24 Ocak Kararları: Mahvolsun Emekçiler Var Olsun Kapitalistler
Türkiye kapitalizmi devletin kucağında büyüyüp gelişmiştir. Dün de böyleydi bugün de böyle. Geç kapitalistleşen ülkelerin kapitalistleşme süreci genelde böyledir. Türkiye hem geç kapitalistleşen hem de geç uluslaşan bir egemenliğin adıdır. Kapitalizmin tekelci aşamasında devleti tamamen ele geçiren tekellerin çıkarları devlete yön vermiştir.
Siyasi zor (Devletin güvenlik ve hukuksal gücü) ile ekonomik zor (kapitalistlerin sermaye gücü) el ele yürümüştür.
Bu yürüyüşün ilk adımı 1923 yılı Şubatında yapılan İzmir İktisat Kongresi’dir. Liberal ekonomik strateji olarak değerlendirilen bu sürecin kapitalistleri yeterince güçlendiremediği ortaya çıkınca 1930 yıllarda yürürlüğe konulan ve adına ithal ikameci büyüme denilen stratejiyle devletin hamiliği daha da güçlendirilmiştir.
Kısaca; ithal edilen tüketim mallarına yüksek vergiler konmuş, ülkeye döviz giriş çıkışı denetim altına alınmış, ülkede üretilen mal ve hizmetlerin tüketiciye ulaşması değerlerinin çok üstünde fiyatlarla sağlanmış, devlet sermayesi ile yani halkın parasıyla kurulan kamu iktisadi teşebbüslerinin en büyük görevi cılız kapitalistlere ucuz fiyatlarla hammadde, enerji ve üretim araçları sağlayarak onların serpilip gelişmesini, gürbüzleşmelerini ve bir burjuva sınıfı oluşmasında öncülük sağlamak olan KİT’leri kurulmuştur. Emperyalist ülkelerden gelen sermaye sınırlı ancak tulumbanın can suyu olabilecek düzeyde kalmıştır. Uluslararası sermaye daha çok üretim araçları üreten imalat ve enerji alanlarında yoğunlaşmıştır.
Cumhuriyetin başlangıcında bir zümre olarak hareket eden kapitalistler 1960’lı yıllarda bir sınıf haline gelebilmiştir. İlk kitlesel işçi hareketinin 15 Haziran 1970’da olması,TÜSİAD’ın 1971 yılında kurulmuş olması olması tesadüf değildir.
Yeterli sermaye birikimine sahip olmayan kapitalistlerin imdadına her defasında devlet yetişmiştir. Uluslararası finans oligarşisinden aldıkları borçları türlü teşvik ve sübvansiyon ve ucuz kredi şeklinde kapitalistlere aktarmışlardır.
Keynes ikizleri olarak anılan uluslararası para fonu (IMF) ve Dünya Bankası (WBG) uluslararası sermayeden alınan bu borçların iadesinde denetim ve tahsildar görevi görmüştür. Ödeme güçlüğüne düşüldüğü durumlarda önerdiği ve kabul ettirdiği istikrar programlarıyla ( kamuoyunda buna kemer sıkma programları denmektedir) bu borçların bir şekilde halkın sırtına yükletilerek ödenmesini sağlamakla görevli olmuşlardır.
24 Ocak kararları olarak anılan kararlar IMF tarafından hazırlanmış kararlardır. Ülke kamuoyuna ihracata dayalı büyüme olarak tanıtılmıştır. Büyüme sözünden sermaye birikimini anlamak gerekir.
Kararların özü biriken kapitalistlerin ve devletin harcadığı dış borçların halkın sırtına yüklenerek ödenmesi, Türkiyeli kapitalistlerin ihracat kapasitelerinin artırılması ve Türkiye pazarına dışarıdan girmelerin önündeki engellerin kaldırılmasıdır.
Şimdi bu kararların ne olduğunu ve ne anlama geldiklerini özetleyerek ele alalım:
A - Türk Lirası ABD doları karşısında %33 oranında değersizleştirildi (devalüasyon). Bunun ilk sonucu iş gücünün fiyatının yani ücretlerin yabancı ülke paraları karşısında değer kaybına uğramasıdır. Bunun dolaylı sonucu ülkedeki mal ve hizmetlerin yabancı para karşısında değer kaybetmesi ama ülke içinde fiyatlarının artması oldu (enflasyon). Kapitalistler bundan hiç zarar görmediler. Çünkü onlar sermayelerini bankada ya da evde para olarak tutmazlar. İşletme sermayelerinin çok küçük bir bölümünü yerli parada tutarlar. Sermayelerini üretim aracı, mal stoku, hazine bonosu ve devlet tahvili olarak tuttuklarından daha da karlı çıktılar. Üstelik yabancı paralar karşısında düşen işgücü fiyatından kaynaklı fiyatları düşen mallarını daha çok sattılar dış piyasalara…
ABD doları 47 liradan 70 liralara yükseldi. Diğer ülke paraları da paralel olarak değerlendi.
