Post

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin Karşı Devrimle Yıkılmasının Türkiye Derin Devletine Etkileri

Dünyada bir heyula kol geziyor: Emperyalist-kapitalist heyula

1 - Ekim 1917 devrimiyle Kremlin burçlarına çekilen kızıl bayrak yerini 26 Aralık 1991 tarihinde Çarlığın üç çubuklu bayrağına bıraktı. Dünya sosyalist güçleri 72 yıllık umutlarını başka Ekim’lere havale ederken dünyanın emperyalist-kapitalist güçleri 72 yıldır bekledikleri muratlarına erdiler.

Karşı devrim savaştan galip çıktı. Sömürü heyulası yeniden dünya üzerinde kol gezmeye başladı.

Yaşlı dünyanın tüm burjuvazisi, Papası, Çarı, finans oligarşisi, tekelleri bu karşı devrimi el ele vererek kutlama ve kalıcılaştırma çabasına girdiler.

İlkel toplumdan sonraki bütün dünya tarihi nasıl bir sınıflar mücadelesi tarihi idiyse bundan sonrası da sınıflar mücadelesinin tarihiydi ve bunu en çok dünyanın emperyalist-kapitalist sınıfı biliyordu.

Öyle bir dünya egemenlik düzeni kurulmalıydı ki artık Ekim Devrimi gibi ‘kâbuslar’ asla yaşanmamalıydı. Kapitalist egemenliğin en küçük birimi aileden, en üst birimi dünya egemenlik sistemine kadar her şey alınan derslerin ışığında yeniden düzenlenmeli; eşitlik-özgürlük-adalet sisteminin ‘kahrolası’ adı olan sosyalizm tarihin yedi kat dibine gömülmeli ve tarihin kendisinin bile sonu getirilmeliydi.

Katılaşan karşı-devrim sistemi buharlaşıyor mu?

2 - Her savaş onu başarıya ulaştıracağı düşünülen strateji-taktik ve araçlarla yürütülür. Dünya çapında savaş, dünya çapında örgütlenme gerektirir. Bunu en çok burjuva sınıfı ve onun savaş aparatları bilir.

NATO, karşı devrim hedefinin savaş mekanizmasının şemsiyesi idiyse de her kapitalist devletin sinir uçlarına kadar dağılmış karşı devrimin sıcak-soğuk-psikolojik mekanizmaları da kurulmuştu.

Her burjuva devletinin egemenliği buzdağları şeklinde örgütlenmişti. 

Toplumsal-tarihsel-psikolojik biçimlerine göre buzulun üstü değişik biçimler alsa da buzulun altında devasa dehlizlerde her ülkenin gladyosu yani sınır tanımaz, hukuk tanımaz, anayasa tanımaz, gerekirse kendi halkıyla savaşacak canavar örgütler kurulmuştu.

Bu örgütlerin amacı her ne kadar bir Sovyet işgaline karşı topyekûn direniş örgütlemek olarak kodlandıysa da asıl amacı ülkelerdeki işçi sınıfı ve müttefiklerinin mücadelesini kitlesel katliamlar dâhil akla gelebilecek her yolla engellemekti. Mümkünse bu tehlikelerin henüz daha doğmadan önüne geçmekti. Çünkü en iyi sosyalist doğumuna izin verilmemiş sosyalisttir. Tecrübeleriyle sabitti ki bir sosyalist hareket doğduktan sonra onun çoğalmasını engellemek uzun erimde mümkün değildi.

3 - Bu derin mekanizma her ülkenin özgün koşullarına göre örgütlenmişti. O ülkenin devletinin en güvenilir kurumlarının önderliği ve kontrolü altındaydı. Kimilerinde istihbarat örgütü içinde, kimilerinde ordu içinde kimilerinde ise gölge ordular biçiminde örgütlenmişti.

Her türlü savaş için eğitilmişlerdi. Asimetrik savaş, psikolojik savaş, propaganda-ajitasyon dahil her türlü savaşın ustalarıydılar.

