Rotaryen Kıvamında Sosyalistçilik de Olur Akademisyen Kulübünde Bolşevikçilik de!
Söylediklerimizle yaptıklarımız arasındaki fark, bizim ideolojik ve etik duruşumuzu yansıtır. Yani kabaca bu böyledir ve garip bir biçimde bu taktik değişiklikler olarak algılanır. Oysaki bu algı, tümüyle yanılsamadır ve genellikle tarihsel materyalizm ve diyalektiğin eksik anlaşılmasından, daha açık söyleyelim az okumaktan ve saha pratiğinden yoksun olmaktan kaynaklanır. Burada sözünü etmek istediğim, temel ilkesellikler ve onlara yaklaşımımızdır. Mesela çoğulculuk deyip de çoğunlukçu yaklaşımı hayatımızın pek çok alanında tercih ediyor olmamız gibi!.. Bu sebeple, her türlü ezbere ve yanılsamaya teslim olmaya yatkınlığımız var.
Birikim’in birikintisinde oynamak
Belli ezberleri tekrarlamayı çok sever olduk. Özellikle de 80’li yılların ortalarından itibaren, hele hele Sovyetler Birliği ve Sosyalist Blok’un yıkılmasının ardından... Tabii ki nesnel koşulları yeniden değerlendirmek ve ona göre bir ideolojik revizyon gerekiyordu, ancak bunu yapmak yerine daha kolayına kaçmayı tercih ettik. Yabancı dil bilen bir grup, kendilerini sosyalist entelijansiya ilan edip, yabancı dilde okuduklarını azıcık evirip çevirip bir ahir zaman peygamberi edasıyla bize ‘kakalarken’ yine kendini ‘elit sosyalist’ olarak gören bir yarı aydın çevre bu yazarların tilmizi oldu ve kısa sürede bu sentezden uzak, eklektik, buram buram çeviri kokan tezler pek bir ‘in’ oluverdi.
Kakafonik bir yarı-aydın korosu
1990’lı yıllarda sosyalist düşünce ortamlarında pek moda olan bu tezler, öyle ya da böyle 2000’li yıllardan itibaren bir şekilde hem sosyalist örgütlenmelerde, hem Kürt entelektüel çevrelerinde pek sevilir ve sabah akşam yerli yersiz ezberden tekrarlanır hale geldi. Sonrasında radikal demokratlar da bayıla bayıla bu söylemleri benimsedi. Birikim dergisinde yayımlanan bu tarz ‘yeni bakış’ yazılarının üzerine biraz daha kimlik ‘sorunsalları’ boca etmeyi marifet bilen bir grup akademisyen ya da kendinden menkul aydının bu söylemleri, benimsenmesi kolay birer şekersiz sakız namesi haline gelmekte gecikmedi. Sosyalistler, radikal demokratlar, liberteryenler, sol sosyal demokratlar, Kürt aydınları ve bu ekiplerle ‘hoşbeş’ ilişkileri içindeki bir grup geleneksel muhafazakar münevver kakafonik bir koro oluşturup, eklektik, derinliksiz, manipülatif bu söylemi alakalı alakasız her siyasi ortamda vaaz eder oldu.
Şu günlerde, yani sosyal, ekonomik ve siyasi koşulların sosyalist hareketler için oldukça elverişli olduğu bir ortamda, bu sağlıksız zihinsel beslenme kaynaklı hazımsızlık hala en önemli meselelerimizden biri olmaya devam devam ediyor. İdeolojik netliği bırakalım bir kenara, strateji belirlemek bile imkansızken, taktik ortaklaşmaların önünü kesen en temel etmen işte bu kafa karışıklığı... Diyeceksiniz ki, bu kadar sığ bir fikir şamatası nasıl bir kafa karışıklığı yaratabilir ki? İşte bu noktada, kafaların hacminin ne denli daraldığına üzülmek gerekir.
İktidara mektup yazmak mı?
