
Nerede O Eski Fiyatlar?
Bundan birkaç yıl önce, dışarıda yemek yemek orta gelirli bir ailenin hafta sonu yaptığı sıradan bir aktiviteydi. Her genç, işçi babasının ya da annesinin, hatta yaşça kendisinden büyük birinin hesap ödemek için arkadaşlarıyla tartıştığını, “Hayır, ben ödeyeceğim!” diye kapıştığını hatırlar. Şimdiyse hesap gelince sessizlik çöküyor, gözler kaçamak bakışlarla buluşuyor, herkes cebinde kalan son üç kuruşu düşünüyor. Almanya’yı dilinden düşürmeyen aşırı milliyetçiler bile artık “Alman usulü” hesaba dört elle sarılıyor. “Almanya bizi kıskanıyor” diyenler. Ne oldu sizin Anadolu misafirperverliğimize? Asgari ücretle Anadoluluğunuzu, kültürünüzü savunsanıza…
Artık esnaf lokantalarında menüye bakmak bile yürek istiyor. İnsan, kalp krizi geçirmemek için sağlık sigortasına güvenir hale geldi. Garsonun “Tatlı alır mıydınız?” sorusu, eskiden masaya yayılmış sohbetin tatlı bir sonuydu. Şimdi ise, adeta bir meydan okuma. Cevap: “Hesap lütfen.”
Tatlıyı geçtik, çorbanın yanına alınan ekmeği bile iki kez düşünür olduk. Yarın öbür gün lokantalarda “Ekstra tuz serpmek: 5 TL” diye bir kalem görürsek şaşırmayalım. Çünkü Türkiye büyüyor. Ama nasıl büyüyor?
Bir bakalım:
Yıl |
Net Asgari Ücret (TL) |
Dolar Karşılığı ($) |
2021 |
2.825,90 |
380,33 |
2022 |
5.500,35 |
412,01 |
2023 |
8.506,80 |
454,18 |
2024 |
17.002,12 |
576,53 |
2025 |
22.104,67 |
630,36 |
Dolar bazında dört yılda yaklaşık 250 dolar artış var, ama ev kiraları mı, gıda mı, faturalar mı aynı oranda arttı? Tabii ki hayır. Tencerede kaynayan çorbanın içeriği bile küçüldü. Eskiden tencerenin içinde et, sebze, bakliyat vardı.
“Türkiye büyüyor” diyorlardı ya. Evet, büyüyor ama emekçiler bundan payını alamıyor. Lokanta menülerindeki fiyatlar gerçekten gözümüzün önünde büyüyor! Çay bile boğazdan yakarak geçiyor artık, çünkü fiyatı yaktıkça yakıyor. Ama mesele sadece yemek değil. Başımızı sokacak bir ev tutmak da artık Milli Piyango’dan büyük ikramiye kazanmaya benziyor. İstanbul’da asgari ücretle ev kiralamak için mi çalışıyoruz, yoksa ev sahibimize maaş bağlamak için mi, belli değil.
Mehmet Şimşek, ekonominin tıkır tıkır işlediğini anlatırken öyle cümleler kuruyor ki, insan “Bunları okuyunca ekonomi düzeliyor mu?” diye düşünmeden edemiyor. Son açıklamasında cari açık rakamlarını sıralayıp, “sürdürülebilir istikrarın korunmasını bekliyoruz” demiş. Sayın Şimşek, istikrar mı dediniz? Hangi istikrar? Her ay elektrik faturasını gören vatandaşın nabzındaki istikrar mı, yoksa kira fiyatlarının jet hızıyla yükselmesindeki istikrar mı?
Kendisinin meşhur açıklamalarından biri de “Dış dengeye ilişkin kırılganlıkları muhafaza ettik, ekonomimizi daha dirençli hale getirdik” sözü. Bunun Türkçesi şudur: Ekonomi hâlâ kırılgan ama biz buna alıştık. Zaten vatandaş da alıştı: Önceden kredi kartı borcunu ödeyemezse dertlenirdi, şimdi “Asgariyi yatırayım da kart açık kalsın” diyor.
Ayrıca Şimşek “Brüt dış ihtiyacın milli gelir oranı yüzde 18,6’ya geriledi” diyor. İyi güzel de, vatandaşın brüt mutfak ihtiyacının gelire oranı neden sürekli artıyor?
Ekonomi yöneticilerinin açıklamalarıyla market fiyatları arasında uçurum var. Çünkü açıklamalar her ay düşerken, fiyatlar her ay yükseliyor. Dış ticaret açığının kapanmasını beklerken, vatandaşın tenceresi kapanıyor. Bu ekonomi politikalarıyla enflasyonu düşürmek değil, vatandaşı enflasyona alıştırmak amaçlanıyor.
Asgari Ücret Mücadelesi: Unutanlara Hatırlatmak Gerek
Sloganlarımız, şarkılarımız, halaylarımız elbette güzeldir, ruhu diri tutar. Ama işçi sınıfının kaderini halay adımlarıyla değiştiremeyiz. Birer popülist nutuk atıp sonra da ücret siyasetini yerinde saydırmak, emeği pazarlık konusu bile yapamamak kime yarar? Patronlar ellerini ovuşturup izlerken, işçi sınıfının ağzına bir parmak bal çalmanın kimseye faydası yok. Her yıl aynı döngü; asgari ücret belirlenir, emekli maaşları tartışılır, işçinin cebine giren üç kuruşla “geçinilebilir mi?” diye sorulur. O esnada birileri çıkar ve “mesele ücret değil, sınıfın iktidarı lazım” der. Evet, bu konuda haklı olabilirler, ama asgari ücret bu topraklarda milyonlarca işçiyi doğrudan etkiliyor. Ya da en azından patronları fazlasıyla etkilemiyor!
İktidar olabilecek bir işçi sınıfının, milli gelirden hakkını istemesinde ne gibi bir sakınca olabilir? Sakınca; işçi sınıfının hakkı olan ücret için mücadele etmesidir, öyle mi? Yoksa işçi sınıfı ücret mücadelesi ederse, artık kolaya kaçarak siyaset yapma imkanlarınız biteceğinden, beyaz eldivenleri çıkararak gerçekten sınıf siyaseti yapmak zorunda kalacağınız için mi tedirginsiniz? İşte bu çelişkili soruyu her sosyalist kendine sormalıdır. Asgari ücret bu ülkede milyonlarca işçiyi etkiliyor. Böylesine önemli bir meseleyi patronların iki dudağına bırakarak sol siyaset yapılmaz. Emekçiler, üretenler, bu yaşamı var edenlerin hakkını almak, alın terinin karşılığını almak, onlara bu hayatı yeniden inşa etme gücünü vermek sadece hakkımız değil, görevimizdir. Şimdi daha gür sesle söyleyelim: Asgari ücret 51.640 TL olmalıdır.
Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.