İki Tür Kimlikçilik ve ‘Bağımsız Devrimci Siyasal Hat’
Seçimlerden sonra tartışılacak, düşünülecek, yapılacak çok şey var. Hepimiz farkındayız. Ayrıca 28 Mayıs’tan beri neredeyse her gün konuşuluyor zaten.
Doğru olmasına doğru; büyük siyasal/toplumsal sorunlarla karşı karşıyayız. Gücümüzü aldığımız işçi sınıfı üzerinde, işçi sınıfının örgütleri üzerindeki etkimiz acı verici şekilde az. İşçi sınıfı gericiliğin, faşizmin ve sarı sendikacılığın etkisi altında. Kürt halkı mümkün her biçimde eziliyor. Kadın ve LGBTİQ+ düşmanları mecliste yasa tasarıları vermeye hazırlanıyorlar.
Durum bildiğimiz üzere son derece kötü… Neredeyse bir uğultu gibi konuşuluyor her gün. Değerlendiriliyor da… Ki değerlendiriyor olmak iyidir. Belki çok fazla saçma sapan şey okuduk, ancak analiz etmeye yönelmekten kaçınmamalıyız. Eğer zorlu ve karmaşık bir durum içindeysek, zorlu ve karmaşık durumları anlamak zorundayız.
Seçimlerden önceki tartışmalar yanlış karşıtlıklar üzerine kuruluyordu. ‘Bağımsız hat’ ve ’farklı güçlerle ittifak’ arasındaki kurulan karşıtlık da böyleydi mesela. Farklı argümanlar ileri sürülse de temel tartışma nesnel konumlanışımız açısından “Kürt hareketiyle ittifak yapmalı mı, yapmamalı mı?” seçimi üzerineydi. Ve yanlış bir yaklaşımdı. Geçmiş seçimlerde en önemli şey Erdoğan’ın gitmesiydi. Ona karşı olan en büyük gücün yaratılmasıydı. Bu yaratılabilir ve en azından Özdağ-Oğan ikilisi kadar bile olsa sonuçlara etki edilebilirdi. Bu bizi ve Türkiye emekçilerinin, ezilenlerinin siyasetini belirleyici hale getirebilirdi.
Ülkenin nesnel politik denkleminden ‘bağımsız’ bir devrimci siyasal hat düşünülemezdi. Diğer tüm “kimler kimlerle asla yan yana gelmeyiz” vurgularının çoğunluğu nesnel olarak yalnızca estetik ve hatta kimlikçi bir etkiye sahipti. Ayrıca çoğunlukla ‘saf sınıf siyaseti yapılmalı’ diyen bu kanat felsefi olarak ‘saflık’ iddiasıyla da çelişiyordu. Liberal sapmaya asla prim verilmiyor, ancak ‘saf sınıf siyaseti’nden sol kemalizme ve sağ sapmalara belirli düzeyde primler verebiliyorlardı.
Neticede bu çok özgün çizgiyi izleyen hattın çoğu da ittifak yapanlar gibi Kılıçdaroğlu’nu destekledi. Ve en önemlisi bu ayrışma farklı eğilimleriyle tüm ülke solumuzun, sosyalistlerimizin, demokratlarımızın genel tabloya anlamlı bir etki yapmasına katkıda bulunmadı. Bu açılardan bence, genel seçimlerde Kürt hareketiyle omuz omuza yürümemek, ittifak kurmamak yanlıştı.
Ayrıca bu eğilim yalnızca Sosyalist Güç Birliği (SGB) içerisinde değil, Emek ve Özgürlük İttifakı’nda da etkili oldu.
***
Şimdi ise; seçimlerden sonraki vaziyete dair tartışmalar da yanlış karşıtlaştırmalar üzerinden kuruluyor. Gündemdeki belirgin bir tartışmada, bir tarafta ‘seçimler önemliydi’ diyenler ve ‘seçimler o kadar önemli değildi’ var gibi görünüyor. Birinci taraftakilerin hepsi tümü de elbette kendi seçim siyasetleri ve pratikleri içerisinde tutarlı değildi.
Ancak ikinci, ‘seçimler önemli değildi’ diyen katı pratik faaliyet savunan kanat da süreçteki kendi konumlanışı açısından tutarsız.
