan güvenini artıracağı için de faydalıdır.
Sorun doğruluğu iddia edilen yanlışların benimsenmesinde veya kavranmasında çıkar insanın karşısına. Gerçekliğin, zamana, mekana ve güç ilişkilerine dayanan üç boyutlu düzlemiyle kavrayışın öznelliği arasındaki çoğu zaman çarpılmış veya çarpıtılmış bir algıyla ele alınışı arasındaki ilişki, doğruyu yanlış bellememizin de nedeni olsa gerek. Gerçeklikle doğruluk arasında ilişkiyi sağlayan ideolojik bilincin oluşmasında önemi yadsınamayacak olan dışsal etkenler (tarihsel-toplumsal bilgi kaynakları) ile içsel etkenler (algı ve bilgi düzeyi, tutkular, ahlaki değerler gibi öz-nitelikler) arasındaki doğrusal (lineer) olmayan etkileşim çoğu trajik veya dramatik düşünsel, kişisel değişimin temelinde yer alan etmenler olmalı.
Eksik kavranan doğrular dünyasından doğruluğu iddia edilen yanlışlar dünyasına geçiş Cehennem’den Cennet’e geçmeye benzer. Cehennem sömürülenlerin dünyasıdır. Sömürüyü yeryüzünden silmek için mücadele edenlerin dünyasıdır. Cennet ise sömürenlerin, zevk, sefa ve kişisel doyum vaat eden dünyasıdır. Araf’a uğramadan Cehennem’den Cennet’e geçmek mümkün değildir. Araf dağını tırmanmadan, orada arınmadan Cennet’e geçemezsiniz. Dante’nin İlahi Komedya’da şiirselleştirdiği gibi Araf bir değişim merkezidir. Araf’ın amacı ruhun eğitilmesi, işlediğiniz günahlardan pişman olmanın sağlanmasıdır. Doğruyu yanlış kavramadan, yanlışı doğrunun yerine koymak bunu benliğinize ve bilincinize kabul ettirmek kendinize karşı “kötü niyetli” olmakla mümkündür. Araf’ta pişmanlığın nuruyla arınmadan Cehennem’den Cennet’e geçmek mümkün olmadığına göre ya kendinize karşı kötü niyetli olmayı ya da Cehennem’dekilere karşı kötü niyetli olmayı göze almalısınız. İdeolojik bilinç ile onun pratik tutumu olan bilişsel vicdan, kişisel erdemin tutumu olan etiksel vicdan ile el ele yürümek zorundadır. Zalimin aklı olmak ile eli olmak arasındaki fark derece farkı değil nitelik farkıdır.
Sovyet halklarının başarı öyküsü
Sovyet Devrimi’nin tarihi, Sovyet halklarının yanlışı doğru bilmeden ve doğruyu yanlış kavramadan, gerçekliği ham haliyle kavrayıp, Araf’ta arınma gereksinimi duymadan, Cehennem’i yok etmek amacı ile Cennet’tekilere baş kaldırmasının ve bunu başarmasının tarihidir.
1905 yenilgisinden 1917’ye
Sovyet Devrimi 1905 yenilgisinden aldığı ders ve deneyimleri iyi özümsemişti her şeyden önce. Birinci Rus devrimi olarak tarihe geçen bu siyasal ayaklanma halk ve devrimciler için kanlı biten bir yenilgiydi. İsyancılar Çar’ın kuvvetleri tarafından vahşice bastırılmıştı. Ancak yine de otokraside küçücük de olsa bir delik açmıştı. 1906 yılında bir meclisin (Duma) kurulmasına karar verilmişti. Resmi anlamda bir yasa koyucu organ olmasına rağmen gerçekte gücü sınırlıydı, sınırlı olmasına rağmen, varlık nedeninin dışında gördüğü işlev daha önemliydi. Duma seçimleri partiler aracılığıyla örgütlenen halkın daha sonra bu örgütleri ve örgütlülük deneyimini Şubat ve Ekim devrimlerinde kullanmasında önemli bir işlev görecekti. Lenin daha sonra “ilk devrim”in 1917’de zafere ulaşacak olan savaşçıları eğittiğini yazacaktı. Yine 1905 Devrimi’nden çıkarılması gereken önemli derslerden biri de devrim anında devletin silahlı güçlerinin en azından yeterli miktarda bir bölümünün devrimci saflarda yer almasıdır. Gerek 1905 devriminin kanlı bastırılmasında, gerekse Ekim Devrimi’nin “kansız‘’ başarılmasında ordunun takındığı pozisyon çok önemli olmuştur.
1905 Devrimi, halkın taleplerini bastırmıştı sadece. Halkı otokrasinin gerekliliğine ve düzenin devam etmesi gerektiğine ikna edememişti. Yenilgi, hegemonyaya rıza gösterilmesine dönüşmemiş ve sadece boyun eğme ile sınırlı kalmıştı. Otokrasinin egemenliğine razı olmama, devrimci dinamiklerin devam ettiği anlamına geliyordu. Örgütler dağıtılmış, isyancıların önderleri hapishanelere, sürgünlere gönderilmişti. Ancak bu, çarlığın zaferi anlamına gelmiyordu. Zora dayanan bir denge sağlanmıştı. Çarlık rejimi bıçak sırtında yürüyordu aslında.
