Mujica mı, Özal mı? Kılıçdaroğlu’nun Açmazı
Toplumun çok geniş bir kesimi 14 mayıs seçimlerinde sadece yönetimin değil rejimin de değişmesi beklentisi içinde. Cumhurbaşkanının kim olacağı kadar parlamentonun ne biçimde oluşacağı da önemli. Kılıçdaroğlu’nun 13. cumhurbaşkanı olmasına kesin gözüyle bakılıyor.
Kılıçdaroğlu mevcudun negatif algısı üzerinden bir kişilik ve yaşam tarzı çizerek ‘geminin’ kaptanının ne denli güvenilir olduğunu kitlelere anlatmaya çalışıyor. Halkı ikna etmeye çalışıyor. Mütevazi kişiliğini ve yaşamını sergileyerek ‘halkın Adamı’ olduğunu anlatıyor.
Adeta Paraguay’ın eski cumhurbaşkanı J. Mujica gibi bir portre çiziyor.
Ancak kısa bir süre sonra J. Mujica maskesinin ardında bir T. Özal portresi olduğu açığa çıktı. Turgut Özal’ın anıtı başında “Biz Özal’ın hayal ettiği Türkiye hedefine ulaşacağız” deyiverdi. Daha önceki söylemlerinde samimi olup olmadığına dair kuşkuları artırdı.
Geçen kırk yıl boyunca kapitalistlerin özel mülkiyetine geçirilen fabrikaları, yolları, havaalanlarını, hastaneleri ve okulları tekrar devlet mülkiyetine geçireceğini taahhüd eden müstakbel cumhurbaşkanı; seleflerinden özelleştirmeci, Boğaziçi köprüsünden başlayarak tüm kamu mallarını kapitalistlere ‘babalar gibi satmaktan’ övgüyle söz eden T. Özal’dan çok farklı düşünmüyor olsa gerek.
Rejimin kartellerince yurtdışına kaçırılan milyar dolarları ülkeye kazandırmaktan söz eden, ihale yasası değişiklikleriye devlet hazinesini boşaltan tüm rüşvetçi devlet memurlarını uyaran Bay Kılıçdaroğlu; ‘Benim memurum işini bilir’ diyerek rüşvete ve talana devletin en üst katından cevaz veren Özal’ın hayalini paylaştığını açıklıyor.
“İşçi kardeşim sana söz hakça bir düzen kuracağım, emeğin hakkını alın terini kurumadan vereceğim” diyen Kılıçdaroğlu; 12 Eylül öncesinde burjuvazinin metal sanayicileri sendikası MESS’in danışmanlığını yapan, işçi düşmanı yüzünün toplu iş görüşmelerinde sözcülüğünü yapan, işçinin dilinde ‘’Çankaya’nın şişmanı işçinin düşmanı’’ abisi Bay Özal’ın yolundan gideceğini övünerek anlatıyor.
Yeni bir kentleşme anlayışıyla rantçılığa son vereceğini, depremin ülkemizde bir felaket olmaktan çıkarılacağını, kent merkezlerinin halkın merkezi haline geleceğini vaat eden Kılıçdaroğlu; 12 Eylül sonrasının ilk imar affını çıkarıp tapu tahsis belgeleriyle bir yandan imar baronlarına kan veren, diğer yandan zaten halkın malı haline gelmiş yerleşimleri halka tekrar satan, “bir dikili ağacı bile olmayan” çocuklarını orman sahibi yapan Özal’ın hayallerini gerçekleştireceğim diyor.
Mujica‘nın yaşam tarzı kadar sosyo-ekonomik, sosyo-politik hayalleri ve kavrayışı da halkçıydı. Suret-i ‘Halktan’ yana görünüp, marjinal burjuvaziye el altından vaatlerde bulunmakla hakça bir düzen kurulamaz.
İşte Mujica’nın cumhurbaşkanlığı döneminde gerçekleştirilenlerin kısacık bir özeti:
‘’Eğitime ayrılan bütçe savunma bütçesinin 20 katı. Eğitim parasız ve laik. Öğrencilere bilgisayar dağıtılıyor. Hedef ülke genelinde bedava internet yayını… Sağlık parasız, sağlık merkezleri yaygın… Müzeler, parklar ve plajlar ücretsiz. Festivaller, bayramlar ve kutlamalar birbirini izliyor. Askerlik zorunlu değil.”
Bu ekonomik gelişmenin sırrı gelişme anlayışının değişmesinde yatıyor. Bütün dünyanın kemer sıkma politikaları uyguladığı bir dönemde Uruguay diyet yapmak yerine beslenme alışkanlıklarını değiştirdi. Mujica’nın başkanlığında Frente Amplio hükümeti alternatif bir kalkınma modelini hayata geçirmeye çalışıyor ve kamu hizmetlerinin uygulanmasında “kapsayıcı yaklaşım” izliyor. Mujica hükümeti, sosyal politikanın yoksulluk ve eşitsizlikle mücadele aracı olduğunu vurguluyor. Eğitim, sağlık, barınma ve çalışmanın herkes için temel bir hak olduğunu savunuyor. Sosyal hizmetlerin teoriden pratiğe dönüşmesi için elbette maddi kaynak gerekiyor. Bu kaynağın sağlanması için vergi sisteminde köklü değişiklikler yapıldı. Artan oranlı vergilendirme uygulanıyor yani zenginler daha fazla vergi ödüyor. ‘’ (kesk.org.tr.)
Kılıçdaroğlu da çok iyi bilir ki kapitalistlerin ve halkın talepleri tek bir programda karşılanamaz. Bu iki kesim birbiriyle çelişen çıkarlara sahiptir. Birinin varlığı ancak diğerinin mahrumiyeti ile mümkündür. Bunun tersini iddia etmek bunalmış halkın terini silip, burjuvaziye sömürünün devamı için yol açmaktır.
Bu haliyle özel mülkiyetçi, kapitalist sömürünün yandaşı olan klasik bir sağ anlayışla karşı karşıyayız.
Seçimlere çok az bir zaman var. Gerici-şovenist rejimin geriletilmesi, emekçilerin, ezilenlerin ve tüm muhaliflerin elbirliğiyle mümkün. Bunun bir parçası cumhurbaşkanlığı seçimi ise ondan daha da önemlisi Meclis seçimleri geliyor.
Halk güçlerinin mecliste etkili ve nitelikli bir şekilde yer alması gerekli.
Olası anayasa değişiklikleri, Meclis komisyonlarında etkili çalışma, yasa tekliflerinin geçirilmesi, rejim suçlarının araştırılması ve bir dizi iyileştirici uygulamanın önünün açılması için güçlü bir temsil gücü zorunlu.
Sosyalistlerin, devrimci demokratların enternasyonalist ittifakı olan Yeşil ve Sol’un toplumsal gücü hem rejimin devamını engelleyecek hem de rejimi restore ederek devam etmek isteyenleri daha ileri adımlar atmaya zorlayacaktır.
Parlamento seçimlerinde güçlü temsiliyet bu açıdan gereklidir.
Hedef bronz madalya…
Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.