Birkaç örnekle gidelim... Tepeden tırnağa olsun! Sınıf siyaseti yapmayı ‘kabalık’ gören sosyalist partiler saymakla bitmez. Bunu da geçtim, ücret sendikacılığı düzeyinde bile olmaktan uzak bir ‘devrimci sendika’ kadar bile sınıf siyaseti yapamıyorlar desek yeridir. Hal böyle olunca gerici otoriter rejimin işi de çok kolay oluyor doğal olarak, CHP’nin talep ettiği asgari ücreti bile telaffuz etmekte güçlük çeken sosyalistler, asgari ücrete yüzde 50 zam yapılınca gözüne far tutulmuş tavşana dönüyor. Bir kez bile olsun, basit, herkesin anlayacağı, net hedefler üretememek, her türlü bildirinin başına sonuna etnik, demografik, cinsiyet eksenli, ekolojist bir nakarat eklemeden bir basın açıklaması yazamamak ve her türlü gündelik gelişmeye tek bir somut çözüm önerisi sunamamak hep bu kafa karışıklığı ve sahada görünmez olmanın sonuçları... Hele ki parti adına sahip olan sosyalist hareketlerin “Biz iktidara gelirsek şöyle yapacağız” demekten uzak, iktidara dilekçe yazma kıvamındaki açıklamaları işte bu odaksız, fikirsiz, manipüle halin sonuçları...
Süslü tanımların peşinde siyaset yoksunluğu
Gelin şimdi Gezi Direnişi’nden bu yana gelişen ve beyinlere zincir haline gelen, pek şahane, pek moda hallere... ‘Yerellik’ ile başlayalım! ‘Yerellik’ yeni bir keşif değil, hemen belirtelim, sadece bellek kaybına uğramışlar için sürekli keşfedilip, mücadelesizliği perdelemek için kutsanmış bir mesele! Yoksa 80 öncesinde mahalle mahalle örgütlenme ve yerel haklar eksenli mücadeleyi hatırlamak için biraz eski yayınlara bakmak yeter de artar bile. Ama eğer ki ulusal ölçekte sorunları analiz edecek bir ideolojik duruluğu kaybettiyseniz, tabii ki her başınız şıkıştığında gider ‘uyduruk bir kutsala’ sığınmak istersiniz. İşte bu sebepledir ki, yerelde mücadele, pandemi döneminde valilik ve kaymakamlık gölgesinde dayanışma ağlarına dönüşüverir. Hiç kimseye zerre faydası olmayan, bir tür parasız Rotaryen etkinliği yapar ve bununla pek mutlu olabilirsiniz! Kooperatifçilik de oynamanız mümkün tabii, sistem size bu özgürlüğü veriyor! Ama işte o kooperatifçiliği bile bundan 45 yıl önceki kooperatifçiliğin karikatürü haline dönüştürmenin sebebi yine aynı ideolojik bulamacın bir sonucu olur. Bir bakmışsınız, bir bilen bulmuş, onun peşine takılmış, tüketici kooperatifi adı altında kiraz kurusu satar olmuşsunuz! Sen ben bizim oğlana altın günü kıvamında bir dağıtımınız oluşmuş. Bırakın yoksulları, komşunuzun bile sizden haberi yok! Bir de bakmışsınız, abuk sabuk tartışmalarla o kooperatifi bile iki farklı kooperatife bölmeyi becerivermişsiniz!
Müsamarelerimiz pek devrimcidir!
Tabii ki eğer siyaseten mağlubiyeti kabullenmeye dünden hazırsanız, allı pullu kültür-sanatçılıkla idare etmek de mümkün. Siz isteyin yeter ki, rejim ne olursa olsun size imkan sunar! Örneklere geçelim hemen... Hiç aklımdan çıkmayan bir trajikomik anımı anlatayım size! Gezi’nin hemen ardından oluşan forumları ziyaret eden sanat kolektiflerini hatırlarsınız... Bir gün Maçka Forumu’nun toplantısını ziyarete geldiler. Bir kültür pınarı ki sormayın, tango performansı!.. Hayatınızda görüp görebileceğiniz en ucuz tango kursunun oldukça gerisinde bir gösteriyi ayıp olmasın diye izledik. Daha da ilginci ondan sonrasında toplantıya dahil olmaları ve Contemporary İstanbul’un nasıl dandik ve piyasa sanatı olduğuna ilişkin bize ‘sosyalist sanat bilinci’ aşılayan komik tiratlarıydı. Sonuçta, forumun bir saatinin heba olmasına ve birkaç kişinin daha forumu terk etmesine sebep olup rahatlayıp yeni sanatsal maceralara yelken açtılar! İşte size sosyalist perspektifli sanat anlayışı! Bu anlayış bugün hemen her yerde, siyasi faaliyet niyetine ilkokul müsameresi düzenleyen sosyalistler tarafından sürdürülüyor. CHP’li belediyelerin kültür müdürlerini taciz ederek bir sahne ve biraz da para almak sevdasıyla...