1914 yılında başlayan Dünya Savaşı, bu bıçağın otokrasinin ayaklarına iyice batmasına sebep oldu. Savaşa ayrılan insani ve maddi güçlerin Rus halkı üzerinde sebep olduğu yıkıcı etki, kitlelerin huzursuzluğunu tetikledi. Yaşam koşullarının sefilleşmesi ve ekonomik çöküntü bunalımı ağırlaştırırken, çarlık düzenini de tehdit etmeye başlamıştı. Köyler ve şehirler isyanın ayak seslerinin duyulduğu yerler olmaya başlamıştı artık. Çarlık rejimi bu isyanı bastıracak güçte değildi.
Savaş’tan sonraki üç yıl bunalımın giderek derinleşmesine, ekonomik bunalımın tüm Rusya ölçeğinde bir krize dönüşmesinin yılları oldu. Başta kuzeybatı bölgeleri olmak üzere çarlığın egemenliği altındaki bütün bölgeler 1905 Devrimi’nden sonra hayata geçmiş olan işçi ve köylü sovyetlerinde örgütlenmeye başladılar.
“Devrimci bunalım doruğa yaklaşıyordu ve önemli sanayi bölgelerinde benzeri görülmemiş boyutlarda bir grev hareketi alevlendi. Kesin olmayan rakamlarla en az 667.500 kişi 1917 Ocak ve Şubat grevlerine katılmıştı. Köylüler mücadelelerini yoğunlaştırdılar. Toprak sahiplerinin malikanelerini yaktılar. Orta Asya ve Kazakistan’da 1916 yılının ortalarında başlayan ayaklanma, ezilen ulusal azınlıklardan on binlerce insanı kapsıyordu. Devrimci hareket orduya da yayıldı ve Ocak 1917’ye gelindiğinde güneybatı cephesinde görevlendirilmiş olan 223. piyade alayı ayaklandı“(1)
“Çarlık hükümeti yaklaşan devrimi engelleme ve ‘içteki düşman’la mücadele etme derdinden kurtulma çabası içinde Almanya’yla ayrı bir barış anlaşması yapmaya karar verdi. Ama savaşın sona ermesi burjuvazinin çıkarlarına uygun değildi… Çar II. Nikolay’ı oğlu Aleksey lehine tahttan feragat ettirerek (2) göstermelik bir değişiklikle yollarına devam etmeye ve halkın tepkilerini yumuşatmayı umuyorlardı.”
“Ama otokrasinin ve burjuvazinin planları bozuldu ve 18 Şubat 1917’de Petrograd’daki Putilov Fabrikalarında başlayan grev Proleteryanın yığınsal devrimci gösterileri için bir başlama işareti oldu. 24 Şubat’a gelindiğinde 200.000 kadar işçi ya da başkentteki çalışanların yaklaşık yarısı Bolşeviklerin önderliğinde grev yapıyordu’’(3)
1917 Şubat Devrimi’nden Ekim Sosyalist Devrimi’ne
Sömürünün toplumsal sahneye çıkmasıyla kadınların egemenlik altına alınmaları aynı tarih diliminde gerçekleşmişti. Otokrasi için tarihsel sonun başlangıcını da kadınlar gerçekleştirir. ”23 Şubat (8 Mart) 1917’de binlerce kadın işçi ve ev kadını, ekmek kıtlığını protesto etmek için Rusya’nın başkenti Petrograd sokaklarını işgal etti.” (4)
Devrim anları var olan kurumların tüm yasallıklarıyla ve ilişkileriyle birlikte sarsıldığı anlardır. Siyaset sahnesine tüm ihtişamı ile güç ilişkileri girer. Eski iktidarın gücünü yitirmesi, yeni güçlerin yeni bir iktidar kurması için amansız bir mücadeleye yol açtı. Burjuvazi ve toprak sahiplerinin temsilcileri kendi iktidarlarını kurmaya çalışıyorken, işçi ve köylü Sovyetleri’nde güçlü olan Menşevikler ile Sosyalist Devrimciler bu iktidarın sahibi olmak istiyorlardı. Ancak hiçbiri iktidarı tek başına ele alacak güçte değildi.
Burjuvazi ve toprak sahipleri ile Menşevikler ve Sosyalist Devrimciler birlikte; Devlet Duması Geçici Meclisi’ni kurarak iktidara el koyduklarını ilan ettiler. Ancak 1905 Devrimi’nin mirası olan halkın örgütlü olduğu İşçi ve Köylü Sovyetleri, Bolşeviklerin yönlendirmesi ile ikinci bir iktidar odağı oldular. Rus proleteryası Şubat Devrimi’nin hemen ardından Başta Petrograd ve Moskova’da olmak üzere işçi sovyetleri kurulmaya başlandı. Artık askerler de bu işçi sovyetlerinde örgütlenmeye başlamıştı.
Burjuvazi ve zengin köylülük çarlığın yıkılması ile iktidara gelerek düzeni kendi çıkarları doğrultusunda, eski devlet çarkı ile devam ettirmek istiyorlardı. Bu haliyle bir devrim değil bir darbe peşindeydiler. Çarlığın saraya hapsedilmesiyle de bu amaçlarına ulaştıklarını düşündüler. Ancak Menşeviklerin ve Sosyalist Devrimcilerin halk içindeki örgütlülüğü bu hesapları tek başlarına yapmalarının önünü kesmiş, bu iki kesimle birlikte geçici bir hükümet kurmak zorunda kalmışlardı. Sosyalist Devrimci Duma üyesi Kerenski ile Menşevik üye Çkaytze bu komiteye girmişlerdi. Ancak yukarıda da açıklandığı gibi İşçi ve Köylü Sovyetleri ayrı bir güç odağıydı ve iktidarı bu geçici komiteye bırakmaya niyetli değildi. Böylece ikili bir iktidar oluşmuştu. Bir yanda kendini geçici hükümet ilan eden komite, diğer yanda askerin önemlice bir bölümünün de desteklediği sovyetler. Sovyetlerin içinde Menşevik ve Sosyalist Devrimcilerden sonra Bolşevikler üçüncü büyük güç durumunda idi.
