Adaletimiz: 26 Suçtan Serbestlik
Her hafta, bir önceki haftanın skandalı, yeni bir skandal, ölümlü bir durumla kapanıyor gibi. Bunların hiçbiri suni gündemler değil. Ne kadar çok olduğu gözümüze sokuluyor, ciğerimizi yakıyor.
Halk açlıktan kıvranırken, adaletsizlik tavan yapmışken, AKP’li milletvekilleri Kayseri’de, mangalda sucuk yelliyordu.
Bu hafta hala “Narin’e ne oldu?” sorusunun yanıtını bulamamışken, “26 ayrı suçtan kaydı bulunan birisi nasıl dışarıda olur?” sorusunu sorarken bulduk kendimizi. O kişi 19 yaşında, Yunus Emre Geçti. 27 yaşındaki polis memuru Şeyda Yılmaz’ı öldürdü. Şeyda Yılmaz bir kadın cinayeti* değildi, yani kadın olduğu için katil onu öldürmeyi seçmedi özel olarak, ya da kadın olması öldürülmesini kolaylaştırmadı orada. Adli bir durum olduğu apaçıktı, mesleğini icra ederken öldürüldü. Şeyda Yılmaz’ı da bu hayattan koparan Yunus Emre Geçti kadar ülkedeki adaletsizlik ve cezasızlık politikalarıdır.
Bir köy Narin’le ilgili suç ortağı oluyor, 19 yaşında bir genç suç makinesine dönüyor. Bunlar kendiliğinden oluyormuş gibi Eğitim Bakanı Maarif’i ile övünüyor, Adalet Bakanı genel geçer konuşuyor. İçişleri Bakanı, Şeyda’nın katilinin adliyeye sevki görüntülerine dair soruşturma iddialarına çok içerlemiş ki “Alçakça bir yalan” diyor. Bunların yaşanmasında her birimin ve kademenin sorumluluğu olduğu açık.
“26 ayrı suçtan kaydı bulunan biri nasıl dışarda olur?” sorusuna geri dönecek olursak, uygulanmayan yasalar mı var yoksa her yıl değişen infaz kanunları ile artık sonuç bu mudur, tartışmalı. Sayısını takip edemediğimiz torba kanunlarla, yeni yargı paketleri ile her birimizi ilgilendiren düzenlemeler yaptılar. Her seferinde yok katalog suçlar, yok istismar failleri, yok şiddet failleri “dışarı çıkamaz” dediler. Siyasi tutuklular dışında her türden adli suçlunun birer birer salındığını, erkenden açık cezaevi ya da denetimli serbestlikten yararlandıklarını gördük. Bu suçluları bugüne kadar sıklıkla çıktıkları gün eşlerine, sevgililerine, annelerine, kız kardeşlerine, boşanmak isteyen kadınlara saldırırken tekrar gördük. Bir kadın cinayetinde ilk açıklanan şey o kişinin daha önce işlediği suçlar olmaya başladı. Şimdi bu düzenin sonucu bu sefer de görevi başında bir memuru bulmuştu. Uyarmak isterim ki sadece bu zamanda öfke kusmak, şehitlik maneviyatı ile sorunun üstünü örtmek yeterli olmayacak.
Çünkü katil bir kişi değil, onlarcası var ve kollandıkları düşündürülüyor.
Çünkü öldürülen tek bir kişi değil. Onlarca kadın, insan aramızdan ayrılıyor.
Eğer cezasızlık ortadan kalkmazsa bu ölümler çok daha artacak.
Devlet kendini nerede gösteriyor?
Yaşananların üzerinden, “26 suç kaydı olan biri dışarıda gezebiliyormuş” deyince, hala cezaevinde fikirlerinden ötürü tutsak edilenler ister istemez aklımıza geliyor. Daha geçtiğimiz ay sokak röportajı yapılınca tutuklanan kişi akla geliyor. Aklı olan varlıklar olarak muhakeme ediyoruz ister istemez.
Daha geçtiğimiz günlerde iki polis müdürünün mafyaya çalıştığı için görevinden uzaklaştırıldığı haberini okuduk.
Tutuklanan Yunus Emre’nin annesi diyor ki, “Benim canım yandı. Polisimiz ölene kadar ben ölseydim. 26 suçtan benim çocuğumun kaydı varsa niye devlet bunu almadı? Niye düne kadar elini kolunu salladı? O kadar devlete yalvardım. O kadar karakollara gittim. O kadar her şeyi söyledim. Bu çocuk madde bağımlısı, bu çocuk madde satıyor, bu çocuk madde kullanıyor. Bunların hepsini söyledim ben. Yine çocuğumun yerini ben söyledim, buldurdum.”
Sonra Şeyda Yılmaz’ı öldüren kişinin başına çöp poşeti geçirilmiş halde Hayvan Durum İzleme aracına bindirilerek adliyeye götürülüşü servis edildi.
Adalet böyle bir şey miydi?
26 suç kaydı olan suçluyu alıkoymamış olan devlet, intikam almak için çöp poşetine mi ihtiyaç duymuştu? Suçu önlemek üzere politikalar geliştirilmiş olsa böylesi bir şova ihtiyaç duymazlardı. Devlet taraf olduğu sözleşmelere uymakla yükümlüdür. Yaşam hakkımız biricik hak olduğu gibi işkence de mutlak olarak yasaktır. Devlet organları sokak kabadayıları gibi davranırsa, intikamcı hallere girerse, giren memuruna bir şey demezse, yarın öbür gün Yunus gibi çocukların da artmasına şaşmamalı, mafyanın çetelerin emniyetin içerisine çöreklenmesine de, Şeydaların öldürülmesine de şaşmamalı. Sonra timsah gözyaşları ile ah vah etmesin kimse.
İdamın gündeme tekrar getirilmesini de benzer buluyorum. Gerçek adaleti sağlamasınlar, sonra çözüm gibi, en ilkel, insanlıktan nasibini almamış, gözlerini kan bürümüş önerilerini yapsınlar, bakanlar huzurunda icraata geçsinler. Toplum olarak buna sürüklenmemiz isteniyor sonra da devlet ve siyasi iktidar kendi kurallarınca bunları istediğine uyguluyor. Hoop yine bir torba kanunla değişsin yasalar.
Suç ve ceza ilişkiselliğinin temeli yanlış yöne doğru savrulmuş durumda. Hukukun üstün olduğu devletler için bu temel önemli. TÜİK verilerine göre: 2010-2022 arasındaki 12 senede suça sürüklenen çocuk sayısı yüzde 148 arttı. Geleceğimiz dediğimiz çocukların hali hiç parlak değil. Savrulmuş olan bu temeli yerine oturtmak şart.
*Kadın Cinayeti(femicide): “Embriyodan cenine, bebekten çocuğa, erişkinden yaşlıya kadar tüm kadın cinsiyetteki bireylerin sadece cinsiyetlerinden dolayı ya da toplumsal cinsiyet kimliği algısına aykırı eylemleri bahane edilerek, bir erkek tarafından öldürülmesi ya da intihara zorlanmasıdır. Femisidler salt kadın cinsiyetteki insanların öldürüldüğü cinayetler olarak algılanmamalıdır. Nefretle işlenen bu cinayetlerde, saldırıya uğrayan şey kadın kimliğidir.”
*Fidan Ataselim'in bu yazısı 25 Eylül Çarşamba günü Gazete Duvar'da yayınlanmıştır.
Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.