4 - Türkiye karşı devrim programının en önemli paragraflarındandı. Hem SSCB’nin sınırındaydı hem de 19. yüzyıl başlarından bu yana her türlü karşı mücadeleye rağmen ihmal edilemeyecek bir devrimci-demokrat-sosyalist potansiyele sahipti. Bunu yerel sömürücüler de çok iyi bilirdi. NATO’ya girişle bu anti-komünist şemsiyenin güvencesine kavuşulmuştu. Dünya emperyalist sistemiyle entegrasyonun savaş ayağı başarılmıştı.

Seferberlik Tetkik Kurulu’nun kurulması ile de karanlık dehlizlerdeki canavarın kol gezme vakti gelmişti. Başlarda ilkel olan bu örgütlenme, zaman içinde hem istihbarat içinde hem ordu içinde hem de sivil savunma örgütlenmesi adı altında siyasal egemenliğin tüm sinir uçlarına yayılmıştı. Biz onu daha çok Özel Harp Dairesi’ne bağlı kontrgerilla olarak biliriz. Devletin her kurumuna, siyasal partilerine, yardım örgütlerine, okullarına, mahallelerine, sokaklarına yayılmış ahtapot bir örgütlenme. Çok kollu tek kafalı bir örgütlenme.

Ancak bu örgütlenme dünya sosyalist sisteminin yıkılması ile işlevini tamamlamıştı.

Yeni dönemin yeni bir tarzda örgütlenmeye ihtiyacı vardı.

Dünyanın emperyalist-kapitalist beyni böyle düşünüyordu. Savaş şemsiyesi yeni şartlara göre düzenlenecek, ülkelerdeki ahtapotların yerine yeni canavarlar ikame edilecekti.

Ancak bir sorun vardı: Türkiye’deki derin devlet mekanizmasının başındakiler böyle düşünmüyordu.

Atlantik Paktı merkezli yeni program, Türkiye yerelinde kabul görmemişti. Yıllarca bu mekanizmadan beslenmiş yerel güçler güç yitirmek, yerlerini başka güçlere bırakmak istemiyorlardı.

Hem sağlam gerekçeleri de vardı…

Türkiye ‘derininde’ yarılma

5 - SSCB’nin ve sosyalist sistemin yıkılması ile emperyalist-kapitalist sistem dünya egemenlik sistemi haline gelmişti. Sistemin beyni; savaş örgütü NATO’yu tüm dünyaya yayarak, hedefini ‘teröre karşı savaş’ olarak yeniden kodlamış olan ahtapotun kollarını yeni döneme uygun olarak düzenleme kararı almıştı ve ‘topyekûn demokratikleşme’ olarak kodlamıştı. Pek çok ülkede bu geçiş sorunsuz halledilmişti. Mafya ile iç içe geçmiş örgütlenme, İtalya’da sorun çıkardıysa da ‘Temizeller’ operasyonuyla halledilmişti.

Ancak Türkiye derini direniyordu. ‘Biz İsveç’e benzemeyiz. Bizim acilen halletmemiz gereken Kürt sorunumuz var, çeşitli terör örgütleri var, bizim eski egemenlik sistemiyle devam etmemiz gerekir.“ ‘Demokratikleşme’ bu sorunlar tamamıyla halledilmeden gerçekleşemez” diyorlardı. MGK Sekreterliği bu savın merkezi halindeydi.

1990’lı yıllar ‘bölgedeki’ Kürt sorunun ivmelendiği, batıda işçi sınıfı mücadelesinin yükseldiği, sosyalistlerin 12 Eylül darbesinin etkilerinden silkinmeye başladığı zamanlardı. Bunların halledilmesi gerekiyordu. Daha doğrusu yerel egemenliği devretmek istemeyen çevrelerin gerekçeleriydi bunlar… Eski rejim, Atlantik merkezli kurulmak istenen yeni rejime direniyordu.

Kaza süsü verilmiş ihtar: Susurluk Vakası

6 - 3 Kasım 1996 yılında Susurluk mevkiinde gece karanlığında frenlerinden boşalmış bir otomobil son sürat ilerlerken, manevra yapan bir kamyona çarpar. Otomobil Pandora’nın Kutusu gibidir. Bir milletvekili, bir polis müdürü; ülkücü kimliğiyle bilinen, yurt içinde ve yurt dışında derin operasyonlara katılmış aranan bir erkek ve bir kadın. Milletvekilinin dışında diğerleri ölmüştür.