“Sovyetler, işçiler ve askerler için siyasal düşüncelerini ifade etmenin başlıca organıydı. Mart ve Nisan aylarında 200.000 civarında delegeyi kucaklayan yaklaşık 700 sovyet ortaya çıktı. Ekim ayı itibarıyla 455 tanesi köylü delegelerinin sovyeti olmak üzere 1.429 tane Sovyet vardı’.’ (5)
Sovyetlerde örgütlü halk kesimlerinin üç talebi vardı; Savaştan çekilerek tazminatsız bir barışın sağlanması, sekiz saatlik iş günü ve toprak reformu. Ancak geçici hükümet bu konularda hiçbir şey yapmamıştı. Hem geçici hükümetteki hemde sovyetlerdeki Menşevik ve Sosyalist Devrimciler çarlığın yerini alacak rejim burjuva olmalıdır diyorlardı. Onlara göre devrimin karakteri Burjuva idi ve iktidarın da burjuvaziye devri gerekiyordu. Kendileri bu iktidarın “ilerici” kanadı olmayı öngörüyorlardı.
1917 Şubat ile Temmuzu arasındaki dönem bu ikili iktidarın “iktidar olmayan” yönetimi altında geçti. Bolşevikler çalışmaları, örgütlenmeleri ve halkı kucaklayan istemleriyle sovyetler içinde güçleniyor ve merkezi hükümeti tehdit ediyordu.
Lenin, Şubat Devrimi’nin ilk haberlerini alır almaz sürgünde yaşadığı İsviçre’den Petrograd’a gelmişti. İlk söylevini Petrograd İstasyonu’nda kendisini karşılamaya gelen işçilere ve askerlere verdi. Coşku doruktaydı. Bolşevik Parti’nin genel merkezine kalabalıktan girilemiyordu. İstasyondaki konuşmasını “Yaşasın sosyalist devrim!” diye bitirmişti Lenin.
Lenin tarafından formüle edilen “Nisan Tezleri”, Bolşeviklerin diğer siyasal güçlerle yollarını ayırdığının ilanıydı. Tezlerde “Tüm köylülüğün ittifakına sahip olan proleteryanın çarlığı devirmesiyle, devrimin ilk evresinin sona erdiğini’’ savunuyordu. Bu sav hem geçici hükümete, hemde Sovyetlerde örgütlü Bolşeviklerin dışındaki güçleri tehdit anlamına geliyordu. Tezlerin devamında proleteryanın örgütsüz ve bilinçisiz oluşundan dolayı şu an iktidarın burjuvazinin eline geçtiğini ancak bu evreden çıkıldığını söylüyordu. Yine Lenin bu tezlerde; “İşçi temsilcileri sovyetlerinden parlamenter bir cumhuriyete dönmek geriye atılmış bir adım olur, parlamenter bir cumhuriyet değil tüm ülkede aşağıdan yukarıya işçi, tarım emekçileri ve köylü temsilcileri sovyetlerinin bir cumhuriyeti.” diye yazıyordu. Yine tezlerde işlenen konulardan biri ise proleterya diktatörlüğüydü. ”Paris Komünü gibi Sovyet Cumhuriyeti de eski devlet mekanizması ortadan kalkarken; emekçi kitlelerin denetiminde, merkezi ve yerel düzeyde işleyen ve eski düzenin yeniden kurulamayacağını garanti eden emekçi temsilcileri sovyetleri biçiminde yeni bir hükümet aygıtının yaratılması sonucunu ortaya çıkarmaktadır.’’
Nisan Tezleri, Sovyet Devrimi’nin niteliğini açıklarken bu devrimin nasıl olması gerektiğini de söylüyordu. Rusya’da ikili iktidarın özel koşullarını göz önünde tutarak silahlı ayaklanma çağrısında bulunmadı. Bolşevik Parti’nin devlet gücünü barışçıl yollardan sovyetlere devrinden yanaydı. “Tüm iktidar sovyetlere” diyordu.
Gerek Fransız Devrimi’nde, gerek Paris Komünü’nde ve gerek Sovyet Devrimi’nde güç-zor-şiddet ilişkilerinin gözden geçirilmesinde yarar var. Sadece bu üç devrimde değil, tüm devrimci durumlarda ve devrim anlarında anahtar kavramlar niteliğinde bu ilişkilerin içeriği.
Devrim siyasal gücün bir sınıf bloğundan başka bir sınıf bloğunun eline geçmesi olarak da tanımlanabilir. Bu değişim eski sınıf bloğunun bilincine seslenerek, onları ikna ederek gerçekleşemez. Mutlaka meşru bir güce dayanmak zorundadır. Bu noktada zor ve şiddet bu güçten doğmakla birlikte kullanılması tamamen eski sınıf bloğunun takınacağı tavıra bağlıdır. Hayalperest demokratik seçimlerle değişimin dahi bir devrimin gücüne sahip olmadan başarılı olması mümkün değildir. Zor da, şiddet de gücün bir fonksiyonudur. Bu fonksiyonel ilişkinin alacağı biçim eski sınıf bloğunun devrim anındaki tavrına bağlıdır. Şili ve Nikaragua devrimlerinin yazgısını da bu bağlamda değerlendirmek gerekir.