“Markamız devlet tarafından tescillidir ha!”
İşte bir yanda bunun çok daha ‘renkli’ manzaralarıyla likide olmuş bir sosyalist mücadele yol alıyor, kabaca ve açıkça biraz da ötekileştirerek bunu ‘Rotaryen sosyalizmi’ olarak adlandıracağım. Öte yanda ise buna bir tepki olarak insan devşiren başka bir ‘radikal sosyete’ hayat buluyor, önce adını koyayım, ‘kulüp bolşevikleri’! Bu eğilimin en köşeli temsilcisi, Kadıköy merkezli, tarihsel TKP’nin neyi var neyi yoksa haraç mezat üzerine konmuş bir akademisyen, yarı aydın ve öğrencilerden oluşmuş, kendi kendine tescil edilmiş Türkiye’nin ‘tek komünistleri’... Tek değiller ama onlar aynı iddiada olanları ya tanımamazlığa geliyor ya da kıstırdı mı dövüyor! Rotaryen eğilimli sosyalistlere göre bunların bir iktidar hedefi varmış gibi de duruyor. Ama konu Türkiye’nin en temel birkaç siyasi sorununa geldi mi, işte orada sıkı bir error veriyorlar! Biri Kürt meselesi, bir diğeri ittifak ve seçimler, daha birkaç tane var da, uzatmayayım. Kürt meselesi konusunda pek çok şey deyip hiçbir şey dememek konusunda gerçekten kimse ellerine su dökemez, ama Kemal Kılıçdaroğlu’nun bunlara göre daha net olduğunu söyleyebilirim. İttifak konusunda tutumları her zamanki gibi manipülatif ve baştan, ‘Kardeşim bize gelmez” deme cesaretleri olsa herkes en azından zaman kazanacak. Seçimler konusunda ise taktikleri izleyenlerin başını döndürecek kadar oynak! Yani aslında bir türlü ne yapacaklarını bilemeyecek bir hal... Aslında Emperyalizme Karşı Mücadele Derneği ya da Aydınlanma Derneği ismiyle faaliyet göstermeleri hem ülkemiz hem de insanlık adına bir netlik yaratması açısından önerilebilir. Peki söylemde radikallik var da, stratejide ne var? O yok ama şununla idare ediverin: Radikallikleri parti ismi için önümüze gelene bir tekme ve ‘yegane komünist biziz’ kavgalarıyla sınırlı.
Die Linke bu haldeyken...
Bu iki uca savrulmanın dışında arada kalan pek çok sosyalist hareket var. Ama öyle böyle bu ideolojik, politik ve etik formasyon noksanlığı hemen her yapıyı öyle ya da böyle etkiliyor. Bu böyle mi sürecek? Öncelikle belirtelim bu iki eğilim de daha uzun süre varlığını sürdürecek, kent orta katmanları sağ olsun her zaman buradan biraz beslenecek. Ancak küresel gelişmeler ve ulusal ölçekte nesnel koşullar yeni bir sosyalist yaklaşımın doğuşunu zorunlu kılacak. Yeter ki biraz özeleştiri yapmayı bilen, biraz sahaya inmeye istekli ve etik açıdan kendini aynada izleme cesaretini gösteren kadrolar olsun!
Kolay bir süreç değil bu kesin... Tüm dünyada olduğu gibi... Büyük umutlarla doğan Die Linke ile Alman Yeşilleri’nin rezaletin son perdesini oynağı bugünlerde, belki de bizimkilere bu kadar da yüklenmemek lazım! Ama yüklenmezsek ve görmezden gelirsek pek bir şey değişmeyecek. Zira herkes rolünden memnun ve bu kötü piyes devam etmeye meyilli! Dünya altüst olurken bizim de bir altüst olmak dışında bir çıkar yolumuz yok. Bir yeniden inşa için yıkıcı olmak gerekir bazen.
Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.