Türkiye aylarca sarsılır. Soruşturmalar, kovuşturmalar, raporlar… Mafya - devlet - siyaset üçgeninde derin ilişkiler olarak tanımlanan olay, derin etkiler bırakmıştır siyasi yaşamda.

Olay açıklığa kavuşturulamaz bir türlü… Aslında bir uyarıdır bu derin devlete Atlantik ötesinden. Siz yeni konsepte uygun davranıp çekilmezseniz, biz sizi deşifre ederiz uyarısıdır.

8 Temmuz 1996 yılında kurulan RP - DYP koalisyonu iş başındadır. Başbakan Necmettin Erbakan’dır. Olayı hafife alır, iddiaları ‘fasa-fiso’ olarak değerlendirir. Bu tutumuyla kendi sonunu da hazırlamıştır.

Anayasa Mahkemesi’nin önceki hükümet güvenoyunu iptal etmesi sonucunda kurulmuştur Hükümet. Bir nevi altın tepside sunulmuştur Başbakanlık.

Derin güçler rahatsızdır. Denk bütçe ısrarı, devlet gelirlerinin tek havuzda toplanması kararı, İslam ortak pazarı iddiası hem Dünya egemenlik sisteminin beynini hem de yerel egemenlik sistemini çözüm arayışına iter.

Bir anda şeriat tehlikesi gündeme gelir. Basın ve televizyon, kamuoyunu hazırlamaya başlar.

1 Şubat 1997 gecesi Susurluk kazasının aydınlatılmasını isteyen bir grup, ‘sürekli aydınlık için bir dakika karanlık’ eylemlerini başlatır. Başbakan ve dönemin Adalet Bakanı bu gelişmeyi önemsemezler, küçümserler.

Belli çevreler bu eylemden yola çıkarak, örneklerine Gürcistan’da ve Ukrayna’da rastlanan türde ‘renkli devrim’ beklentisine girmiş olabilirler ancak olaya Batı Çalışma Grubu olarak bilinen ordu generallerinden oluşan grup olaya el koyar. BÇG, 28 Şubat 1997 MGK toplantısında ülkenin gidişatından rahatsız olduğunu belli eder. Milletvekili ve parti pazarlıkları sonucu hükümet devrilir.

Her iki egemenlik sistemi de şimdilik anlaşmışlardır. “Anti-emperyalist” ve şeriatçı Refah partisinden kurtulmuşlardır.

Erbakan’ın Çankaya Köşkü’nde cemaat ve tarikat liderlerine verdiği yemeğe davetli olduğu halde katılmayan cemaat lideri Fethullah Gülen’in 28 Şubat Darbesi’ni desteklemesi de dikkate değerdir.

28 Şubatçıların egemen olduğu ortamda İHD Genel Başkanı Akın Birdal, dernek merkezinde silahlı saldırıya uğrar. Ölümcül yaralanmasına rağmen hayatta kalmayı başarır.

Derin devlet işbaşında olduğunu ve ipleri elinde tuttuğunu ilan etmek istemiştir adeta.

Bir adım ileri iki adım geri: Derin Direniş

7 - 1997-2002 yılları arası siyasal ve toplumsal bunalım yıllarıdır. İş başında görünen Hükümetler bir yandan Avrupa Birliği’ne giriş hamleleri yaparlar diğer yandan ‘bölücülük tehlikesini’ gerekçe göstererek kurulu düzenin devamından yana tavır koyarlar.

Dönemin MGK Sekreteri açık açık yeni dönem politikalarından ve dünya egemenlik sisteminin yeni konseptinden duyulan rahatsızlığı ifade eder.

Ekonomik bunalım küçük mülk sahiplerini bile isyana sürüklemiştir.

17 Ağustos Depremi’nde on binlerce insan can vermiş, devletin yetersiz kalması topluma yayılan karamsarlığı huzursuzluk boyutuna taşımıştır.

Toplumsal psikoloji değişimden yanadır. Klasik burjuva partilerinden umudunu kesmiştir.