Yukarıda Lenin’den alıntılanan açıklamalarda Bolşevikler hiçbir zaman silahlı bir ayaklanmayı temel biçim olarak öngörmediler. Bolşeviklerin Sovyetlerde belirleyici güç olmaya başlamasıyla başlangıçta parti merkez komitesinde pek taraftar bulmayan tezlerin ikna ediciliğinin kabul edilerek partinin yol haritası olmasıyla birlikte geçici hükümet zor ve şiddet kullanmaya başladı.
Temmuz’un başlarında Bolşevik Pravda gazetesi hükümet güçlerince basılıp işçileri tutuklandı. Aynı gün karşı devrimciler diğer Bolşevik basın organlarının dağıtımcılarını öldüdü. Lenin için tutuklama kararı çıkarıldı. Gizlenmek zorunda kaldı.
İktidarın ağırlığı geçici hükümetten işçi, asker ve köylü sovyetlerine doğru kaymıştı. Bolşevikler pek çok Sovyette çoğunluk olmuş, halkın taleplerinin sözcüsü durumuna gelmişlerdi. İkili iktidar sona ermişti. Bir yanda burjuvazinin karşı devrimci iktidarı olan hükümet, onun karşısında Bolşevik Parti önderliğindeki Sovyet güçleri. Bolşeviklerin iktidarı barışçıl yolardan proleteryaya devri söz konusu değildi artık. Bolşevik Parti önderliğindeki bir ayaklanma kaçınılmaz olmuştu.
“Eylül ayında sağcı General Kornilov’un başarısızlıkla sonuçlanan iktidarı ele geçirme girişiminden sonra Bolşevikler Petrograd ve Moskova sovyetlerinde çoğunluğu sağladılar. Bir süre tereddüt ettikten sonra Lenin, geçici hükümete doğrudan tehdit olan “Bütün iktidar sovyetlere!” sloganını yeniden üretti. Ekim’de gizlice Petrograd’a dönerek parti merkez komitesinin toplantısına katıldı. Lenin’in ikna ettiği komite Zinovyev ve Kamanev’in karşı oyuna rağmen iktidarın hemen ele geçirilmesi için hazırlık yapmaya karar verdi. Hazırlıklar esas olarak daha önce Petrograd sovyetinin yürütme komitesince kurulmuş ve artık tamamıyle Bolşeviklerin eline geçmiş bulunan askeri devrimci komite tarafından yürütüldü.’’(6) Lenin daha sonra durumu çözümlerken şöyle yazacaktı:
“Devrimin bütün devrimlerce ve özellikle yirminci yüzyıl içindeki üç Rus devrimince doğrulanmış olan temel yasası şöyledir: Sömürülen ve ezilen kitlelerin yaşamlarını eskisi gibi sürdürmelerinin imkansız olduğunun bilincine varmaları ve değişiklik talep etmeleri gene de yeterli değildir; muzaffer bir devrimin vazgeçilmez ön koşulu sömürenlerin geçmişte olduğu gibi yaşama ve yönetme olanaklarından yoksun bırakılmasıdır. Zafer ancak halkın ‘daha aşağıdaki’ kesimleri eskisi gibi yaşamayamayacak oldukları zaman sağlanabilir. Başka bir deyişle, bir devrimde ulusal bir bunalım (hem sömürülenleri hem de sömürenleri etkileyen bir bunalım) kaçınılmazdır.’’
Devrimci literatüre “devrimci durum” olarak geçmiş bulunan yukarıdaki çözümlemeye olmazsa olmaz bir eklemenin yapılması gerekiyor. Uluslararası durumun elverişliliği de bir devrimin başarısında son derece önemlidir. Küresel düzeyde örgütlenmiş sömürücü güçlerin uluslararası askeri-siyasi-ekonomik örgütlülülüğü devrimci durumlarda “ulusal” bir etmen olarak görev almaktadır. Bu gücün kendi arasındaki uzlaşmazlıkların düzeyi veya karşıt bir küresel gücün mukavemeti önemli bir role sahip olacaktır. Yine Lenin‘in yukarıdaki çözümlemesinden çıkarılacak bir sonuç da kitlelerin eski düzendeki tüm olanakları tüketmeden devrim için hazır olamayacakları ya da devrimcileşmelerinin bu olanakları tüketmesine olan bağlılığı. Tüm sınıfların çok katmanlı bir içeriğe büründüğü günümüzde kitlelerin devrimcileşmesinin uzun bir sabır ve bilinçli bir çalışma gerektirdiği hususunun altını çizmek gerekiyor.
Lenin önderliğinde çok ayrıntılı bir ayaklanma planlanmış ve hazırlıklar tamamlanmıştı. 24 Ekim sabahında devrimci güçler eyleme başladılar. İşçi ve asker güçleri Petrograd içlerinde hızla ilerliyorlardı. Geçici hükümet kışlık saraya sıkışmış kalmıştı. Kerenski bağlılığından emin olduğu askeri güçlerden bile destek bulamıyordu. Bu birliklerin çoğu Bolşeviklere katılmış, katılmayanlar ise direnmeden teslim olmuşlardı.