Örgütlü şekilde yapılan yahut kendiliğinden alevlenen, toplumda iyi etki uyandıran, kitlesel bir direniş haline gelme potansiyeli taşıyan eylemlerin, direnişlerin önemi tartışılamaz. Bunları var etmek; işçi sınıfının, kadınların, ezilenlerin gücünün düzen aygıtlarına karşı fiziki olarak da etki edebilmesini sağlamak en önemli hedeflerimizden biri olmalı. Ancak güncel durumda halkımızda gerçek anlamda bir isyan etmeye yöneliş olduğu da söylenemez. Emekçi halkımız açlık çekiyor, yokluk ve yoksunluk çekiyor. Ama henüz bunu ufkunda göremiyor.
Bunu ufuklarında göremiyorlar. Çünkü kimse yalnızca şartları kötü diye isyan etmez. Belirsizlik itici bir güç haline gelmez. Tam olarak ikna olmadığı bir dava için kolay kolay riskli işlere girişmez. Toplumda bu tür bir yöneliş olmasına ilişkin de solun ciddi bir çabası da yok. Seçim sürecinde de içinde birçok farklı programı savunan örgütlerin de olduğu bu eğilim; çoğunlukla pratik faaliyetin seçimlere nazaran ne kadar önemli olduğunu söyledi. Fakat her zaman vurguladıkları pratikçilik seçim sürecinde hiçbir surete bürünmedi. Önemli bir konumlanmaya erişmedi. Seçimlere girenler gibi ‘eklemlenmemiş’ oldular ama tüm toplum kesimlerinin iştirak ettiği bir kitlesel politik süreçte en çok vurguladıkları işçi sınıfına, kitlelere en azından güncel bir propaganda yapmaya da girişmediler.
Bu eğilim tarafındaki arkadaşlardan temelde solun seçimlere girmesine yönelik eleştiriler geliyor. Burjuva siyasetine eklemlenmiş olma durumu temel eleştiri konusu - ve Erdoğan’ın gönderilmesi temel alınmış olsa da, inisiyatifi CHP’ye bırakmış olmak, seçim sonuçları bakımından tutarlı bir eleştiri. Seçim güvenliğine ilişkin durumun CHP’de kalmış olması ve onun korkunç biçimde çuvallaması, kendimizi CHP’nin adayının kazanmasına bağlı bir durumun içinde bırakmış olmak hatalıydı. Özel mülkiyeti ortadan kaldırmaya yönelik radikal iddiamızla bağdaşmayan bir durumdu. Yukarıda bahsettiğim Oğan-Özdağ ikilisi kadar bile genel tabloya etki edememiş olmak bu konuda birçok şeyi yeniden ele almamız gerektiğini göstermektedir. Şüphesiz ki alacağız.
Fakat seçimleri direnişlerin karşısına koyan eğilim de öznel politik konumlanışı açısından sosyal demokrat burjuva muhalefetini eleştirmenin ötesine gidemedi. Seçimlerin ülke siyasetini, kitlelerin ruh halini ne düzeyde etkilediğine yeniden çok canlı biçimde şahit olduk. Bu kadar belirleyici bir konu sadece bir ‘ritüel’ düzeyine indirgenerek ele alınamaz. Buradaki hata da buydu.
***
Seçimlerle ‘düzen içi’ olduğu için ilişki kurmayı reddediyorsanız, geri kalan tüm mücadele alanlarını da bir ölçüde reddetmeniz gerekir. Ki, mevcut devrimci pratiğin çoğunluğu -ve bu eleştirileri yönelten arkadaşların da- ‘düzen içi’ diyebileceğimiz alanın içindedir. Tamamen ‘düzenin dışında’ bir çizgide yürümeniz gerekir. Bu bakımdan seçimlere iştirak etmek veya etmemek tam anlamıyla bir seçenek meselesi değildir. Seçimlerle kuracağınız ilişkiyi, edinebileceğiniz kazanımları kendiniz seçebilirsiniz. Seçimlerle ilgili konumlanışları eleştirebilirsiniz. Fakat bütünsel ve radikal politik fikirleriniz varsa, bulunduğunuz coğrafyadaki en büyük siyasi olaya iştirak etmelisiniz. Uzaktan izliyor ve yorumluyor olmak doğru değil. Güncel ve pratik olanı savunmak açısından da tutarlı değil.