Anasol - MHP hükümetinin ortağı MHP, bu durumda Devlet Bahçeli’nin ağzından hükümetten ayrıldığını ve seçim yapılması gerektiğini açıklar.

Derin kapışmada yeni bir sayfa açılır. Milli görüş gömleğini çıkarttığını ilan eden ve Avrupa birliği’nden yana, demokrasi ve özgürlük rejimi yanlısı olduğunu ilan eden AKP, kuruluşundan kısa bir süre sonra başta ABD ve Avrupa Birliği olmak üzere dış güçlerin derin desteğiyle ve toplumdaki çaresizliği kendi lehine olumluya çevirerek Meclis’te çoğunluğu kazanır.

Dünya egemenlik sistemi yeni bir başarı elde etmiştir. Derin devlet geri çekilmek zorunda kalır bir süreliğine de olsa.

Mutemet ortaklı koalisyon

8 - AKP mecliste çoğunluğu sağlamıştır ancak Hükümet’te tek başına değildir. Ajitatif önderliğini ABD’de yaşayan Fethullah Gülen’in yaptığı Cemaat, gizli ortaktır. AKP’ye henüz tam güven sağlamamış olan dünya egemenlik sistemi, böyle uygun görmüştür.

Yeni Hükümet; ülkedeki sermaye sınıfının, dünya sermaye sınıfının ve yönetimlerinin tam desteğini almıştır. Bazı sol çevreler bu durumu demokratik devrim olarak bile alkışlarlar.

Siyasal - ekonomik ve toplumsal düzen programı tam istedikleri gibidir. Derin devlet bir darbe almış, sütre gerisine çekilmiştir. Olan biteni izlemektedir.

İlk beş yıl iktidar sağlamlaştırılır. Basın tekeli elde edilir. Kalemşörler hazırlanır. Halk geçici de olsa kolay borçlanma yoluyla rahatlatılır.

İçerden ve dışardan el birliğiyle güçler dengesi lehe çevrilir.

Devletin görsel makamları hızla AKP’nin ve ortağının eline geçerken karanlık dehlizlerin temizliği için de düğmeye basılır.

Ergenekon - Balyoz - 28 Şubat davalarıyla derin devlet çembere alınır.

MGK sivilleştirilmiş, asıl işlevi devlet siyasetine hukuksal yorumlar yoluyla kanunilik kazandırmak olan yüksek yargı kurumlarında çoğunluk sağlanmış; güvenlik ve istihbarat örgütleri Hükümetin sözde değil özde kurumları haline getirilmiştir.

Yeni dünya düzeni Türkiye’de ilk raundu almış gibidir.

Kılıçlar çekiliyor: 15 Temmuz 2016 Düellosu

9 - Devlet içindeki mekân ve mıntıka temizliğinden sonra iktidar ortakları arasında egemenlik mücadelesi başlamıştır. Güvenlik güçlerine ve yargıya hakim olduğunu düşünen Cemaat, ortağını bir takım yargı ve polis operasyonlarıyla itibarsızlaştırmak istediyse de kısmi darbeler vurmanın ötesine geçemedi. Bir tür küçük burjuva dar örgütlenmesi olan Cemaat, liderinin de etkisiyle halk içinde hatırı sayılır gücü bulunan AKP’ye istediği darbeyi vuramamıştı.

Yukardan bir darbeyle sorunu çözmek daha uygundu. Atlantik güçlerinin güvenilir aparatı olarak bu çevrelerin zımni desteğini aldığını düşünüyordu. Son hamle zamanlama meselesiydi.

Satranç oyununa dönüşen mücadelede eski rejim güçlerini ve yeni dünya düzeniyle çelişki içinde bulunan komşu devletleri yardıma çağıran siyasi kanat, son meydan muharebesinden yaralı da olsa galip çıkmayı becermişti.
 
Sütre gerisinden çıkan derin güçler, gücü yeniden ellerine almışlardı.

Yeni dünya düzeninin ülke için uygun gördüğü rejime karşı çıkan bu güçler, artık açıkça kendilerini Avrasyacı olarak tanımlıyorlardı. İçi boş ve kapitalizm gerçeklerine aykırı bir ‘anti-emperyalizm’ söylemiyle, bazı sol güçleri de yanlarına alarak, arz-ı endam ediyorlardı devlet siyasetinde.