Lenin ayaklanmadan anında haberdar ediliyordu. Lenin hala gizleniyordu. Ardından kararını verir ve yanında sadece bir korumasıyla Smolniye gider. Bir fabrika işçisi anılarında şöyle anlatıyor; ”Lenin hiç beklenmedik bir biçimde çıkageldi. Smolni’ye çevresinde hiçbir koruyucu olmaksızın dosdoğru caddeden içeri girdi. Yaptığı şey aşırı cesaret gerektiren bir şeydi ve hepimiz çok derinden etkilenmiştik. Karşı devrim ajanlarının Lenin’i her yerde aradıklarını ve geçici hükümetin Lenin’in başına büyük bir ödül koyduklarını biliyorduk. Ama gene de birdenbire habersiz, bir koruyucu olmaksızın, her köşesinde bir düşmanın pusuda beklediği huzursuz Petrograd’dan geçerek Smolni’ye geldi. O andan sonra, Smolni’deki yaşamımız, mücadelemiz ve çalışmalarımız Lenin’den esin aldı. Lenin derhal devrimin bütün yönetimini üstlendi.” (7)
Devrimin öznesi devrimi gerçekleştirme kararlılığı ile harekete geçmiş olan devrimci güçlerdir. Devrimci kitleler ve örgüt bu güçleri oluşturur. Devrimin stratejisini belirlemek, planlamak her zaman devrim örgütünün işidir. Tarihsel deneyim göstermiştir ki devrimci güçler ne kadar birbirinden farklı görüşlere sahip olsalar da devrim anında tek bir merkezde bir araya gelmek ve devrimin kitlelerini bu tek merkezden yönetmek zorundadırlar. Çünkü devrim anında devrimin siyaseti ve tekniği bir arada yürümek zorundadır. Tek merkezden uyumlu bir biçimde yönlendirilmeyen, hedeflendirilmeyen devrimci kitleler, karşı güçlerin strateji ve teknikleri karşısında çaresiz kalıp yılgınlığa düşerler. Yılgınlık ve çaresizlik devrim anında karşı güçlerin varmak istedikleri stratejik bir hedeftir. Yine örgütün kalitesini belirleyen kadrolarının deneyim, birikim ve değişen durumları kavrama ve yönlendirme yeteneğidir. Kadroların bireysel kapasiteleri ve kapasitelerinin gerektirdiği konumlarda yer almalarıda son derece önemlidir. Sovyet Devrimi başta Lenin olmak üzere bu kadroların yetkinliğine örnektir. Devrimin zamanlanması, hareket planları, doğru güçlerin doğru yerlere konması hem devrimin son vuruşunu mükemmel yapmasını sağlamış, hem de bir devrimin cesametiyle kıyaslanmayacak düzeyde az insani kayıp verilmesini sağlamıştır. Bu kayıpların azlığı tüm taraflar için geçerlidir.
25 Ekim saat 18.00’de kışlık sarayın kuşatılması tamamlanmıştı. Geçici hükümet teslim olma çağrılarını kabul etmedi. 21.45 te Aurora kruvazöründen ateşlenen kuru sıkı top kışlık sarayın bombalanması için işaret fişeğiydi. Gece yarısı saat 01.00’de Kızıl Muhafızlar saraya girdiler. Bir gün önceden saraydan gizlice kaçan Kerenski dışındaki bakanların 26’sı tutuklandı.
Devrimci güçler zaferden o kadar eminlerdi ki henüz kışlık saray ele geçmeden İşçi ve Asker Temsilcileri Petrograd Sovyeti Devrimci Komitesi, “Rusya Yurttaşlarına’’ başlıklı Lenin’in yazdığı bildirgesini yayınladı:
“Geçici hükümet iktidardan düşürülmüştür. Devlet yetkisi sadece İşçi ve Asker Temsilcileri Petrograd Sovyeti’ne karşı sorumlu olan ve Petrograd proleteryası ve garnizonunu yöneten Devrimci Askeri Komite’nin eline geçmiştir. Halkın uğrunda savaştığı amaç, derhal demokratik bir barışın sağlanması, toprakta özel mülkiyetin kaldırılması, üretimde işçi denetimi ve sovyet iktidarının kurulması gerçekleştirilmiştir.
Yaşasın işçilerin askerlerin ve köylülerin devrimi’’ (8)
25 Ekim 1917 insanlık için yeni bir çağın, kapitalizmin çöküşünün ve sosyalizm çağının başladığı bir gün olarak tarihe geçmiştir.
Sovyet Devrimi üzerine Düşünceler
Ekim Devrimi’nin Rusya gibi kapitalizmin az gelişmiş olduğu bir ülkede meydana gelmesi her düşünceden siyaset bilimcinin üzerinde tartışageldikleri bir konu olmuştur. Bu tartışmaya Marks’ın geliştirdiği toplumsal değişim düşüncesini dayanak olarak öne sürerler. Bu düşüncenin temelinde eski toplumsal ilişkilerin kendisini var eden tüm siyasal-ekonomik olanakları tüketmeden yeni bir toplumsal ilişkinin kurulamayacağı düşüncesidir. Ve yine bu düşüncenin devamında ancak gelişmiş bir kapitalist ülkede devrimin mümkün olabileceği düşüncesidir. Eski toplumun “olanakları’’nın ne olduğu ve bunların ne dereceye kadar süreceğinin şematik bir yol haritasının olmadığı da yine başta Marksistler olmak üzere tartışılan bir durumdur. Ekim Devrimi “Manifesto’ya karşı” bir devrim değildir. Manifesto sadece burjuvaların, din adamlarının değil Çar’ın da komünizm hayaletinden korktuğunu ifade ederek başlar sözlerine. Teori doğası gereği ideal koşulların üzerinden kurar kendisini. Ancak Marksizm sadece bir toplumsal teori değil, eylemci bir dünya kavrayışıdır. Ekonomik-politik bir çözümlemeyi mekanik bir kavrayışla değişim isteğinden ve gücünden yoksun bir toplumsal hal olarak kavramak Marksizmi sadece teorik aydınlanma kaynağı olarak görmek anlamına gelir.