B - Türk parasını koruma kanunu değiştirilerek döviz alım satımı serbest bırakıldı. Serbest kur uygulamasına geçildi. Yani daha önce Bakanlar Kurulu kararıyla yapılan devalüasyonlar ülke iktisadında gündelik bir olay haline getirildi. Değer ve fiyat kayıpları gündelik hale getirildi. Dolarize olan ülke kapitalistleri ve uluslararası finans oligarşi ek-sömürüsünü gündelik yapar hale geldi.
C - Dış ticaret (ithalat ve ihracat) serbestleştirildi. Tüm kotalar ve kısıtlamalar kaldırıldı. Dünya kapitalizminin 73’ten itibaren girdiği üretim krizinden kaynaklı pazar daralmasının gerilemesi sağlandı. Uluslararası tekellere pazar açılırken, değerlenen döviz ve düşen işgücü fiyatlarından ek artı değer elde eden ülke kapitalistleri de çoğunluğu tüketim mallarından oluşan mallarını ülke dışına satma imkanına kavuştular.
D - Faiz hadleri serbest bırakıldı. Büyük bankalar piyasa faizini ortaklaşa belirler oldular. Sanayi kapitalizmi ile iç içe geçmiş olan mali oligarşi halka yüksek hadlerden borç para vererek karlarını katladı.
E - Devlet sermayesiyle yani halktan toplanan paralarla kurulan ve asıl amacı kapitalistlere hammade, enerji ve ara mal gibi üretimlerinde kullanılan nesneler üretmek olan Kamu iktisadi işletmelerinin özel sektöre aktarılmasını yolları açıldı (özelleştirme). Kamunun olan fabrikalar, üretim araçları, binalar, araziler peyderpey kapitalistlerin mülkiyetine geçirildi. Tüketim malları üzerindeki sübvansiyonlar kaldırıldı. Tüketim araçları pahalandı.
F - İşçi ücretleri ve memur maaşlarının değişen koşullarda artmasının önüne geçildi. Enflasyon koşullarında ucuzlayan işgücünün değeri bu yolla da katmerlenerek arttı. Devlet sektöründeki bu uygulama özel sektöre de sirayet etti. Sendikal mücadele ile kazanılmış haklar büyük ölçüde değersizleştirildi.
G - Daha çok basit üretim yapan küçük köylünün lehine işleyen tarım sübvansiyonları, gübre desteği, enerji ve ulaştırma destekleri dışında tamamen kaldırılarak küçük köylü ürünlerini daha pahalıya üretip daha ucuza satar hale getirildi. Bu yolla tarım sektöründen diğer sektörlere ek kaynaklar aktarıldı. Baş alım fiyat uygulaması sanayiye hammadde sağlayan birkaç dal dışında kaldırılarak küçük üreticinin büyük pazarlarda tüccarlarla karşı karşıya gelmesi sağlandı. Tüccarlar daha ucuz fiyatlarla bu malları satın aldılar.
H - Küçük mülk sahipleri, zanaatkarlar ve gördükleri profesyonel eğitimlerle geçimlerini sağlayan diğer emekçi kesimler,düşük ücretler,pahalı mallar ve yükselen faizlerle borçlanmaya mecbur edilerek yoksullaştırıldılar.
Özetle tüm emekçi kesimler, yani işçiler, küçük ve orta köylü, zanaatkarlar, geçimlik mülkleri olanlar, meslek sahipleri 24 Ocak kararlarıyla yoksullaştırıldılar. Onlardan çalınan emek ürünleri kapitalistler sınıfına aktarıldı.
Kapitalizm derinleşti, finansal oligarşi eşitler arasında birinci olduğunu ilan etti.
Bugün ülkedeki üretim araçlarını, bilgi teknolojilerini üreten sanayinin yüzde yetmişi, tüketim malları üreten sanayinin yarısı, bankaların yüzde yetmişi, sigorta sektörünün yüzde seksenden fazlası, tarımsal işletmelerin en büyükleri, borsadaki hisselerin büyük bölümü yabancı tekellerin ve yerli işbirlikçi tekellerin elindedir.
Emekçiler perişan olurken kapitalistler yerlisiyle yabancısıyla ihya oldu.
Dün Evren cuntasının ve Özal iktisadının oluşturduğu ekonomi politiğe oturan Türkiye, iktisadında bu sağlam zeminini kaybetmeden yoluna devam ediyor. Dönem dönem zayıflıyor ya da çözülüyor gibi görünen bu ekonomi-politik ara tahkimlerle yoluna hız kaybetmeden devam ediyor.
Egemen sınıf yeni bir rejimle; hem iktisadi, hem siyasal hem de sosyal alanda halk karşıtı uygulamalarını devam ettiriyor.
Yeni bir iktisat, yeni bir siyaset, yeni bir dünya sloganlarının belirsizliğine kapılmadan tüm emekçilerin anti kapitalist programla mücadele etmelerinden başka bir çözüm yoktur. Hem siyasal hem sınıfsal örgütlenme olmaksızın bunun başarılamayacağı da artık ortaya çıkmıştır.
Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.