Uygun iç ve dış ortamdan yararlanılarak yeni bir rejim inşasına girildi hemen. Seçim görünümlü meşruiyet sağlama çabalarıyla bu inşa, temelden çatıya kadar tesis edildi. Rejimin sözcülüğünü ve temsiliyetini sağlayan yetkilinin yanına güvenilir bir mutemet bulunarak inşa tamamlanmak istendi.

Ancak ülke ve dünya gerçekleri kısa sürede bu rejimi çıkmaza soktu.

Ekonomik temelini inşaat, savunma sanayi kartellerinin ve finans oligarşisinin oluşturduğu rejim, ancak açık zorla ayakta kalabilecek durumdaydı.

Ekonomik bunalım, devlet hazinesini zorlayan savunma harcamaları, halkın sefalet düzeyinde yoksullaşması, yolsuzluk ve talan, toplumsal çürüme, yeni dünya düzeninin desteğini çekmesi rejimi çıkmaza soktu.

Açık zorun tek başına yetmeyeceğini bilen rejim, seçimler yoluyla görünüşte de olsa toplumsal meşruiyet sağlamayı geleceği açısından gerekli görüyor.

14 Mayıs seçimleri: Sondan bir önceki

10 - Bir yanda var olan rejimin daha da acımasızlaşarak devamından yana olan mevcut iktidar güçleri, diğer yanda gelinen siyasal - ekonomik durumun sürdürülemez olduğunu düşünen restorasyon güçleri. Ve ‘öteki’ yanda olan emekçilerin, kadınların, gençlerin kısacası halk kesimlerinin eşitlik, özgürlük, adalet savunuculuğunu yapan sol, sosyalist, devrimci-demokrat güçler 14 Mayıs’ta programlarıyla seçmenden destek isteyeceklerdir.

Her üç anlayışın hedeflerini ve programlarını burada anlatmaya gerek yok. Biliniyor, izleniyor ve tartışılıyor.

Biz ne yapmalıyız?

175 yıl önce yazılmış ‘Manifesto’ çok özlü biçimde anlatmış.

“......Komünistler işçi sınıfının dolaysız amaçlarına ve çıkarlarına ulaşılması için mücadele ederler; ama bugünkü hareketin içinde hareketin geleceğini de temsil ederler. Fransa’da muhafazakâr ve radikal burjuvaziye karşı sosyal demokratik partiyle birleşirler; ancak devrimci gelenekten aktarılan boş laflara ve yanılsamalara karşı eleştirel tutum takınmak hakkından da vazgeçmezler.

İsviçre’de radikalleri desteklerler; ancak bu partinin çelişik unsurlardan, kısmen Fransa’daki anlamında demokratik sosyalistlerden, kısmen radikal burjuvalardan oluştuğunu gözden çıkarmazlar.

Polonyalılar arasında bir toprak devrimini ulusal kurtuluşun koşulu yapan Parti’yi: 1846’daki Krakow ayaklanmasını hayata geçiren Parti’yi desteklerler.

.....Kısacası komünistler her yerde mevcut toplumsal ve siyasi düzene karşı her devrimci hareketi desteklerler.

Bütün bu hareketlerde ne ölçüde gelişmiş olduklarına bakmaksızın mülkiyet sorununu hareketin temel sorunu olarak öne çıkarırlar. Nihayet her yerde bütün ülkelerin demokratik partilerinin birleşmesi ve anlaşması için çalışırlar.’’

Ülke ve parti isimlerini değiştirmek yeterlidir diye düşünüyorum. 

Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.

İlgili Yazılar

Post

Boş Koltukta Kim Oturuyordu?

Post

15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi Üzerine

Post

24 Ocak Kararları: Mahvolsun Emekçiler Var Olsun Kapitalistler

Post

1917 Bolşevik Devrimi’nden Yeni Devrimlere…

Post

Faşizme Geçit Yok

Post

Mujica mı, Özal mı? Kılıçdaroğlu’nun Açmazı

Post

Çökertemediniz Lakin Göçüyorsunuz

Post

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin Karşı Devrimle Yıkılmasının Türkiye Derin Devletine Etkileri