Dünyamızın ilk sosyalist devrimi tam da olması gereken bir coğrafyada olmuştur. Devrimci durum ile devrimin kendisini birbirinden ayırarak söylersek Rusya, kapitalizmin tüm olanak ve çelişkilerini içinde barındıran ekonomik-siyasal bir yapı idi.
Kapitalizmin Rusya’daki durumu ile ilgili birkaç veri dahi sosyalist bir devrimin nesnel ön koşullarının varlığını ortaya koyar.
“1913 yılı itibarı ile Rusya, dünyadaki beşinci en büyük endüstriyel güç haline gelmişti’’(9) “Sanayileşmenin, kentleşmenin, iç göçün ve yeni toplumsal sınıfların ortaya çıkışının etkisi otokratik devletin temellerini aşındırmaya hizmet eden güçleri ortaya çıkarmak üzereydi’’ (10)
“Demiryolu inşaatlarının harekete geçirdiği pazarın hızla yayılması, köylülerin tarımdan elde ettiği kazançlarına sanayide, ticarette, el sanatlarında ve daha iyi durumdaki çiftliklerde çalışarak ilavede bulunmalarına olanak sağladı… Pazarın yayılması ayrıca ticari tahıl üretimini teşvik ederek Rusya’yı 1913 yılında dünyanın önde gelen tahıl ihracatçısı haline getirdi’’(11)
“Rus emperyalizminin önemli bir özelliği yabancı sermayenin güçlü etkisi altında gelişmiş olmasıydı. 19.yüzyılın sonuna doğru İngiliz, Fransız, Belçika ve Alman sermayesi ekonominin en önemli dallarının denetimini ele geçirerek Rusya’nın belli başlı alanlarına akmaya başladı.’’ (12)
“Birinci Dünya savaşından hemen önce Rusya’daki tekeller ülkedeki önemli sanayilerin tümünün denetimini ele geçirmişti. En güçlü tekeller arasında ilk sıralarda yer alanlar şunlardı: İç pazarda demir ve çelik satışının yüzde 80’inden fazlasını elinde tutan Prodamet tekeli, yük vagonlarıyla taşımacılıkta ulusun tüm gereksinimi karşılayan bir başka tekel Prodvagon ve tüm petrol sanayini denetleyen Oil, Shell, Nobel grupları. Rus sanayii İngiltere ve Fransa’dan daha fazla, Almanya ve ABD den daha az tekelleşmişti.’’ (13)
“Savaşın arefesinde istihdam 3.1 milyonu fabrika işçisi,geri kalanı da demiryollarında ve yapım işlerinde çalışanlar olmak üzere 6.3 milyona ulaşıyordu. Savaş sırasında işçi sayısı başta büyük işletmelerde olmak üzere daha da arttı.1915 te Rusya işçilerinin hemen hemen yüzde 60’ı her biri 500 den çok işçi çalıştıran işletmelerde istihdam ediliyordu.Bu oran dünyadaki enyüksek işçi sınıfı yoğunluğuydu. Çok gelişmiş bir ülke olan Birleşik Devletlerde bile bu oran yukardakinin ancak üçte biri kadardı.’’ (14)
Sosyalizmin prematüre doğduğunu iddia edenler Rusya’da sosyalizmin maddi koşullarını sağlayacak olan kapitalizmin yetersizliğini iddia edegelmişlerdir. Bu iddiada bulunanlar toplumsal sınıflar kadar ekonomik koşulların da hiçbir zaman saf halde bulunamayacağını, çok katmanlı ve birbiriyle iç içe geçmiş gerçekliğin yaşamın doğal hali olduğunu unutmuşa benziyorlar. Devrimler laboratuvarlarda ideal koşullarda değil, sokaklarda ve reel koşullarda meydana geliyor.