Çünkü ne derseniz deyin, ne kadar ‘bir düzen partisi, bir başka düzen partisi de gelse aynı!’ deyin Erdoğan’ın gitmesi önemliydi…
Seçimler yapılıyor, düzen partileri, gerici partiler harıl harıl siyasi propaganda üretirken ya Kürt hareketiyle, liberallerle yan yana olmamanın “onuru” öne çıkarıldı; ya da seçimlerin değil direnişlerin önemli olduğuna dair vurgu yapılmış oldu. Şimdi de sanki seçimler sadece onunla ilişkiye girmiş olanlarla ilgiliymiş gibi özeleştiri yapılması bekleniyor.
‘Bağımsız hat’çılık kadar ‘direnişler örgütlenmedi’cilik de kimliksel bir konumdu. Birbirleriyle özdeş olan tarafları da buydu. İki kanat da seçimlerle emekçilerin, ezilenlerin kazanımları açısından düşünmedi. Ellerini hiç kirletmemiş bir devrimciliğin ontolojik savunusunu yaptı.
***
Elbette bu söylediklerim düşmanca değildir. Bu saydığım eğilimlere sahip siyasetlerle birbirimize kısa vadede asla kabul ettiremeyeceğimiz, asla benimsemek istemeyeceğimiz fikirlerimiz kesinlikle vardır. Olacaktır. Siyasi çizgiler zaten ayrışa ayrışa belirginleşir. Hayatını mücadeleye göre belirleyen, kalbi sosyalizm için atan kimseyi de düşman olarak görmek aklımdan geçmez.
Madem ki zor bir durumun içindeyiz, birbirimize keskin eleştiriler de yöneltebilmeliyiz. Ama ortaklaştığımız yerleri tespit etmede de aynı düzeyde heyecan duymalıyız. Farklı alanlarda birlikte yol yürüyebileceğimiz durumları arıyor olmalıyız. Ülkemizin en gerici ve sağcı unsurları bir arada. Şeklen bile “sol” olarak karşısına konulabilecek gerçek bir güç yok. Bu azgın iktidara karşı neyi iyi yapacaksak tutarlı bir ittifak perspektifiyle, ortaklaşabildiğimiz düzeyleri artırarak yapacağız.
Bu direnişlerin artması ve güçlenmesi açısından da önemli, sosyalistlerin “bağımsız devrimci siyasal hattının” kurulması açısından da.
***
Kadın mücadelesi özellikle pandemi döneminden sonra bu ortaklaşma ve ittifak mentalitesi açısından önemli bir deneyim biriktirdi. Geçtiğimiz yılda farklı eğilimlerden, farklı siyasi programları savunan kadın örgütleri bir arada mitingler yaptı. Ortak metinler yazdı. 8 Mart’larda, 25 Kasım eylemlerinde meydanlarda, önemli merkezlerde eylemler yaptı. Kimse birbirinin içinde erimedi. Herkes kendi örgütüyle, siyasetiyle, flamalarıyla, sloganlarıyla, direnişiyle kendini ifade edebildi. Bu ilişki kurma biçimini takdir etmeliyiz. Onlardan öğrenmeliyiz.
Seçimlerin ardından özellikle Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Kadın Meclisleri nezdinde örgütlü kadın hareketine bir yöneliş var. Kadın düşmanları mecliste, artık geri çekilebilecek başka bir nokta yok. Kadınlar, LGBTİQ+’lar bunun farkında. Yaklaşık 2 bin kadının üyelik için başvurduğu biliniyor. Ülke çapında kadın toplantıları başlıyor. Meclis Taliban zihniyetlilerle dolduysa kentler, mecralar, sokaklar eşitlik ve özgürlük mücadelesi veren kadınlarla dolu olacak. Farklı kimliklerden, farklı görüşlerden kadınlar karanlığa karşı mücadelede meclislerini kuracak.
Alçak kadın düşmanları meclisten geçirmek istedikleri her gerici yasada, üstünü örtmek istedikleri her cinayete, tacize, tecavüze, şüpheli ölüme karşı; karşılarında onların örgütlü gücünü bulacaklar.
Kadın yoldaşlarımızı selamlıyorum. Yolları açık olsun. Mücadeleleri hepimize ilham, bilinç olsun.
Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.