İtalyan Komünist Gramsci Rusya’daki devrimi “Kapital’e karşı devrim’’ olarak nitelerken aslında tarihsel materyalizmin gerçeklik sahnesinde aldığı biçime vurgu yapıyordu. ”Bolşevik devrimi kesin bir biçimde Rus halkının genel bir devriminin parçasıdır artık. Maksimalistler (Bolşevikler) iki ay öncesine dek olayların durgunlaşmaması, gelecek itkisinin birden bire durmaması ve nihai bir çözüme –burjuva çözüme- izin vermemesini temin etmek için gerek duyulan etkin özneler konumundaydı. Bugün bu maksimalistler iktidarı ele geçirdiler ve kendi diktatörlüklerini kurdular… Bolşevik devrimi, olaylara ilişkin olmaktan çok ideolojilere ilişkin bir devrimdir… Bu Karl Marks’ın Kapital’ine karşı bir devrimdir. Rusya da Marks’ın Kapital’i proletaryadan çok burjuvazinin kitabıydı…..Marks önceden görülebileni gördü. Fakat Avrupa’daki savaşı önceden göremedi. Daha doğrusu bu savaşın bu kadar uzun süreceğini ya da böylesine sonuçlar doğuracağını önceden göremedi… Rusya da halkın kolektif iradesini uyandıracağını öngöremedi.’’ (15)
Yine daha çok Batı’daki üniversitelerin “Marksolog’’ akademisyenlerinin bir diğer savı Ekim Devrimi’nin “devrim değil darbe” olduğudur. Onlara göre Bolşevikler Lenin önderliğinde geçici hükümete karşı bir darbeyle iktidarı ele geçirmişlerdir. Tezlerinin sonucu Lenin’i komplocu Bolşevikleri darbeci ilan ediyordu. Silahlı ayaklanmanın çok iyi derecede planlanmış olması, Fransız burjuva devrimine ve Paris Komünü’ne göre neredeyse kansız gerçekleşmiş olması onları belki de böyle düşünmeye sevk ediyor. Ancak asıl eksiklik bir darbe ile bir devrim arasındaki farkı görememiş olmalarıdır. Darbeler daha çok siyasal erkteki franksiyonların birbirine karşı zora dayanan yönetim değişiklikleridir. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sosyalist ya da devrimci güçlerin iktidara geldiği yönetsel değişimler yaşanmıştır. Bunlar daha çok silahlı kuvvetler içindeki devrimci kliklerin büyük bir dış gücün desteğini alarak gerçekleşmiştir. Ancak yine de bu halleriyle sınıfsal değil yönetsel değişimler olarak kalmışlardır. Ekim Devrimi’ni bu form içinde görmek Rusya’daki devasa toplumsal-sınıfsal huzursuzluğu ve iktidarı hedefleyen kitlesel iradeyi görmemek olur.
Chris Harman durumu çok iyi belirtiyor: ”Ekim Devrimi yine de insan-dışı faktörlerin mekanik bir gelişmesinin sonucu değildi. Bu faktörlere karşı belirli bir şekilde tepki gösteren insan kitlelerine – işçilere,köylülere ve askerlere- dayanıyordu. İşte tam bu noktada Lenin ve Bolşevikler belirleyici bir rol oynadılar. Onlar olmasaydı da grevler, protestolar, fabrikalara işçilerce el koymalar, topraksız köylülerin sahiplerinin mülklerine saldırması, isyanlar ve Rus olmayan uluslar arasında ayaklanmalar olurdu. Ama bunlar bilinçli bir şekilde bir araya gelemezdi. Bunun yerine birbirlerine düşebilir, işsizleri, çaresiz askerleri ve kafası karışmış köylüleri, eski düzenin kalıntılarınca sürdürülen Yahudi karşıtı ve Rus milliyetçisi ajitasyonlara kurban verebilirlerdi. Bu koşullar altında askeri bir diktatörlük kurmak için Ağustos ayında Petrograd üzerine yürümeye kalkan General Kornilov gibi birisi için başarı kuşkusuz mümkün olabilirdi. Kapitalist demokrasinin 1917 Rusya’sında hiçbir yaşama şansı yoktu ama bu durum aç ve çaresiz halkın kendi ıstıraplarından yararlanacak bir sağ kanat diktatörlüğü de ihtimal dışında bırakmıyordu…
Farkı yaratan şey devrimci sosyalist bir partinin, devrimden önceki yaklaşık 15 yıl içinde Rusya’daki işçilerin önemli bir çekirdeğinin bağlılığını kazanmış olmasıydı. Ülkenin genelde sanayileşmesinin geriliğine rağmen Petrograd’da ve birkaç başka şehirde büyük fabrikalar çoğalmıştı. 1914 yılında Petrograd’ın 250.000 sanayi işçisi 500 ya da daha fazla işçi çalıştıran iş yerlerinde çalışıyordu; ki bu oran Batı’nın ileri kapitalizmlerinden daha yüksek bir orandı. Buralar 1890‘lardan itibaren sosyalist propaganda ve ajitasyon için verimli bir zemin oluşturmuştu.’’ (16)
Tüm yukarıdaki anlatımların ve verilerin ışığında Rus Devrimi’ni değerlendirmek yine de eksik kalır. Kapitalizmin ve yönetici sınıfların bunalımı ile bu bunalımı iliklerinde hisseden ve değişim gerekliliğini kavramış bulunan halk kitlelerinin eylemi arasında doğru bir köprü ve yönlendirici görevi gören Bolşevik Parti’nin ve Başta Merkez Komitesi olmak üzere deneyimli ve fedakar kadrolarının tarihsel değişimin sağlanmasındaki önemini belirtmeden geçemeyiz.
Bolşevik Parti her şeyden önce bir güven odağıydı. Her biri uzun mücadele süreçlerinde ve hapishanelerde yetişmiş yetenekli bir yönetici kadroya sahipti. Bu ekip eylemciliklerinin yanında kendilerini iyi yetiştirmiş entelektüel ve teorik kapasiteleri yüksek bir ekipti. Devrime odaklanmış, her biri yapabileceği işleri üstlenmiş ve sınırlarının farkında olan, kendi gerçeğini toplumsal gerçekliğin önüne koymayan bir ekip tarafından yönetiliyordu Bolşevik Parti. Enerjisini hedeflerinden ve demokratizminden alıyordu. Her karar alınmadan önce uzun uzadıya tam bir özgürlük içinde tartışılıyor ve mutlaka oylama ile alınıyordu. Lenin ile bir başka parti yöneticisi arasında bu tartışmalarda ve oylamalarda bir fark söz konu değildi. Demokratizm, tartışma özgürlüğü ve çoğunluk olma hakkının önünde bir engel olmayışı önerilerin ve kararların, sorunun ruhuna ve çözümüne uygun olmasını sağlıyordu.
Sonuç
Ekim Sosyalist Devrimi’nin üzerinden 106 yıl geçti ve bugün artık yaşamıyor. Paris Komünü 72 gün, Sovyet devrimi 74 yıl yaşadı. Sosyalist bir devrimin mümkün olabilirliliğini gerçeğe dönüştürdü ve uzun bir inceleme ve araştırma konusu olan nedenlerle yıkıldı. İnsanlığa ilerisi için umut veren engin bir tarihsel deneyim olarak aydınlatıcı ve yol gösterici bir rolü oldu.
Kapitalizmin yeniden öncü depremlerle sarsılmaya başladığı bir evredeyiz. 20 yıl öncesinin kahredici düş kırıklığı yerini yeniden umutlanmamıza sebep olan gelişmelere bırakıyor.
Ortadoğu’nun meydanlarından Atlantik kapitalizminin meydanlarına ulaşan gelişmeler, ekim devriminden almamız gereken temel dersin krizin yönetilmesi olduğu gerçeğini bir kez daha ortaya çıkardı.
Arap halklarının isyan ile haykırdıkları demokrasi ve özgürlük talepleri ne yazık ki örgütlenmenin sanal karakteri ve Bolşevik ruha sahip örgütlenme eksikliği nedeni ile; emperyalistler için eskimiş yönetici kliklerin daha dinamik ve yıpranmamış kliklerle değişimi fırsatını yarattı.Değişimi isteyen halk, ancak bunu yararına kullanan emperyalist bloklar oldu. Tunus ve Mısır da halkın gözünden düşen yönetici çevreleri yenileriyle değiştirerek yollarına devam eden emperyalistler, Suudi Arabistan ve Bahreyn gibi sadık yöneticilerini değiştirme gereği duymayarak halk hareketini dünyanın gözünden gizleyebildikleri vahşi tedbirlerle bastırabildiler.
Libya gibi zengin kaynaklara sahip ve görece halkın refah içinde olduğu bir ülkeyi vahşi yöntemlerle ve hep birlikte çıkarları için uyumlu bir duruma getirdiler. Libya’daki yerel ortaklarını iş başına geçirerek başta finans alanı olmak üzere ekonomik yaşamı emperyalist yağmaya açık hale getirdiler. İnsan hak ve özgürlüklerinin sözde ve göstermelik savunucuları olduklarını gizleme gereği bile görmüyorlar artık.
Yunanistan, İtalya, İspanya, Portekiz gibi meydanlarda kapitalizmi lanetleyen emekçileri darbe tehdidiyle korkutmaktan bile çekinmiyorlar.
Krizde rol almış ve geçerli yasalara göre açıkça suç işlemiş olan bir tane sermaye sahibine kelepçe takmak bir yana onları kurtarmaya halkı sefalete sürükleme pahasına koşturan burjuva devlet mekanizması; sokaklarda, meydanlarda halkı gaz bombalarıyla dağıtmaya çalışarak, yerlerde sürükleyip kelepçeleyerek vahşice gözaltına alarak cezalandırıyor. İleri demokrasilerin halkın haklı talepleri karşısında nasıl birer vahşet mekanizmasına dönüştüğünü an be an görüp yaşıyoruz.
Emperyalizmin emekçi sınıflara verebileceği hiçbir şey kalmamıştır artık. Demokrasi, özgürlük, çoğulculuk, ekonomik refah, mutlu bir gelecek söyleminin halkı kandırmak ve tepkilerini dindirmek için uydurulmuş birer yalanlar oldukları açıkça ortaya çıkmıştır.
Gerek zihni ve entelektüel, gerekse fiziksel güçleriyle yaşamlarını kazanan ve yaşamları bu sınıfın üretimine bağlı olan sermaye sınıfı dışında kalan tüm kadınların ve erkeklerin, gün be gün insanlığın, doğanın ve diğer canlı türlerinin kanını emerek yaşamak zorunda kalan sömürücülere karşı ortak bir cephede bir araya gelmeleri zorunluluk halini almıştır. Yaşamı korumanın başka yolu kalmamıştır.
Bu yaşam cephesinin öncülüğü de sınıfsız, sömürüsüz insanlık idealini varoluş sebebi yapmış sosyalistlerin temel görevidir.
Kişisel başarı ve tatmin için türdeşlerinden farklı olmak ve kendilerini ayırt edilebilir kılıklara sokarak sömürücülerin gözüne girmeye çalışan “Mor ineklere’’ insanlığa ve kendinize daha fazla yabancılaşmayın demekten başka yapabileceğimiz bir şey yok.
Dipnotlar:
1- Ekim Devrimi Tarihi - SSCB Bilimler akademisi
2- A.g.e
3- A.g.e
4- Rus Devrimi - S.A.Smith
5- A.g.e
6- Lenin’den Stalin’e Rus devrimi:1917-1929, E.H.Carr
7- Ekim Devrimi Tarihi - SSCB Bilimler akademisi
8- A.g.e
9- Rus Devrimi - S.A.Smith
10- A.g.e
11- A.g.e
12- Ekim Devrimi Tarihi - SSCB Bilimler akademisi
13- A.g.e
14- A.g.e
15- Gramsci - Seçme Yazılar,1916-1921
16- Halkların Dünya Tarihi - Chris Harman
Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.